108-Kan uyuşmazlığı nedir? Eşler bu konuda nelere dikkat etmelidir?
Kan uyuşmazlığı basit anlamda anne ve babanın kan gruplarının bir birinden farklı olmasını ifade ediyor gibi görünse de esasen sadece belirli kan grubu farklılığı olan eşlerde sorun oluşturabilir. Bu sorunun ortaya çıkabilmesi için annenin Rh(-), babanın ise Rh(+) kan grubunda olması gerekir. Fakat kan grubu bu şekilde olan eşler hemen korkmasınlar. Kan grupları bu şekilde olsa dahi bu çiftlerin sadece % 5’inde kan uyuşmazlığı soruna yol açabilir. Bu sorun da genellikle anne ile bebek arasında kanamaya yol açacak bir durum sonrası görülür. Kan uyuşmazlığı genelde eşlerin ilk gebeliklerinde sorun oluşturmaz. Fakat ilk doğumdan hemen 72 saat içerisinde Anti-D adlı verilen ilaç anneye uygulanmazsa 2. bir gebelikte fetusun zarar görme ihtimali çok artar. Bu yüzden ilk gebelikte doğumdan hemen sonra Anti-D anneye uygulanmalıdır.
109-Doğum kontrol yöntemlerinde eşlere vereceğiniz tavsiye nelerdir?
Günümüzde gebeliği önleme yöntemleri üzerine çok yoğun araştırmalar yürütülmektedir. İdeal bir yöntemin; kolay uygulanabilir, ucuz, etkili, yan etkilerinin çok az veya hiç olmaması, vb gibi özellikleri bir arada kapsaması gerekir. Fakat tüm bu yoğun araştırma faaliyetlerine rağmen yukarıda saydığımız özellikleri birarada içeren bir gebeliği önleme yöntemi bulunabilmiş değildir. Bu yüzden böyle bir yöntem kullanmak isteyen eşler bir kadın doğum hekimine başvurmalıdır. Hekim var olan tüm yöntemler hakkında kişileri bilgilendirdikten sonra yönteme birlikte karar verilmelidir.
110-Sağlıklı bir gebelik dönemi geçirmek için anne adaylarının nelere dikkat etmelerinde fayda vardır.
1. İlk olarak eşlerin ve özellikle anne adayının hep aklında tutması gereken nokta; gebelik ve doğum doğal, normal bir fizyolojik süreçtir. Bir hastalık dönemi değildir.
2. Bir kadın doğum uzmanı yardımı ile gebeliğin takip edilmesi bu normal süreçte oluşabilecek sorunların erken tespitine ve yanlış adetlerden doğan hatalı davranışların önlenmesine, bilinçli ve sağlıklı bir gebelik döneminin geçirilmesine yardımcı olacaktır. Ayrıca riskli gebelerle, normal gebelerin ayrımını da sadece kadın doğum hekimi yapabilir.
3. Sağlıklı beslenmenin gebeliğin normal ve sağlıklı seyretmesinde çok önemli etkisi vardır. Mutlaka gebelikte beslenme üzerine bir araştırma yapıp eşler edindikleri bilgileri dikkatle beslenmede uygulamalıdır.
4. Gebeliğin stresten uzak bir ortamda geçmesi, gebenin stresli ortamlardan uzak durması gerekir.
5. Gebelik döneminde en faydalı egzersiz yürüyüşlerdir. Günlük 20-30 dakikalık bol oksijenli, sakin bir ortamda yapılacak yürüyüşlerin hem kan dolaşımını artırması hem de gebelikte çalışması zorlanan sindirim sisteminin rahat çalışması v.b. gibi bir çok faydaları olacaktır.
6. Risk faktörü olan, riskli gebeliği bulunan anne adayları ise tamamen hekiminin tavsiyeleri doğrultusunda hareket etmelidir. Kesinlikle hekim tavsiyelerinin dışına çıkmamaları gereklidir.
111-Doğum sonrası oluşan göbek iltihaplarının sebepleri nelerdir?
Doğumdan hemen sonra kilolarının hep aynı kalacağından ve şişman görünmekten korkan bayanlar, çok sıkı sentetik, hava geçişini önleyen ve terleten korseler giyinmekteler. Bunun sonucu göbek deliği kapanarak burada mikrop üremesine uygun nemli ve havasız bir ortam oluşmaktadır. Bu da göbek iltihabına yolaçmaktadır.
112-Gebelik zehirlenmesi nedir?
Gebelik zehirlenmesi, gebelerde tansiyon yükselmesi özellikle el, yüz ve bacakta şişme ve idrarla protin kaybetme ile karakterize bir tablodur. Bu tablo daha ağırlaşırsa tansiyon çok daha yükselirse gebe veya loğusa da sara krizi gibi krizler, körlük veya daha da ileri vakalarda anne veya bebek ölümü ortaya çıkabilir.
Bu yüzden gebelik taliplerinde ağırlık atışı tansiyon takipleri ve aylık idrar tahlillerinin bu vakaları erkenden teşhis etmemizde çok büyük faydası vardır. Böyle gebeler riskli gebelik grubuna alınarak daha dikkatli takip edilir.
113-Gebe kadın oruç tutabilir mi?
Başta da belirttiğimiz gibi gebelikleri, normal seyreden gebelikler veya riskli gebelikler olarak ikiye ayırıp 2 tip gebeliği birbirinden farklı kabul etmeniz gerekir. Riskli gebeliği olanlar kesinlikle hekimlerinin tavsiyelerinden dışarı çıkmamalıdır. Fakat eğer hakim olarak bir gebeliğin normal olarak seyrettiğine kanaat getirmişsek ve gebe bize aylık muayenelerine düzenli olarak geliyorsa ve gelecekse oruç tutmalarında bir zarar yoktur. Orucun normal gebelikte bir zararı olmadığına dair yapılmış çalışmalar da bilimsel ortamlarda yayımlanmış ve kabul görmüştür. Fakat burada da bilinçli davranılmalı iftarla sahur arasında gebeler bir öğün daha eklemelidir. Her gün alınması gereken temel besin öğelerine göre; et, süt, yumurta, meyve sebze, kepekli ekmek v.s. gibi öğünle ayarlanmalı. Örneğin, her gün 2 bardak süt içmesi önerildi ise bu miktar sütü iftarla-sahur arasında mutlaka almalıdır. Ayrıca iftarda ağır yemeklere hızla yönelmek yerine önce hafif bir çorba ile orucunu açıp biraz dinlenip sonra yemeğe devam etmelidir. Hava durumu müsaitse yatmadan 1-2 saat önce 20 dakikalık bir yürüyüşün de büyük faydası olacaktır.
114-Son zamanlarda sezaryenle yapılan doğum sayısı artışı gözleniyor. Bir uzman olarak doğum şekillerinden sezaryeni mi yoksa normal doğumu mu tavsiye ediyorsunuz?
Yine başta belirttiğimiz gibi kadının hayatında gebelik doğal bir süreç doğum daha keza doğal, fizyolojik bir olaydır. Kadının vücudunu ve üreme sisteminin işleyişini incelediğimizde vaginal doğumun normal doğum olduğunu görüyoruz. Örneğin kadın kemikleri arasında bebeğin çıkmasına uygun kanalı denen yapı, rahimin geldiğinde kasılmalarla bebeği bu doğum kanalına itmesi, bebek bu kanala indiğinde kadında ıkınma hissinin uyanarak karın kaslarının da yardımı ile bebeğin bir doğum kanalının dış ağzına itilmesi gib iolaylar bize doğal ve normal olan doğumun vaginal doğum olduğunu gösteriyor. Fakat her doğal olayda olduğu gibi bu olayın da işleyişinde bir problem ortaya çıktığında, gebe riskli gebelik sınıfında bir gebelik geçiriyorsa anne ve bebek hayatını kurtarmak için tehlikede acilen doğum yaptırılması gerekiyorsa, vaginal doğum yaptırmak mümkün olmuyorsa o zaman sezaryenle doğum bizim için kurtuluş kapısıdır.
Fakat sezaryenle doğum bir ameliyat şeklidir. Karın katmanlarını ve rahime kesi uygulanması ve bebek çıkartıldıktan sonra tekrar açılan kasi yerlerinin tekrar dikişlerle kapatılması şeklinde uygulanır. Ameliyat bitirildiğinde her ne kadar dikkat edilirse edilsin karnında artık hiçbir şey eskisi gibi değildir.
Bu konuda çok şeyler daha söylenebilir ama kısaca şöyle diyebiliriz doğal seyrinde devam eden bir normal vaginal doğum sezaryene göre üstündür her zaman daha az risklidir ve loğusa çok çabuk eski haline dönebilir. Fakat vaginal doğum mümkün olamıyorsa gerekli zamanda yapılan sezaryenle doğum da hayat kurtarıcı bir yöntem olarak iyi ki var.
115-Epzyotomi nedir? Hangi durumlarda uygulanır?
Epnyotomi vaginal doğumun son safhasında bebek başı çıkışa dayandığında vagen dış ağzı ve çıkım etrafında cilt ve ciltaltı dokuların ve kasların yırtılacağını hissettiğimiz durumlarda yaptığımız 2-3 cm’lik düzgün kesilerdir. Hem bebeğin başının çıkması kolaylaşır. Hem de kendi kendine oluşan düzensiz yırtıkların onarımı zordur ve yırtığın kalın barsağın son kısmına uzama ihtimali yüksektir. Bu sorunları engellemek için bu kesiyi gereken vakalarda uygulamaktayız.
116-Hamile bir kadının yaşadığı aile ortamında dikkat edilebilecek noktalar nelerdir?
Gebeliğin normal seyretmesi açısından gebenin stresten uzak, huzurlu bir aile ortamında olmasının çok büyük önemi vardır.
-Gebelerde duygusal açıdan değişimler önemli olabilir. Daha hassaslaşarak daha alıngan hale gelebilir. Kolay sinirlenebilir. Bu tür duygusal değişiklikler gebelik dönemi hormonları ile ilgili olduğu bilinmeli ve aile ortamında diğer bireyler, öncelikle eşler gebeye anlayışla yaklaşmalıdır.
-Gebenin yanında sigara içilmesi kesinlikle yanlıştır. Sigara içilen ortamda gebe de en az içen kadar bazen daha da fazla zarar görür. Kendisi içmeyen fakat yanında sürekli sigara içilen gebelerin bebeklerinde bir çok problem ortaya çıkar. Örneğin gelişme geriliği, öğrenme problemleri, akciğer problemleri gibi.
-Gebe evde veya dışarda alışveriş yaparken veya günlük yürüyüşlerinde olabildiğince yalnız bırakılmamalıdır. Özellikle ilk 3 aylık dönemde tansiyon düşmeleri ve baygınlık geçirme hallerinde aniden düşmeler ciddi kazalara yolaçabilir.
-Gebeler ev ortamında kendisini fazla yormayan günlük ev işlerini yapabilirler. Fakat yükseğe uzanıp aşırı gerilme, yerden ağır eşyaları kaldırma, ağır eşyaları çekme, yer değiştirme gibi işler gebeye zarar vereceğinden bu gibi işlerde evdeki diğer bireylerin yardım etmesi gerekir.
-Gebelikte sağlıklı beslenme açısından da gebeye bu konuda yardım edilmelidir.
117-Ultrason bebek sağlığı açısından zararlı mıdır?
Ultrasonla anne karnında bebeğin gelişiminin ve vücudunun incelenmesi gebe muayenesinin önemli bir kısmıdır. Bu muayene şekli 20 yılı aşkındır dünyada yaygın olarak kullanılmaktadır. Kullanıma girmeden önce ve girdikten sonra da halen bir zararı var mıdır diye çalışmalar devam etmektedir. Bu araştırmalara göre ultrasonun henüz belirgin bir zararı bulunamamıştır. Fakat gerekli olmadıkça ayda birden daha sık yapılmaması, incelemede 5-10 dk.yı geçilmemesi önerilmektedir.
118-Doğumdan sonra annelerin nelere dikkat etmesi gerekir.
-Sağlıklı beslenmeye devam ederek kaybettiklerini yerine koymaları gerekir. Bundan sonraki gebelik boyunca ve doğumda hayatlarını sağlıklı sürdürebilmeleri için bu konu çok önemlidir. Doğumdan hemen sonra anne vücudunda yeniden tamir süreci başlar, bu tamir sürecinin sağlıklı olması sağlıklı beslenme ile paralel gider.
-Lohusaya yeteri kadar dinlenebileceği ortam hazırlanmalıdır.
-Sarkmış ve yorulmuş karın kasları ve doğumda rol alan diğer kasların eski kuvvetine kavuşması için egzersizlere başlanmalı.
-Lohusalık depresyonu denen duruma hazırlıklı olunmalı. Aile bireyleri bu durumda anneye yardım etmelidir.
-Emzirmenin anne ve bebek için maddi ve manevi faydaları açısından bu konuda anneye destek olunmalı.
Lohusalık dönemi yeni doğum yapmış annenin vücudunun ve sinir sisteminin zaafa uğradığı bir dönemdir. Bu yüzden kesinlikle 40 günlük bu dönemde anne tek başına yeni doğan bakıma muhtaç bebeği ile başbaşa bırakılmamalı, anne bakım görmeli ve desteklenmelidir. O zaman her anne her doğumdan sonra daha sağlıklı bir şekilde normal hayatına dönüp yaşam şartları ile mücadele edebilecek kuvveti elde edebilir.
119-Dış gebelik nedir?
Normalde gebelik ilk önce rahimle yumurtalık arasındaki kanallarda oluşur. (Tüplerde) 5-6 gün sonra bu döllenmiş yumurta rahime ulaşır. Rahime tutunur ve rahim içerisinde büyümeye başlar. Eğer bu mekanizma normal işlemezse gebelik rahim dışında bir yerde gelişirse buna dış gebelik denir. Örneğin tüplerde gelişebilir. Tüplerin duvarları çok ince olduğu için gelişen gebelik bu kanallarda delinme ve şiddetli iç kanamaya yol açar. İç kanama farkına varılmazsa anne hayatı tehlikeye girer.
120-Endometriorus nedir? Sebebi nedir?
Rahim iç yüzeyini kaplayan ve bebeğe tutunma yüzeyi sağlayan bir iç tabaka vardır. Buna endometrium denir. Endometrium her ay gebeliğe hazırlanır, kalınlaşır, besin depoları artar. Fakat o ay gebelik olmazsa kanama ile dışarı atılır, böylece kadın o ay adet kanamasını görür. Bu endormetrium sadece rahim içinde olmalıdır. Rahim içi dışında, yumurtalık üzerinde, rahimin duvarının dış tarafında veya karın zarları gibi farklı yerlerde de görülen vakalar vardır. Böyle vakalarda adetler çok ağrılı olur, ilişkide ağrı olabilir veya bebek olmasında sorun çıkabilir. Sebebi tamamen anlaşılamamış olmasına rağmen bazı vakalarda adet kanının sadece vagena doğru değil rahim kanalları yolu ile karına doğru akmasının sebep olabileceği düşünülmektedir.
121-Miyom nedir.Oluşumuna etki eden unsurlar nelerdir?
Miyom, rahimin kas yapısındaki duvarından çıkan iyi huylu bir tümördür. Sadece giderek büyüdüğünde bazı sorunlara yol açar. Bunlar kanama, kasık sancıları, tekrarlayan düşükler ve adet düzensizlikleri gibi sorunlardır. Rahim duvarından bir tek miyom çıkıp büyüyebildiği gibi birden fazla da miyom ortaya çıkabilir. Miyomların oluşum nedenleri tam bilinmemekle birlikte bazı risk faktörlerinin varlığında görülme sıklıkları artar. Bunlar; ailede, yakın akrabalarda miyom olması, evlenmeme, çocuk doğurmamış olmak. Bu durumlarda miyom ortaya çıkma ihtimali artar. Menopozdan sonra ise genelde miyomlarda bir küçülme gözlenir.
122-Vaginismus rahatsızlığı nedir? Belirtileri nelerdir? Nasıl tedavi edilir?
Vaginismus, kadının hazne kaslarını aşırı kasarak cinsel ilişkiye izin vermemesi olarak tanımlanabilir. Genelde kızların evlenmeden önce başkalarından dinledikleri ilk ilişki ile ilgili abartılı ve korkutucu tarzda anlatımlardan kaynaklanır. Aşırı korku hazne kaslarını kasmalarına yol açar. Tedavide jinekolojik muayene sonrası vagen girişinde herhangi bir anomali yoksa normal olarak bulunursa bu hastaya anlatılır. Bazı sakinleştirici ve kas gevşetici, kayganlaştırıcı ilaçlarla hastaya yardım edilmeye çalışılır. Bu tür telkin ve ilaçlar hafif ve orta vakalarda sorunu çözebilir. Fakat ağır vakalar bu tedavilere cevap vermez. Bu vakaların mutlaka psikiyatrik tedavi almalıdırlar. Bu sorunla ilgilenen Aile Danışmanlık merkezlerde böyle çiftlere psikiyatrik uzmanları tedavi seansları uygulanmaktadır.
11-MENOPOZ
123-Menapoz nedir? Erken menapozun belirtileri nelerdir?
Menopoz, üreme çağında bebek doğurma yeteneği olan kadının belirli bir yaştan sonra bu yeteneğinin sona ermesidir. Bu da kendisini adetlerin ortadan kalkması ile gösterir. Menopoz yaşı 45-55 yaşlar arasıdır. 40 yaşından önce menopozun ortaya çıkmasına ise erken menopoz veya yumurtalık yetmezliği diyoruz. Belirtileri, 1) Adet görememe, 2) Ateş basması, 3) Sıkıntı, ateş basma nöbetleri, 4) Uyku bozuklukları , 5) Cinsel isteksizlik, 6) Vaginal kuruluk.
124-Stres menopoz belirtilerini artırır mı?
Stres vücudun her yerinde rahatsızlıklar yapan ciddi bir problemdir. Hassas olan her organ etilenir. Migren, mide problemleri, kolit vs. stres sonrası meydana çıkan şikayetlerdir. Menopozun erken başlamasında, ağır geçmesinde rol oynayabilir.
• Dini inancınızı güçlendirin. İnsanın kendini en yalnız hissettiği, çaresiz kaldığı zamanda güveneceği dayanacağı tek varlık Allah (cc) dır. “Düşen uçakta ateist olmaz” sözü bunu ne güzel ifade ediyor. İbadetlerinize ağırlık verin.
• Beslenmenize dikkat edin. Stresle başa çıkabilmeniz için özellikle B ve C vitamini bol olan yiyecekleri tercih edin.Günde bir öğün mutlaka dengeli beslenmeye çalışın. Süt yada süt muadili ürünler, yumurta, tahıllar, taze meyve ve sebzeleri bol miktarda tüketin.Yağ, şeker ve tuza dikkat edin. (B vitamini bütün tahıllar, yumurta, fındık kırmızı ette, C vitamini ise bütün meyve ve sebzelerde mevcut.)
• Aldığınız kafein miktarına dikkat edin. Çay, kahve kola gibi içecekleri sınırlandırın.
• Dinlenmenize uyku saatlerine dikkat edin.
• Çevrenizle güzel iletişim içerisinde olun. Inzivaya çekilmeyin. Sevdiğiniz insanlarla bol bol biraraya gelmeye çalışın. Akrabalarınızla ilişkilerinizi devam ettirin. Onlara minik olaylarla kızıp küsmeyin. Yargılamayın, affedici olun. Geniş gönüllü olmaya çalışın. Güç durumlarla karşılağtığınız zaman size ilk koşan onlar olacaktır. Onlar dünya meşgalesi ile sizleri aramasa bile siz onları arayın. Birlikte yemek yiyin. Onlarında sizin dualarınıza, desteğinize, tavsiyelerinize ihtiyacı vardır.
• Konuşabileceğiniz, dertleşebileceğiniz arkadaşlarınız olsun. Atalarımız “ev alma komşu al demişler”. Ingiltere’de yapılan bir araştırmada yalnız yaşayan hanımların arkadaşları olan hanımlardan daha çok sitrese girdiğini tesbit etmişler.
• Mümkünse evinizde çiçek yetiştirin. Onlarla konuşun. Açan çiçekleri kolayın. Yetiştirdiğiniz bir saksı çiçeği bir dostunuza hediye edin.
• Spor, yürüyüş yapın. Beslenmenize dikkat ederek fazla kilolardan kurtulun. Insanın kendi fiziksel görünümü ile barışık olması stresle başa çıkabilmesi için önemlibir faktördür. Spor, yürüyüş gibi etkinlikler kendinizin güçlü olduğunu düşündürecek, kendinize güveni artıracaktır. Yalnız hızlı kilo vermek sakıncalı. Vücudunuz zayıf düşebilir. Birde stresli olduğunuz zaman yemek yememeye gayret edin. Mümkündse ev dışına çıkın.
• Birtakım sosyal çalışmalar içerisine girin. Sizden daha sıkıntıda olan insanların ellerinden tutun. Birilerine yardım etmenin huzurunu yakalayın. Varsa torunlarınızla oynayın. Çünkü onlarında sizin sevginize, ilginize ihtiyacı var. Dünya telaşına kapılan, çocuklarıyla yeteri kadar ilgilenemedikleri anne ve babaların eksikliklerini onlara hissettirmeyin. Göreceksiniz hayat çok güzel olacak.
• Bu arada doktorunuzun tavsiyelerini ve kullanacağınız ilaçlarınızı unutmayın.
• Son zamanlarda babamın yaptığı bir etkinlikten bahsedebilirim. Kendisi kitap, gazete okumayı çok seviyor. Biz çocuklarının, torunlarının ilgilendikleri konuları gazete küpürlerini kesip ilgili kişiye veriyor. Okuduğu kitapları özetliyor ve bizlere anlatıyor. Bu onu çok mutlu ediyor. Zira bir taraftan sevdiği kitaplardan ayrılmıyor. Birtaraftan da bizlere yardım etmenin huzurunu yakalıyor.
125-Menopoza girdikten sonra yüzümde istemediğim birtakım tüyler çıktı. Normal mi?
Menopoza girene kadar vücutta östrojen hormonu hakimdir. Az miktarda bulunan androjen hormonunun etkisi görülmez. Menopozdan sonra östrojen hormonu olmayacağı için androjen hormonunun etkisi artar. Buna bağlı yüzde erkek tipi tüylenme olur. Bu kıllar birtakım yöntemlerle yok edilebilir (ağda, tıraş, kıl dökücü kremler, kıl köklerinin elektirikle yakılarak yok edilmesi gibi).
126-Kendimi çok yorgun hissediyorum. Menopozla bir ilgisi var mı?
Hanımların en cok şikayetlerinden birisi. Artık bedeniniz eskisi kadar güçlü değil. Sıcak basmaları gece uykusuzlukları uykusuzluğu yapıyorsa, sabahleyin yorgun kalkmanız normal. Bu dönemin psikolojık problemleride günü yorgun geçirmenize sebeb olur. Kendinizi bırakmayın. Üretici olun. Sebzeden zengin beslenin. Özellikle yürüyüşler rahatlatacaktır.
127-Osteoperoz kemik erimesinden kurtulmak için ne yapabilirim ?
Kemik erimesi kemiklerdeki kalsiyumun azalması ile ilgili bir olay. Burada çocukluktan hatta anne karnında ki dönemden itibaren alınan kalsiyum çok önemlidir. Zararın neresinden dönülürse kardır. Şu andan itibaren olsa bile kalsiyumdan zengin gıdalarla beslenin.(sut ve süt ürünleri, bol sebze ve meyve.baklagiller gibi), Kalsiyumun vücuda yerleşmesine mani olan her türlü yiyecek ve içecekten vaz geçin (çay, kahve, kolalı içecekler gibi). Hareketli olmak çok önemli. Oturmak kemiklerdeki calsiyumun atılmasını artırıyor. Kemik kırıkları olan riskli bir aileye mensupsanız mutlaka dr.unuza müracaat ederek tavsiye ve tedavilerini uygulayınız.
128-Sokağa çıkarak yürüme imkanım yok. Evde ise yürüme bandı m yok. Menopozdaki kadınlara bol yürüyüş tavsiye ediyosunuz. Ne yapabilirim?
Yürümek illa da bu söylediğiniz şartlarda olmaz. Evinizde en uzak mesafede olmak üzere iki nokta belirleyiniz. Bu noktalar arsında belirli tempoda yürümeye çalışınız. Zorlanıyorsanız. Yürüme zamanını ikye, üçe bölebilirsiniz. Ama mutlaka yürüyünüz.
129-Östrojen nedir? Nerede oluyor?
Östrjen kadınların yumurtalıklarından üretilen bir hormondur. Ergenkik dönemiyle birlikte üretilir.menopoza girince biter. Fiziksel veruhsal olarak kadınlık karekterlerinin oluşmasını sağlar. Suni olarak da yapılır. Hangi tür hormon kullanmanız gerektiğine doktorunuz karar vermeli.
130-Hormon tedavisi kullanırsam nelere dikkat etmeliyim?
Senede 2 defa veya en az bir defa doktora gitmelisiniz. Vücudunuzda bir değişiklik hissederseniz mutlaka gidiniz. Hormon tedavisi uygulanırken güneşte gezmek doğru değil. Güneşin ulaştığı yerlerde koyu renkli lekeler oluşur.
131-Menopoza girdikten sonra şeker tüketimimi azaltmam söyleniyor. Şeker hastası değilim ayrıca ailemde de şeker hastası yok. Neden böyle bir kısıtlamaya gitmeliyim?
Aşırı şeker, B vitamini kompleksini ve mineralleri yok eder. Halbuki bunlar menopoz döneminde çok önemlidir. Yine aşırı şeker kullanımı kan şekerinin dengesizliğine sebep olur ve şeker hastalığını tetikler. Menopozda metabolizmanın yavaşlaması alınan şekerlerin kiloya dönüşmesi demektir. Bu da sizin hareketlerinizi kısıtlayacağı için dikkatli olmak gerekir.
132-Doktora gittiğim zaman ne söyleyeceğimi unutuyorum. Buda aramızda gerginliğe sebep oluyor gibi düşünüyorum. Ne yapmalıyım?
Bu dönem de hassasiyetinizin artması, heyecan nedeniyle de söyleyeceklerinizin bir kısmını unutmanız çok normal. Gittiğiniz doktordan tam anlamıyla faydalanmak istiyorsanız, elinizde bir soru kağıdınız olsun. Değişik zamanlarda aklınıza gelen soruları veya yaşadığınız olayları yazmayı ihmal etmeyin. Böylece doktora gittiğinizde kısa zamanda bir çok sorunuza cevap alacak ve rahatlayacaksınız.
133-Menopoz dönemini zinde olarak geçirmek istiyorum. Ne yapmamı tavsiye edersiniz?
Vücudumuzun doğru yakıt aldığı zaman güzel çalışabileceğini hiç unutmayın. Bunun yolu dengeli beslenmeden geçer. Çok yorgun ve aç olduğunuz zaman önünüze gelen şekerli bir kahveye, kremalı bir pastaya, çikolataya, birkaç dilim baklavaya hiçbir şekilde karşı koyamazsınız. Ancak bunun kısa süreli bir enerji sağlayacağını, mutluluk vereceğini unutmayın. Sağlığınız için daha güzel sonuç verecek vitamin, mineral, lifli besinleri tercih etmeniz gerekir.
Kahvaltı yapmayı ihmal etmeyin. Günün en önemli öğünüdür. Son zamanlarda daha fazla olmak üzere günlük koşuşturma içerisinde bu öğün unutulmaktadır. Sabah saaat 8den evvel yapacağınız kahvaltı vücudunuzun mutluluk hormonu salgılamasına sebep olacak, güne mutlu başlayacaksınız. Şayet aç gezecek olursanız kan şekeriniz düşecek, stres hormonunuz salgılanacak; günü sıkıntılı ve sinirli geçireceksiniz.
Su içmeyi unutmayın. Yaz ve kış mevsimlerinde değişiklik göstermesine bağlı günde 1, 5-2 litre (6-8 bardak) su içmelisiniz. Vücudunuzda su eksikliği olursa güçsüz düşer, kendinizi yorgun hissedersiniz. Vücut ağırlığınızın %2 si kadar su kaybederseniz enerjinizin %20 sini kaybetmiş olursunuz. Su içtiğiniz zaman idrar yolu enfeksiyonlarının azaldığını da göreceksiniz. Ayrıca diyet uzmanları kilo almaya karşı suyu öneriyorlar.
Kızartmalardan, karbonhidrattan, tuzdan uzak durun. Sucuk, sosis, salama dikkat edin. Özellikle stresli olduğunuz zamanlar lezzet ağırlıklı bu tip besinleri alma ihtiyacı hissedersiniz. Bu tür besinlerin sindirimi zordur ve sizi yorgun düşürür. Vücudunuza rahatlık verecek meyve, sebze gibi besinleri tercih ediniz.
134-Menopozun getireceği sıkıntıları azaltabilirmiyim? Bunun için ne gibi tedbirler almalıyım?
Elbette. Bazı tedbirler almak mümkün. Beslenmenize dikkat edebilirsiniz. Süt yada süt mamüllerini tercih edebilir, Meyve zebze ağırlıklı beslenirsiniz. Karbonhidratlardan uzak kalmaya çalışırsınız. Hayata güzel bakmayı kendinize pirensip edinirsiniz. Çevrenizdeki insanlara yardım edebileceğiniz bir sosyal çalışma içerisine girebilir, hareketli bir yaşam tarzını benimsersiniz. Bir çocuğun göz yaşını silebilmek; bir ailenin yıkılmasını önleyebilmek; okula gidemeyen bir çocuğun hangi sebeble olursa olsun, gitmesine yardımcı olabilmek, komşu hanıma kur”an öğretebilmek, sizi çok mutlu edecektir. Istekli olursanız kendi çapınızda, becerilerinize göre daha birçok yapabileceğiniz işler bulabilirsiniz. O kişi için dua etmek bile ne kadar önemli. Unutmayın en güzel dua mü”minin mü”min kardeşine yaptığı duadır. Bütün bunlar kendinizi düşünmenize engel olacaktır. Ağrıyan bir organınızın acısını hissetmeyeceksiniz. Akşam yastığınıza başınızı koyduğunuzda gülümseyen bir çift göz göreceksiniz. Bu sizi mutlu edecek. Yarın ne yapabileceğinizin hayalini kuracaksınız. Ve günleriniz dolu dolu geçecek.
12. BÖLÜM..10 Soruda Diyabet
135-Şeker hastalığına yakalanmanın en önemli nedenleri nelerdir?
Kilolu olmak, ailede şeker hastalığı olması, hareketsiz bir yaşam tarzı, hipertansiyon. Bu etkenlerden bir ya da bir kaçının kişide olması şeker hastalığı görülme riskini arttırıyor.
136-Tedavi olunarak diyabet tamamen geçer mi?
Şeker hastalığı kronik (ömür boyu süren) bir hastalıktır. Tedavi olarak yalnızca kan şekeri normal sınırlarına çekilebilir. Kan şekerinin normal sınırlarda olması, kişiyi olumsuz sonuçlarından korur.
137-Tedavide kullanılan insülin bağımlılık yapar mı?
İnsülin bağımlılık yapmaz. Kan şekerinin dengelenmesi için gerekli bir hormondur.
138-Tedavide kullanılan insülin miktarı neden kişiden kişiye göre değişiyor?
Herkesin hastalığının seyri,kişisel özellikleri, yaşam tarzı ve doğal olarak da insülin ihtiyacı farklıdır. Bu özellikler göz önünde bulundurarak tedavinizi planlıyor. İnsülinin düzenli olarak yapılması tedavideki başarıyı arttırıyor. Bu sebeple unutulduğu takdirde atlanılan insülin dozu hatırlandığında yapılması uygundur, fakat bu durumun çok sık tekrarlanmaması gerekiyor.
139-Egzersiz yapmanın diyabet üzerinde olumlu etkisi var mıdır?
Haftada 3-4 gün ve yemekten yaklaşık 1-2 saat sonra yapılacak olan egzersiz faydalıdır. Hangi egzersizlerin uygun olduğunu ise hekime danışmak gerekiyor.
140-Diyabet hastaları kan şekerini ne sıklıkla ölçmelidir?
Kan şekeri düzenliyse haftada 1-2 kez açlık ve tokluk kan şekerine bakılıyor. Kan şekeri düzensizse ve diyabet tedavisinde değişiklik yapıldıysa kan şekeri izlemi daha sık olmalıdır.
141-Kan şekeri düşüklüğünü ve yüksekliği nasıl ayırt edilebilir?
Kan şekeri düştüğünde açlık hissi, terleme, çarpıntı, baş ağrısı, göz kararması hissediliyor. Kan şekeri yükseldiğinde ise, ağız kuruluğu, bulanık görme, halsizlik, çok su içme ve çok idrara çıkma, çok yemek yeme gibi belirtiler görülüyor.
142-Kan şekeri düşünce veya yükselince ne yapmak gerekir?
Kan şekeri düştüğünde şeker içeren gıdalar almak gerekiyor. Örneğin; 4-5 adet kesme şeker, 1 çay bardağı meyve suyu. Kan şekeri yükseldiğinde ise, istirahat etmeli, bulantı yoksa bol miktarda su içmek gerekiyor.
143-Kan şekeri düzeyi ne olmalıdır?
Erişkin diyabetlilerde açlık kan şekeri en fazla 110-130mg/dl, yemekten 2 saat sonra ölçülen tokluk kan şekeri de en fazla 140-160 mg/ dl civarında olmalı.
144-Diyabet başka hangi organlarda risk oluşturur?
Ortalama Diyabetli her 10 kişiden 1’inde hastalığın bir aşamasında ayak ülseri oluşumu görülüyor. Bunun için iyi bir ayak bakımı bu riskin azalması anlamına geliyor. Özellikle ayaklarda uyuşukluluk hissediliyorsa ayakları kontrol etmek çok önemli. Ayaklarda herhangi yara ya da kanama görülürse derhal doktora gitmek gerekiyor. Diyabet hastaları aynı zamanda kalbini ve gözlerini de yılda en az bir kez test ettirmeli, çünkü hastalar kalp damar göz hastalığı riski taşıyorlar. Belirti vermediği için düzenli yapılan kalp ve göz testi erken tanı için önem taşıyor.
[04.02.2006]
WWW.AİLEM.COM
13.BÖLÜM10 soruda kalp hastalarının takibi
Kalp hastalarını sürekli takip altında tutmak gerekiyor. Özelikle de kalp krizi geçiren hastaları.
145-- Kalp hastaları neden takip edilmeli?Bunun nedeni, enfarktüs ve by-pass sonrası hastalarda ritim bozukluklarının gelişebilmesi. Aritmi denilen bu sorun, kalp sağlığı bozuk olan hastaların yüzde 65'inin ölümüne yol açıyor. İşte bu noktada hastaların takibi çok önemli.146-- Kalp krizi geçirenlerin takibiKalp krizi, dünyada en önemli ölüm nedenlerinden birini oluşturuyor. İstatistiklere göre, her yıl 17 milyon kişi kalp krizinden yaşamını yitiriyor, milyonlarca insanın da yaşam kalitesi düşüyor. Acıbadem Hastanesi Kardiyoloji Bölüm Başkanı Op. Dr. Nuri Çağlar, ülkemizde de ölümlerin yarısının kalp ve damar hastalıkları sonucu ortaya çıktığına dikkat çekiyor. Türkiye, bu oranla Avrupa ülkeleri arasında, kalp haslalıklarına bağlı ölümlerde kadınlarda birinci, erkeklerde ise beşinci sırada.147-- Kalp hastalıkları kadınlarda farklılık gösteriyor mu?Kalp hastalıkları özellikle menopoz sonrası kadınlarda çok yaygın görülüyor. Uzmanlara göre, damar sertliği ve kalp hastalıkları her iki kadından birinde ortaya çıkıyor. Üstelik kadınların kalp krizi öncesi ve kalp krizi sırasındaki belirtileri erkeklerden daha farklı. Yeni bir bilimsel çalışmaya göre, kalp krizi öncesi kadınların sadece yüzde 30'u göğüs ağrısından yakınıyor. Yorgunluk, uykusuzluk ve nefes darlığı, kadınlarda en sık rastlanan kalp krizi öncesi belirtiler.148- Kalp krizinin belirtileri neler?Dünyada ve ülkemizde en başta gelen ölüm nedeni kalp krizinin uyarıcı işaretleri bulunuyor. Bu belirtileri şöyle sıralayabiliriz: Göğüs kafesinin orta bölgesinde birkaç dakikadan uzun süren baskı, sıkışma, ağırlık ve huzursuzluk hissi. Omuzlara, boyun bölgesine veya kollara yayılan göğüs ağrısı... Baş dönmesi, baygınlık, bayılma, bulantı, soğuk terlemenin eşlik ettiği göğüs kafesi şikayetleri.149- Peki kalp hastalıklarının takibi mümkün mü?Evet tıp teknolojisindeki yenilikler sayesinde artık bu mümkün. Örneğin Acıbadem Sağlık Grubu tarafindan kurulan Kalp Sağlığı Hattı amaçla geliştirilmiş bir sistem. Bu teknolojik takip sistemi sayesinde kalp krizi ve by-pass geçirenler, hastalığa genetik yatkınlığı olanlar ve mesleği gereği yüksek stres altında çalışanlar kontol altında tutulabiliyor. Amaç, taşınabilir cihazlar aracılığıyla kardiyak riski taşıyanlara hızlı tanı ve anında tedavi olanağı sağlamak.150- Hasta takibi nasıl yapılıyor? Kalp Sağlığı Hattı hizmetinden yararlanırken önce doktor muayenesinden geçiyorsunuz. Yapılan kontroller sonucunda, doktorunuz tarafından, size uygun, taşınabilir boyutta küçük bir EKG cihazı seçiliyor. İşte bu cihaz sayesinde kardiyoloji raporları, bulunduğunuz her yerden Kalp Sağlığı Çağrı Merkezi'ne bir telefon aracılığıyla görüntüleniyor. Kardiyoloji uzmanları ve hemşirelerin hizmet verdiği bu sistemde raporlarınız internet üzerinden, doktorunuza verilen bir şifreyle, online olarak görüntülenebiliyor.151- Kimler yararlanabiliyor?Kalp hastaları, tıbbi tedavi görenler, stent takılan ve by - pass yapılan hastalar, kalp kapak hastaları ve diğerleri, ailesinde hastası olanlar, risk faktörü taşıyan sağlıklı yetişkinler, mesleki risk taşıyan üst düzey yöneticiler, pilotlar, gemi kaptanları özel meslek grupları, kilo fazlası olan kişiler, diyabet ve hipertansiyon hastaları, sigara ve alkol bağımlıları, lipit pro yüksek olanlar, 40 yaş üzeri kalp sağlığını takip etmek isteyen yetişkinler bu hizmetten yararlanabiliyor.152-Riskli bir durumda ne yapılıyor?Kalp Sağlığı Hattı özellikle riskli ve acil durumlar için oldukça gerekli sistem. Acil durumda Kalp Sağlığı Çağrı Merkezi'ne ulaşarak, doktorunuzla doğrudan bağlantı kurmanız sağlanıyor. Gerekiyorsa ambulans gönderiliyor ve acil servise transferiniz gerçekleştiriliyor. Geçmiş şikayetleriniz, risk faktörleriniz, kullandığınız ilaçlar, gönderdiğiniz tüm sinyallerden oluşan EKG raporlarınız dosyanızda saklandığı için, acil servise ulasana kadar yapılması gerekenler önceden belirlenmiş oluyor. Bu şekilde gecikmelerden kaynaklanan olumsuzluklar ortadan kalkıyor.153- Avantajları neler?Tanı konulmasında ve hastaneye ulaşımdaki gecikmeleri ortadan kaldırmak en önemli avantajlarından biri. Bunun yanı sıra yalnız yaşayan kalp hastalarının can güvenliğini sağlamak, ani rahatsızlıkların vereceği zararları azaltmak ve kalp krizi sonrası hastaneye yatış süresini kısaltmak da sağladığı diğer avantajlar arasında.154- Kalp hastalıklarından nasıl korunmalı?Uzmanlar, yaşam alışkanlığınızı değiştirerek kalp krizi riskini önemli ölçüde azaltabileceğinizi belirtiyor. Kalp hastalığı riskini engellemek için sigara ve stresten uzak durmak, düzenli egzersiz yapmak, sağlıklı beslenme alışkanlıkları kazanmak, ideal kiloyu korumak şart. Tabii ki düzenli doktor kontrolünü de unutmamanız gerekiyor.Kaynak:formsante
14.BÖLÜM.....ERGENLİK DÖNEMİ
155- Ergenlik ne zaman ve nasıl başlar?
Ülkemizde kızların 11 yaşında, erkeklerin 13 yaşında ön ergenlikle tanıştığı söylenebilir. Ancak bu rakamlar ortalama değerler olup iklim, beslenme, sağlık ve soya çekim gibi etkenler sebebiyle ön ergenliğe geçiş yaşı çocuktan çocuğa değişebilir. Buna göre erkeklerde ön ergenliğe geçiş yaşı ortalama 12-14, kızlarda 10-12’dir. Yani bir erkek çocuğu 12 yaşında ön ergenliğe geçerken bir başka erkek çocuğu 14 yaşında geçebilir. Bu konuda anne babaların telaşlanmasına ve gençleri birbiriyle kıyaslamasına gerek yoktur.
Çoğu zaman ergenlik (adolescence) tabiri yanlışlıkla “buluğ evresi” dediğimiz erinlik (puperty) tabiri ile aynı anlamda kullanılır. Aslında buluğ evresi cinsel organların üreme fonksiyonlarını icra edecek olgunluğa ulaşması sırasında yaşanan, kızlarda ay halinin, erkeklerde ıslak rüyanın görülmesi ile kendini belli eden hızlı ve kısa süreli bir hormonsal değişikliktir. Bu hızlı değişme kızlarda yaklaşık 6 ay, erkeklerde 2 yıl kadar sürebilir. İlk ay halini 10 yaşında gören kızlar olduğu gibi 16 yaşında görenleri de vardır. İlk ay hali çoğunlukla 11-13 yaşlar arasında görülür. İlk ıslak rüyayı kimi erkekler 13 yaşında görürken, kimileri de 15 yaşında görebilir. Ancak bunun ortalaması 13-14 yaşlarıdır.
Fiziksel gelişmede olduğu kadar cinsel gelişmede de hormonların büyük etkisi vardır. Hipofiz bezi tarafından salgılanan büyüme hormonu aynı zamanda tiroide ve adrenal gibi iç salgı (endokrin) bezlerini de harekete geçirerek cinsiyet hormonlarında salgı artışına neden olur. Cinsiyet hormonları tarafından uyarılan er bezleri (testisler) ve yumurtalıklar (overler) erkeklik (androjen) ve dişilik (östrojen) hormonları üreterek genci buluğa hazırlar.
Laboratuar araçlarının kısıtlı olduğu zamanlarda yapılan testlerde erkeklerin sadece erkeklik (androjen) hormonu, kızların da sadece dişilik (östrojen) hormonu salgıladığı varsayılıyordu. Ancak test araçları geliştikçe bunun böyle olmadığı, erkeklik ve dişilik hormonlarının her iki cinste de bulunduğu, ancak kızlarda östrojen hormonlarının daha etkin, erkeklerde ise androjen hormonlarının daha etkin olduğu görülmüştür. Kızlarda buluğa geçiş sırasında etek ve koltuk altlarında görülen kıllaşma yumurtalıklarda üretilen erkeklik hormonu tarafından gerçekleştirilmektedir. Bazı kızların yüzlerinde, kol ve bacaklarında görülen aşırı kıllaşma erkeklik hormonlarının fazla salgılandığını göstermektedir. Bu tür anomaliler hormon tedavisi ile düzelebilmektedir.
156- Ergenliğe geçişte çocuklar ne gibi psikolojik sorunlar yaşar? Anne babalar bu sorunlar karşısında gençlere nasıl davranmalıdır?
Kendilerini gencin anne ve babası olmaya hazırlamayan, yani çocuğunun ergenlikte yaşayacağı zihinsel ve duygusal fırtınalar, gelgitler konusunda bilgi sahibi olmayan ve bu konuda çocuğunu bilgilendirmeyen anne babalar çocuğuyla “kuşaklar arası çatışma” dediğimiz sıkıntılı bir dönem geçirmek zorunda kalmaktadırlar.
Vücudu hızlı bir hormon salgısına maruz kalan genç, zihinsel ve duygusal olarak bu hıza ayak uyduramaz. Bu konuda önceden doğru ve sağlıklı bilgi edinmeyen geçler, ergenliğe geçişte duygusal travmalar yaşar. Bilginin en doğru adresi anne babalardır. Anne babalarıyla iletişim kuramayan, cinsel konularda soru soramayan gençler, merak ettikleri bilgiyi çoğu zaman sağlıksız olan yollardan edinmeye çalışacaklardır. Buluğa aniden giren bir gençler, çölde fırtınaya yakalanmış gibi ne yapacaklarını şaşırırlar. Özellikle kızlar büyümekte olan göğüslerini sebebiyle anneden, babadan ve çevreden utanır, geniş gömlekler giyerek bu gelişmeyi gizlemeye çalışırlar. İlk aybaşı kanamasında bir hastalığa yakalandıklarını zannederek, korkuya kapılır, panik depresyon yaşarlar. Utançtan anne ve babalarının yüzüne bakamaz, odalarına kapanır, okula gitmek, dışarı çıkmak istemezler.
Ön ergenlikte gençler karşı cinse ilgi duymaya başlar, onlar tarafından beğenilmek için saç tıraşından giyimine, dinlediği müzikten sohbet konularına kadar modaya uygun hareket gayret ettiği görülür. Gürültülü müzikten hoşlanır. Genç üzerinde arkadaş grubunun etkisi fazladır. Onların gözünden düşmemek için ailesiyle çatışmayı göze alır. Arkadaşlarının eleştirilmesinden hoşlanmaz. Anne babanın yanlışlarını bulup yüzlerine vurmaktan zevk alır.
Güzel ve yakışıklı görünmek için ayna karşısında saatler geçirir. Duyguları hızlı iniş çıkışlar gösterir. Çabuk sevinir. Çabuk üzülür. Bir gün önce sevdiğini söylediği arkadaşından bir gün sonra nefret ettiğini söyleyebilir. Çabuk sinirlenir, olur olmaz şeyleri problem yapar. İstekleri artmıştır. Kendisine tanınan hakları az bulur. Evdeki kuralların çokluğundan ve sertliğinden yakınır. Anne babanın uyarı ve nasihatlerine birden tepki gösterir, ters cevaplar verir. Verdiği sözde durmaz, sıkıştığında yalan söyler, dönüş saatine uymaz, yemeğe geç kalır. Odası dağınıktır. Savruk ve sakardır. Sık sık bir şeylere çarpıp devirir. Oburlaşmıştır, mutfağa girip çıktıkça bir şeyler atıştırır. Gel git akıllıdır. Her gün plan yapar, ama yaptığı plana uymaz. Derslere ilgisi azalmış, çalışma düzeni bozulmuştur. Cep telefonu elinden düşmez, arkadaşlarına mesaj yollar. Gizliliğe önem verir. Cep telefonunun ve eşyalarının karıştırılmasından hoşlanmaz. Bilgisayara meraklıdır, ancak faydalı ve zor programları öğrenmek yerine iternette sohbet (chat) yapmayı ve oyun oynamayı tercih eder.
Dersin başına oturur, ama uzun hayaller kurmaktan bir türlü kendini derse veremez. Anne babanın okul başarısı konusunda hassas olduklarını bildiği için, “okuyup ta ne olacak, futbolcular ve şarkıcılar daha çok kazanıyor, ben şarkıcı olacağım,” der. İstemekle şarkıcı olunamayacağını, bu işin yetenek, tahsil ve emek gerektirdiğini bilir; ama anne babayı kızdırmak ve tepkilerini ölçmek için ister. Aykırı fikirler ileri sürmekten, anne babanın yanlışlarını bulmaktan zevk alır gibidir.
Anne babalar, birkaç sene içinde düzelecek olan bu hızlı değişimlerin normal olduğunu bilmeli; gençle çatışma yaşamamak için sabretmeli, şiddet ve baskıya baş vurmamalıdır.
157-Ergenlik konusunda bilgi sahibi olmayan anne babaların çoğu yukarıda saydığınız ve normal olduğunu söylediğiniz belirtiler karşısında paniğe kapılmakta, gencin psikolojik yardım alması gerektiğini düşünmektedir. Sizce hangi belirtilerde psikolojik yardım alınması gerekmektedir?
Ergenlerde psikolojik yardım almayı gerektiren belirtileri kısaca şöyle sıralayabiliriz:
· Sıklıkla ağlama ve ağlamaya meyilli olma.
· Her zaman zevk aldığı aktivitelerden artık hoşlanmama ve ilgisiz kalma.
· İçe kapanma veya tam tersi hırçın ve saldırgan davranışlar gösterme.
· Sinirli, sabırsız ve doyumsuz olma.
· Normalden fazla uyuma ya da uyuyamama gibi uyku bozuklukları yaşama.
· Ders çalışma isteği duymama, okul başarısında düşme.
· Arkadaşları ve ailesi ile ilişkilerinin bozulması.
Bu belirtilerin en az altı ay süreyle devam etmesi ve düzelme göstermemesi durumunda anne babaların mutlaka bir psikologa baş vurarak psikolojik yardım almaları gerekir.
158-Gençler sınav kaygısınını nasıl yenebilir?
. Sınav kaygısını yenebilmek için, kaygının nereden kaynaklandığını, yani sebeplerini bilmek gerekir. Şiddetli olmamak ve korkuya dönüşmemek şartı ile kaygının faydalı olduğunu, motivasyonu artırdığını ve sorumluluk duygusunu güçlendirdiğini söyleyebiliriz. Aşırı kaygıya yol açan ve gence rahatsızlık veren sınavın kendisi değildir, sınavın genç için taşıdığı anlamdır. Bir çok öğrenci sınavla birlikte kişiliğinin ve varlığının değerlendirildiğini düşündüğü için kaygı duyar. Yeterince çalışmadığı duygusu, sınav sonucunu hayati bir mesele olarak görme, kendisini başkalarıyla kıyaslama ve sınav sonucunu hayati bir mesele olarak görme kaygıyı artırır. Artan kaygı, beyinde öğrenmek için gerekli olan protein zincirlerinin kurulmasını engeller.
Kaygıya yol açan sebepleri incelediğimizde çoğunun gerçekçi olmayan düşünce kalıplarından kaynaklandığını görüyoruz. Kaygıdan kurtulmanın veya kaygıyı azaltmanın çaresi bu düşünce kalıplarını değiştirmektir. Eğer bu kalıplar değiştirilebilirse, sınava bakış açısı da değişecektir.
Kaygıya yol açan bu kalıplar neydi? Sanırım, kaygıya yol açan en etkili kalıp, “sınav sonucunu hayati bir mesele olarak görme” idi. Böyle düşünen genç kendisine şu soruyu sormalıdır: Bizden önce sınav başaramayan binlerce, hatta milyonlarca gencin hayatı mahvolmuş mudur? Hayır. Diğer kalıp neydi? “Yeterince çalışmadığı duygusu.” Çok çalışmak yeterince çalışmak mıdır? Çok çalışmakla çok şey öğrenebilir miyiz? Hayır. Çok çalışarak çok şey öğrenemeyiz, ancak planlı ve sistemli çalışarak çok şey öğrenebiliriz. Kaygıya yol açan bir başka kalıp, “kendisini başkalarıyla kıyaslama” idi. Denemelerde birinin benden yüksek puan alması onun sınavda da yüksek puan alacağını garanti eder mi? Hayır. Öyleyse başkasıyla değil kendimle yarışmalıyım. Her sınavda aldığım puan bir öncekine göre yükselme gösteriyorsa başarılı sayılırım.
Bakınız, kalıplar değişince bakış açısı ve düşünce şekli de değişiyor; fazla kaygı duymaya gerek kalmıyor.
159-Anne babalar ve yetişkinler, çatışma yaşamamaları için, ergenle nasıl bir diyalog kurmalıdır?
Anne babalar ve yetişkinler ergenin yaşamakta olduğu o fırtınalı ve inişli çıkışlı dönemi anlamadıkları veya ciddiye almadıkları zaman çatışma yaşamaktan kurtulamazlar. Ergen çocuğuyla iyi geçinen anne babaları incelediğimizde çocukluğundan itibaren ona değer verdiklerini, onu sevdiklerini, onu ciddiye alıp dinlediklerini, duygularını açıkça dile getirmesine izin verdiklerini görüyoruz.
Ergenle anne babanın çatışması sadece ergenlik dönemine ait bir gelişme değildir. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, çatışmanın temeli çocukluğa dayanır. Çocukluk döneminde yeterince sevilmeyen, değer verilmeyen, duygularını açıkça ifade etmesine izin verilmeyen çocuklar, ergenliği çok zor atlatırlar. Ergenlik dönemi, anne baba desteğine en fazla ihtiyaç duyulan bir dönemdir. Bu desteği bulamayan gençler, çocukluk dönemleri de olumsuz geçmiş ise, aileden koparlar. Kopma, fiziksel olmaktan çok duygusal bir kopmadır. Genç, anne babanın ekonomik desteğine ihtiyaç duyduğu için, evi terk edemez. Anne baba ile aynı çatı altında yaşar, ama duygusal olarak onlardan uzaklaşmıştır; paylaşacakları bir şeyleri kalmamıştır.
Aileden, duygusal olarak kopan gençleri dinlediğimizde hak vermemek mümkün değil. Gençleri dinlediğimizde şu ortak şikayetleri dile getirdiklerini görüyoruz:
· Bana neler oluyor bilmiyorum. Bedenimde, duygularımda ve ruhumda çok şeyler değişiyor.
· Kendi kendime çalışacağıma söz veriyorum, ama çalışamıyorum.
· Annemin, babamın ve öğretmenlerin gözünde ders çalışan bir makineyim. İyi çalışır, yüksek notlar alırsam beni seviyorlar.
·
· Evde çocuk muamelesi görmekten bıktım. Ne zaman bir yanlış yapsam, “kocaman adam oldun,” diyorlar. Ama ne zaman bir istekte bulunsam, “sen daha çocuksun,” diyorlar.
· Büyüdüğümü bir türlü kabul etmiyorlar. Ben bu evde yaşadıkça hep çocuk kalacağım.
· Bizim evde büyükler eleştirilemez. Onlar her zaman haklıdır.
· Her şeyime karışıyorlar. Telefonlarımı dinliyorlar, odama izinsiz giriyorlar, ceplerimi karıştırıyorlar, günlüğümü bile okuyorlar.
· Anneme babama kişisel sorunlarımı açamıyorum. Beni suçlayacaklarından korkuyorum. Bu yüzden zayıf not aldığım zaman söylemiyorum. Bir kız arkadaşım olduğundan bile haberleri yok.
· Beni en çok kızdıran şey annemin veya babamın, “biz senin yaşında iken...” diye başlayan uzun nutukları.
· Annem babam beni hiç sevmiyor. Her sözüm, her davranışım onlara batıyor.
· Annem babam, hiçbir şeyimi beğenmezler; yaptığım her işte mutlaka bir yanlış bulurlar.
·
·
·
Ergenin bu şikayetleri çoğu anne babaları kızdırmaktadır. “Biz nerede hata yapıyoruz?” diye özeleştiri yapmak yerine “biz her şeyi onların iyiliği için yapıyoruz, ama onlar bunu taktir etmiyorlar, nankörlük yapıyorlar” diyerek gençleri suçlamaktadırlar.
160-Çocuğunun sigara, alkol ve uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklar edindiğini öğrenen anne babalara nasıl davranmalarını tavsiye edersiniz?
Anne babalarından yeterli sevgiyi, ilgiyi ve desteği bulamayan çocuklarda öz güven gelişmemekte; kendilerini değersiz ve kötü hissetmektedirler. Anne babalarının yanında değer bulamayan bu çocuklar, kendilerine değer veren, adam yerine koyan arkadaş çevresine sığınırlar. Sığındıkları arkadaş çevresi, genellikle kendileri gibi problemli ailelerden gelen çocuklardır. Bir araya gelmenin verdiği güçle kendilerini ihmal eden aileye baş kaldırırlar. Bu baş kaldırma fiziksel olmaktan çok ailenin değerlerine baş kaldırma şeklinde ortaya çıkan psikolojik baş kaldırmadır. Baş kaldırma sigara ile başlar; okuldan kaçma, hırsızlık ve alkol kullanımı ile tırmanış gösterir. Daha ağır vakalarda bunlara uyuşturucu kullanımı da eklenir.
Çocuklarında zararlı alışkanlıklar başladığını öğrenen anne babaların atacağı ilk adım, psikolojik yardım almaktır. Psikolojik yardım hem çocuğa hem aileye terapi vermekle başlar. Terapide öncelikle aileden çocuğun zararlı alışkanlıklara başlamasına yol açan hatalı tutumlarını değiştirmeleri istenir. Çocuğa da bilişsel (kognitif) terapi ile içinde bulunduğu durumun zararlarını fark etmesi sağlanır. Gerekirse ilaçla terapiye destek verilir.
161-Terbiye için güzel sözün ve nasihatin işe yaramadığı yerde gence dayak atma ve ceza verme doğru mudur?
Anne babalar çocuklarını terbiye ederken, genellikle kendi anne babalarından gördükleri gibi davranırlar. Çocukluğunda anne babasından dayak yiyerek terbiye edilen bir kadın veya erkek, anne baba olduğunda çocuklarını terbiye ederken sözün işe yaramadığı yerde dayağa baş vurmaktadır. Böyle bir anne babaya çocuğunu niçin dövdüğünü sorduğunuzda, onun iyiliği için dövdüğünü söyleyecektir. Dayak en kötü terbiye aracıdır. Anne baba çocuğunu döverken, ne kadar iyi niyetli olursa olsun, çocuk üzerinde iyi etki bırakmayacaktır.
Konuya bir başka açıdan bakacak olursak, aslında incitici olan ve çocuk üzerinde kötü etki bırakan dayağın kendisi değildir; dayak sırasında kullandığı aşağılayıcı sözler ve takındığı düşmanca tavırdır. Çocuk veya genç, dayağı hak etmiş olsa bile, dayak sırasında anne baba tarafından aşağılandığı ve hakaret gördüğü zaman sevilmediği ve istenmediği duygusuna kapılır. Atalarımız “tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır” demişler. Tatlı söze bir de sevgiyi eklerseniz mutlaka tesirini gösterecektir.
162- İnternetin gençler üzerindeki olumsuz etkileri nelerdir?
Geçenlerde bir anne aradı. Çocuğunun kötü arkadaşların kurbanı olduğunu, internet kafeye alıştığını, eve geç geldiğini, derslerini aksattığını; ne iyi sözün ne cezanın ne de dayağın bir işe yaramadığını söyledi ve psikolojik yardım istedi. Çocuğuyla konuşup konuşmadığını sordum. Annenin anlattıklarından ortaya şöyle bir hikaye çıktı: Çocuk evde bilgisayar olmadığı için internet kafeye alıştığını söylemiş. “Bana bir bilgisayar alırsanız, internet kafeye gitmem” demiş. Hikayenin burasında anneye dedim ki: “İzin verirseniz bir tahminde bulunacağım. Tahminim tutmazsa devam edersiniz. Oğlunuza bilgisayar aldınız, ama birkaç gün sonra yine internet kafeye gitmeye başladı, değil mi?”
Anne şaşırmış bir ses tonuyla: “Evet hocam, dedi, nerden bildiniz?” Anneye dedim ki: “Eksilerin bir sözü vardır. Derler ki: ‘Gönül ne kahve ister ne kahvehane; gönül ahbap ister kahve bahane.’ Çocuğunuzu internet kafeye çeken bilgisayar değil; bilgisayar bahane. Çocuk evinde rahat değilse, sizlerle paylaşacağı fazla bir şeyi yoksa; kendisini mutlu ve değerli hissedeceği bir başarısı da yoksa, aralarında kendisini mutlu hissedeceği bir arkadaş grubuna sığınır. Bu arkadaş grubu da kendisi gibi evinde rahat edemeyen çocuklardır.”
İnternet kafelere alışan ve internet bağımlısı olan gençler, genellikle ailesiyle ve gerçek hayatla uyum sağlayamayan, kendilerini değerli hissedecek bir başarısı ve hedefi olmayan gençlerdir. İnternet, yalanın bol olduğu bir sanal dünyadır. Yüz yüze iken söylemekten çekindiğiniz veya söylemeye utandığınız şeyleri rahatlıkla söyleyebilirsiniz. Karşınızdaki sıkılmazsa saatlerce sohbet edebilirsiniz. Filtre devreleri yoksa gayri ahlaki sitelere girebilirsiniz.
Psikologlar, internet bağımlılığını, sigara ve alkol bağımlılığı kadar ciddi bir bağımlılık olarak değerlendirmektedir. İnternet bağımlısı kişiler saatlerce sohbet etmekte, eğlence sitelerini dolaşmakta; böylece gerçek hayattan kopmakta, görevlerini ve sorumluluklarını ihmal etmektedirler. İnternet kafe, disko, eğlence yerleri zararlı alışkanlıkların filizlendiği mekanlardır. Sigara içmeyen, alkol kullanmayan bir genç buralarda kolayca sigaraya ve alkole alışabilir. Sigara ve alkol kullanan bir genç kolayca uyuşturucuya alışabilir.
Çocuğunu internet kafelerden uzak tutmak isteyen anne babalar, çocuğu evden uzaklaştıran hatalı tutumlarını değiştirmeleri gerekir. Bunu kendi çabalarıyla başaramayan, bir başka ifadeyle tutumlarının yanlış olduğunun farkında olmayan anne babalar psikolojik yardım alarak çocuklarını eve kazandırabilirler.
163- Kötü arkadaş edinen gencin anne babası ne yapmalıdır?
Biliyorsunuz, “Kötü Çocuk Yoktur” adında bir kitabım var. Bu kitapta vermek istediğim mesaj şu: Kötü çocuk yoktur, kötü eğitilmiş çocuk vardır. Kötü eğitim sonunda kötü arkadaş edinen bir çocuğun anne babası, verdiği eğitimin hatalı olduğunu bilmediği veya kötü eğitim verdiğini kabul etmek istemediği için “Çocuğum kötü arkadaşların kurbanı oldu,” diyerek kendini savunur. Biz de diyoruz ki, her çocuk ancak anlaşabileceği çocuklarla arkadaşlık yapar. Çocuklar, anlaşabilmek için, genellikle kendi ailesine benzer ailenin çocuklarıyla arkadaşlık kurar.
Kötü arkadaş edinen çocuğun anne babası öncelikle kendi tutumunu gözden geçirmelidir. “Ben nerede hata yapıyorum? ” demelidir. Çocuğa baskı yaparak, ceza vererek kötü arkadaştan koparamaz.
164- Anne baba, çocuğun eve giriş-çıkış saatlerini ayarlamada nelere dikkat etmelidir?
Eve giriş çıkış saatleri sorumluluk duygusuyla ilgili bir konu. Sorumluluk duygusu küçük yaştan itibaren ailede kazanılır. Anne baba, çocuk adına sorumluluğu üstlenir; devamlı neyi, nasıl ve ne zaman yapacağını hatırlatırsa çocukta sorumluluk duygusu gelişmez. Devamlı yardım alan, hazıra alışmış, aileye bağımlı bir çocuk kendi ayakları üzerinde durmayı, karşılaştığı bir güçlüğü kendi çabasıyla aşmayı öğrenemez. Bu çocuklar eve ne zaman girip çıkacaklarına dair iradeyi gösteremez, kendilerini arkadaşlarının iradesine ve olayların akışına bırakırlar.
Küçük yaştan itibaren sevilen, değer verilen, kendi ihtiyaçlarını yerine getirecek becerileri kazanması için desteklenen ve teşvik edilen çocuklarda öz güven ve sorumluluk duygusu gelişir. Eve ne zaman girip çıkacaklarını bilir, bu konuda anne babalarını uğraştırmazlar. Geç kalmalarını gerektiren bir durum ortaya çıktığında anne babalarına haber verir, onları merakta bırakmazlar.
165- Okuldan kaçan, derslerini ihmal eden gencin anne babası ne yapmalıdır?
Bir çocuk derslerini ihmal ediyor, üstelik okuldan da kaçıyorsa; ortada ciddi bir problem var demektir. Okuldan kaçan çocukların ailelerini incelediğimizde karşımıza büyük olasılıkla çok çocuklu, yoksul, geçimsizlik ve şiddetin yaşandığı, oturduğu evin kirasını ödeyemeyen, borç batağında, sağlıksız bir aile modeli çıkmaktadır. Bu ailenin durumu iyileştirilmeden çocuğun okuldan kaçışı önlenemez.
166- Gencin odasında veya çantasında müstehcen yayın gören anne baba ne yapmalıdır?
Bu sorunuza cinsiyet ve ahlak eğitimi açısından bakmamız gerekir. Küçük yaştan itibaren çocuğuna doğru cinsiyet ve ahlak bilgisi veren ailelerde bu tür problemlere pek rastlanmaz. Rastlansa da bunlar kalıcı etkisi olmayan küçük rastlantılardır. Cinsel konuların konuşulması yasak olan ailelerde çocuklar sağlıklı bir cinsel kimlik kazanamazlar. Cinselliğe ait bir soru sorduğunda ayıplanan ve azarlanan bir çocuk, cinsel konulardaki merakını arkadaşlarından veya başka kayraklardan gidermeye çalışacaktır. Bu kaynaklar çoğunlukla ahlaka aykırı, sağlıksız kaynaklardır.
Müstehcen yayınlara ve konulara düşkün gençler, öz güvenleri zayıf, kendilerini değerli hissedecek bir başarısı ve hedefi olmayan gençlerdir. Okul derslerinde başarılı, anne ve babasıyla birlikte olmaktan mutluluk duyan, boş zamanını değerlendireceği müzik, spor, edebiyat, dil kursu gibi hobileri olan bir genç, müstehcen konulara ve yayınlara itibar etmez.
167- Gençlerin üniversite, meslek ve eş seçiminde anne ve babaların müdahalesi ve yönlendirmesi doğru mudur?
Konferanslarımda çocuk haklarından bahsederken anne babaların dikkatini bu konu üzerine çekiyorum. Çocuğun temel haklarından biri yeteneğine uygun, olmak istediği yönde gelişerek, kendi özünü ve idealini gerçekleştirme özgürlüğüdür. Meslek ve eş seçimi bu özgürlüğün kapsam alanına girer.
Biz bilinci gelişmemiş, aidiyet duygusu baskın ailelerde çocuğa yeteneği ve arzusu yönünde kendini geliştirme fırsatı verilmez. Çocuk adına anne baba karar verir. Ne olmak istediği değil, ne olması gerektiği önemlidir. Müzik kursuna gitmek isteyen kızına baba tepki gösterir: “Müzik kursuna gidip şarkıcı mı olacaksın? Hayır, sen okuyup teyzen gibi doktor olacaksın,” der. Halbuki, müzik eğitimi alan, bir enstrüman çalmasını öğrenen kız çocuğu pek ala okuyup doktor olabilir.
Çocuklarımıza meslek ve eş seçiminde fazla baskı yapmaya ve onları bizim istediğimiz yönde karar almaya zorlamaya hakkımız yoktur. Doktor olmuş, mimar olmuş, mühendis olmuş bir çok genci sahnelerde şarkıcı olarak görüyoruz. Bu gençler müzik yetenekleri anne baba tarafından baskı altına alınmış, meslek seçiminde ailenin tercihine uymuş gençlerdir.
..........................................................................................................
Aşağıdaki ergenlik sorunlarına dikkat!
Uzmanlar görülebilen önemli sorunları şöyle sıraladı.
Boy kısalığı: Boy kısalığı, ihmal edilmemesi gereken, kronik hastalıkların habercisi olabilen ve genellikle tedavisi mümkün olabilen bir durum. Erken ergenliğe giren ve ergenlik dönemi kısa süren çocuklarda boy kısalığı gözleniyor. Tiroid hormonu, büyüme hormonu ve seks hormonları boyun uzamasını etkiliyor. Çocuk, akranlarından kısa ise, yılda 5 cm’den az uzuyorsa dikkatli olmak gerekiyor. Anne ve babanın boyunun kısa olması, çocuğun da boyunun kısa olacağı anlamına gelmiyor.
Cinsel gelişme yetersizliği: Özellikle ergenliğe geç giren erkek çocuklarda rastlanılan ve boy kısalığı ile birlikte görülen bir durum. Cinsel gelişme ergenlik dönemindeki hormonların salgılanması ile ortaya çıkıyor. Cinsel gelişmede yetersizlik gözlenirse, vakit geçirmeden mutlaka müdahale edilmesi gerekiyor. Özellikle mikropenis ne kadar erken müdahale edilirse ,tedavi şansı o kadar iyi olan bir durum.
Guatr: Ergenlik döneminde guatra sık rastlanıyor. Halsizlik ve yorgunluk en sık görülen belirtiler. Özellikle kız çocuklarında görülen bu durumun mutlaka tedavi edilmesinde fayda var.
Anemi: Ergenlik çağında, özellikle kız çocuklarında görülen bir hastalık olan anemi, halsizlik, yorgunluk, solukluk ve iştahsızlık gibi belirtilerle kendini gösteriyor.
Aşırı kıllanma: Kız çocuklarında,hormon bozuklukları nedeniyle oluşabiliyor. Özellikle adet düzensizliği ile beraber görülüyorsa vakit geçirmeden tetkik yapılıp, tedavi edilmesi gerekiyor.
Fiziksel sorunlar: Omurga eğrilikleri,bel ağrıları gibi ortopedik sorunlara ergenlik döneminde sıkça rastlanıyor.
Obezite: Obezite hangi yaşta görülürse görülsün mutlaka tedavi edilmesi gereken bir durum. Obez çocukların, özellikle ergenlikten sonra kilo vermeleri çok zor. Kalp hastalıkları,yüksek tansiyon, şeker hastalığı, yüksek kolesterol, solunum rahatsızlıkları, eklem hastalıkları, adet düzensizlikleri obezite ile doğrudan ilişkili hastalıklar arasında yer alıyor. Gerekli hormon çalışmaları yapıldıktan sonra tedavi yapılıyor.
Adet düzensizlikleri: Adet düzensizlikleri ve ağrılı adetler, ergenlik çağındaki kız çocuklarda sık rastlanıyor.
Erkeklerde meme büyümesi: Ergenlik çağındaki çocuklarda görülüyor. Hormonal bir bozukluk olup olmadığının belirlenmesi gerekiyor.
İnsüline Bağımlı Diyabet: Çocukluk çağı diyabetinin en sık rastlanıldığı yaşlar okula başlama yaşları olan 6-7 yaşlar ve ergenlikteki en hızlı boy artımının olduğu 13-14 yaşlarıdır. Çok su içme, çok idrara çıkma,zayıflama gibi belirtiler ile hastalık ortaya çıkıyor.
Kemik sağlığı: Vücuttaki kemik kitlesi en fazla ergenlik döneminde kazanılıyor. Genetik yatkınlık, beslenme,hormonlar ve egzersizler kemik kitle oluşumunu etkiler. İleri yaşlarda görülen osteoporozun temelleri çocukluk ve özellikle ergenlik yaşlarında atılıyor.
15.BÖLÜM
168- Bağışıklık Sisteminin Düşmanları nelerdir
Vücudumuzun içinde bağışıklık sistemi adı verilen şaşırtıcı ve bir o kadar da ilginç savunma mekanizması vardır. Bağışıklık sistemi insanoğlunu "mikrop" diye tanımlanan, enfeksiyona yol açabilen virus, bakteri, mantar ve parazit gibi mikrororganizmaların zarar verici etkilerine karşı korur. Bağışıklık sisteminizi daha iyi korumak için öncelikle düşmanlarınızı tanımanız gerekir. Stres-İş stresiİş tanımındaki belirsizlik, zaman yetersizliği, kişiler arası çatışma, kariyer belirsizliği, aşırı sorumluluk, yoğun iş yükü, iş güvenliği, fiziki mekan ise "iş stresi"ni tetikleyen faktörlerin bazıları. Dolayısıyla son yılların zor, rekabetçi ve aşırı çalışmaya dayalı iş ortamlarından kaynaklanan stresin, insan sağlığını tehdit eder duruma geldiğini söylemek hiç de yanlış olmaz. Uzun süreli kronik stres bağışıklık sistemini zayıflatıp, sağlığımızı tehdit eden durumlara neden olur: * Vücudun enfeksiyonlara karşı direncini azaltır * İnsanların üst solunum yolu enfeksiyonlarına yakalanma olasılığını 3-5 misli artırır. * Kanser, ülser insidansında artışa sebep olabilir. * Sırt ve omuz ağrılarını artırabilir. * Kalp krizi riskini artırır. * Yorgunluğa, bitkinliğe yol açar. * Metabolizmayı bozarak yaşlanmayı hızlandırır. .
OksijenHerkesin hayatta kalmak için ihtiyacı olduğu oksijenin sağlığımıza zararlı olabileceğini hiç düşünmüş müydünüz? Evet, aslında oksijenin iki yüzü vardır. Kötü olan yüzü ve iyi olan yüzü. Oksijen kullanan her canlı, "serbest radikaller" olarak bilinen şeyleri üretir. Serbest radikaller, hücreler oksijen tüketirken oluşurlar. yani serbest radikaller değişen oksijen molekülleridir. Serbest radikaller yaşam için gereklidir. Elektron taransferi enerji üretimi ve pek çok diğer metabolik işlevde temel oluşturur. Bu serbest radikaller kontrolsüz bırakılırlarsa, bağışıklık sistemimize zarar verme ve kronik hastalıklar gelişme riski ortaya çıkabilir. Bilim adamları 1954'lerden beri serbest radikallerin yaşlanma ve dejeneratif hastalıklara neden olduğunu bilmektedirler. Serbest radikaller, yaşadığımız her dakika oluşur ve büyük ölçüde vücudun kendi anti-oksidan ordusunun kontrolünde tutulmaktadır. UV RadyasyonuBağışıklık sistemi, UV ışınları gibi çevresel faktörlerden kaynaklanan değişimlerden zarar görür. Bilim adamları, güneş yanıklarının insanlarda güneşe maruz kaldıktan sonra 24 saat ve daha fazla süre içerisinde kandaki beyaz kan hücrelerinin hastalıkla savaşım fonksiyonunda bir azalma görüldüğünü belirtmişlerdir. UV radyasyonuna sürekli maruz kalma vücudun bağışıklık sistemini etkileyen zararlara neden olabilir. Hafif güneş yanıkları insanlarda ki bütün cilt tiplerinin bağışıklık fonksiyonlarını baskı altına alabilir. Yüksek gerilim hatlarının yaydığı radyasyon da insan sağlığını olumsuz yönde etkiliyebilmektedir. Bu etkileşim, insanın bağışıklık sistemi bozup, hastalıkların başlamasına yol açabilmektedir. Yüksek gerilim altında yerleşik insanlar, başta kanser olmak üzere birçok hastalığın kapısını aralayan radyasyondan korunmak için buralardan uzaklaştırılmalı, daha güvenli başka bölgelere taşınmalıdır. Kötü BeslenmeBeslenme vücudun direncine ve mikroplara etki edebilmektedir. Fazla yorgunluk, travmalar, yanıklar vb vücutta protein yıkımına ve böylece direncin azalmasına neden olur. Protein ve enerji bakımından yetersiz ve kötü beslenme durumlarında bağışıklık sisteminde görevli yapıların vücudumuzu savunma gücü zayıflar. Beslenme yetersizliği özellikle çocuklukta hastalıklara yakalanma ve ölümde büyük rol oynamaktadır. Eksik beslenme enfeksiyonlara ve bunların komplikasyonlarına zemin hazırlamaktadır. Oluşan enfeksiyon da beslenmeyi bozar ve bağışıklığı azaltabilir. AlkolAlkol keyif verici bir madde olarak günlük yaşantımızda yer almaktadır. Alkolün, özellikle kronik alkol alışkanlığının, organizmanın immun savunması üzerinde olumsuz etkiler yaptığı kanıtlanmıştır. UykusuzlukUyku sırasında vücudumuz ve beynimiz dinlenirken bağışıklık sistemi dinlenmez. Aksine işgalci organizmalara karşı hazırlık yapar. Eğer iyi dinlenilmezse bağışıklık sistemi bozulabilir. Yukarıda saydığımız etkenlerin dışında bazı ilaç tedavileri, yorgunluk, aşırı spor yapma, mevsimsel ve hormonal değişikliklerde immun sistemimizi zayıflatan faktörlerdendir. www.bagisiklik.com adresinden yararlanılmıştır.
[14.01.2006]
169-Bazı Besinlerin Faydaları
Unutulmaması gereken altın bilgiler
* 100 mililitresi 900 kalori olan zeytinyağı, 100 gramı 720 kalori olan tereyağdan daha kalorili.* Uskumru ve taze somon, depresyon ve intihar riskini azaltan Omega 3 yağ asitleri açısından en büyük kaynakların başında geliyor.* Yağ oranı düşük olan ve yüksek B vitamini içeren tavuk, sinir sistemi için çok yararlı.*100 gram domates soslu sardalya bir yetişkinin günlük kalsiyum ihtiyacının yarısını karşılıyor. Peynir ve yoğurt da kalsiyum açısından zengin besinler arasında yer alıyor.* Dişler için en yararlı iki içecek su ve süt. Asit içeren portakal suyu ise dişlerin minelerine zarar veriyor.* Biftekte yağ oranı çok düşük, yanındaki sos ve patates çok daha yağlı.* Kalp hastalıklarına ve kansere karşı büyük faydası olan antioksidanlar, A vitamini, C vitamini, E vitamini, Beta carotene ve selenyum en çok soğan, sarımsak ve kuruyemişlerde bulunuyor.* Haftada en az beş elma ya da her gün domates yiyenlerin akciğerleri daha sağlıklı oluyor.* Koyu yeşil yapraklı sebzeler yüksek oranda magnezyum ve çinko içeriyor.
170-Bazı meyveler ve yararları
Ağaç Kavunu; Kabızlığı giderir, kusmaya iyi gelir, marmelatı bronşit ve nefes darlığında faydalı.
Ahlat; İshali keser, kalbi kuvvetlendirir, idrar söktürücüdür, yaprak ve çiçeklerinden hazırlanan çay, iç kanamaya iyi gelir.
Ahududu; Anti-tartar etkisi var, dişler bu meyveyle fırçalanabilir.
Akasya; Çiçek ve yaprakları kaynatılıp balla karıştırılarak günde yarım bardak içilirse astıma iyi gelir.
Akdiken; İshal keser
Alıç; Kalp, damar ve sinir sistemi üzerine sakinleştirici etkisi vardır, yüksek tansiyonu düşürür, kalp kaslarını güçlendirir, emziren annelerin sütünü çoğaltır.
Antepfıstığı; Göğsü yumuşatır, idrar söktürücüdür, genel zayıflık ve bitkinliğe faydalıdır, yaprakları kaynatılıp içilirse kolesterolü düşürür.
Ardıç; Antiseptik özelliklidir, böbrek ve mesane hastalıklarına, macunu ise basur ve guta iyi gelir, romatizma ve burkulma gibi durumlarda ağrı kesicidir.
Armut; Ağız içi yaralarına, uykusuzluğa iyi gelir, hamile kadınların mide bulantısını giderir, tansiyonu düşürür, sinirleri teskin eder.
At Kestanesi; Ağrı dindiricidir, damar daraltıcı özelliğinden dolayı varis, flebit ve hemoroite karşı kullanılır, deri uçuklarına, nevraljiye karşı şifalıdır.
Badem; Hamile kadınlar karınlarına sürerse çatlamayı önler, basura sürülürse şifalıdır, yağı kulak ağrısına iyi gelir, cinsel gücü artırır.
Böğürtlen; Meyveleri çok gelen aybaşı kanamalarını azaltır, müsil etkisi yapar, antiseptik özelliği vardır.
Ceviz; Zekayı artırır, sindirim sistemi bozukluğunu giderir, dişeti çekilmesinde etkilidir, damar açar.
Çalı Çileği; Meyveleri mikrop öldürücüdür, ishal giderir, adet sancısını düzene sokar, kansere karşı vücudu koruyan enzimleri aktive eder, antioksidan özelliğe sahiptir.
Çoban Üzümü; Uzun süre kullanılmamak kaydıyla yaprakları idrar yolları hastalıklarına karşı şifalıdır.
Defne; Bağırsak kurtlarına, öksürüğe, migrene, kolite karşı etkilidir, böbrek ve mesane kumlarını döker.
Elma; Yeni çıkan sürgünleri kaynatılıp tatlandırılarak içilirse damar sertliğine iyi gelir.
Erik; Kalp çarpıntısını keser.
Fındık; Dimağı kuvvetlendirir, nezleye iyi gelir, menopoz döneminin kolay geçmesini sağlar.
Frenk Üzümü; İştah açar, mide rahatsızlıklarına iyi gelir, hazmı kolaylaştırır.
Frenk İnciri; Dizanteri ve ishale etkilidir, kan yapar.
Gilebor; Tansiyonu düzeltir, adale tutulmalarını ve spazmı hafifletir, kalp-damar sistemini rahatlatır.
Hurma; Kansere karşı koruyucudur, dişetlerini kuvvetlendirir, doğumu kolaylaştırır.
Hindistan Cevizi; Cinsel gücü artırır, gebelikte faydalıdır.
Hünnap; Guatr ve atardamar kireçlenmesinde faydalıdır, ağız, dişeti ve kulak iltihaplarına iyi gelir, tansiyon düşürür.
İt Üzümü; Yatıştırıcı, ağrı kesici etkisi vardır.
Kara Hurma; Bağışıklık sistemini güçlendirir.
Kadın Tuzluğu; Kalp çarpıntısını azaltır, bağırsak sistemini uyarır, tansiyonu düzenler, bağışıklık sistemini güçlendirir, yüksek dozu zararlıdır.
Keçiboynuzu; Öksürüğü keser, göğsü yumuşatır, cinsel gücü artırır.
Kocayemiş; Böbrek ve mesane iltihaplarına iyi gelir, bağırsak kurtlarını döker, mide ve bağırsak tembelliğini giderir.
Mezdeki Sakızı; Diş etlerini, çene kaslarını güçlendirir.
Mürver; Damar tıkanıklıklarını açar, balgam söktürür.
Pikan; Kolesterolü önler.
Saparna; Sedef hastalığına iyi gelir.Tavşan kirazı; Haricen kullanıldığında romatizma ve mafsal iltihaplarına bağlı ağrı ve şişkinlikleri azaltmakta faydalıdır.
16.BÖLÜM..Baş ağrıları ve sık sorulan sorular Baş ağrısı toplumda en sık görülen şikâyetlerin başında gelir. Baş ağrısı şikâyeti olanların oranı toplumda yüzde 90’lara ulaşır. Tüm baş ağrılarının yüzde 90’ını ise migren ve gerilim tipi baş ağrıları oluşturur. 171-Baş ağrılarının kaç tipi var?
Uluslararası Baş ağrısı Derneği baş ağrılarını 14 ana grup ve yüzlerce alt grup olarak sınıflandırmıştır. Doğrudan doğruya baş ağrısı tablosuyla ortaya çıkan, başka bir hastalıkla ilişkisi olmayan baş ağrıları primer baş ağrılarıdır. Bunlar migren, gerilim tipi ve küme baş ağrılarıdır. Sekonder baş ağrıları ise yüzde 10 oranında görülen, nedeni belli bir hastalığa bağlı olarak, beyin damar hastalıkları, sinir sistemi hastalıkları, beyin tümörleri, göz hastalıkları, sinüzit, menenjit gibi hastalıkların seyri sırasında ortaya çıkan baş ağrılarıdır. 172-Migrenin özellikleri nedir?
• Genelde ağrı başın tek tarafındadır • Ağrı zonklayıcı özellikte, orta veya şiddetlidir• Bulantı, kusma olur • Krizler (atak) halinde gelir• Ağrı 4 ila 72 saat sürer • Ağrı başlangıcında görme bozuklukları olur (auralı tipinde)• Baş hareketleri ve fiziksel aktiviteyle ağrı artar• Işıktan ve sesten rahatsız olma173-Migrenin kaç tipi vardır?
Genel olarak iki gruba ayrılır. ‘Aura’lı dediğimiz ön belirtili migren ve aurasız migren. Migrenlerin yalnızca yüzde 10’u auralıdır. 174-Migrenin aurası nedir?
Aura, ön belirtili migrende rastlanan şikayetlerdir. Bu belirtilerin çoğu görmeyle ilgilidir. Hasta, parlak ışıklar, zig zag çizgiler gördüğünü ya da görmenin bulanıklaştığını, bir alanda veya bir bölgede görme kaybı olduğunu söyler. Ayrıca kolda, bacakta uyuşma, baş dönmesi, konuşmayla ilgili bozukluklar da görülür. 20-30 dakika sürer ve ardından ağrı başlar.175-Migrenin nedeni biliniyor mu?
Çevresel faktörler, genetik olarak yatkın kişilerde, beyinde bir aktivasyon yaratırlar. Bu aktivasyon, beyin damarlarında genişleme yapar ve kimyasal maddeler açığa çıkar. Bunlar sinirleri uyararak ağrıya neden olurlar. 176-Migrende kalıtımın etkisi var mı?
Migrenlilerin yakın akrabalarında migren olma olasılığı yüksektir. Genetik bozukluk migrenin sadece bazı özel tiplerinde gösterilebilmiştir.177-Migren çocukluklarda da görülür mü?
Tüm migrenlilerin yüzde 10 - 15 kadarında hastalık, çocukluk çağında başlar. Migrenin çocukluk çağında görülme oranı ise yüzde 3 – 5 kadardır. Bu rakam ergenlikten sonra yüzde 10’ların üstüne çıkar. Uyku düzensizliği, uyuma güçlüğü, nedensiz kusmaları, alerjisi, araba tutması olan çocuklarda ileride migren gelişme olasılığı daha fazladır... 178-Migreni tetikleyen faktörler nelerdir?
• Yükseklik değişiklikleri• Hava kirliliği, sigara dumanı• Parlak ışık veya titreyen ışık • Yüksek ve devamlı gürültü • Parfüm kokusu, kuvvetli diğer kokular ve kimyasal maddeler• Hava durumundaki değişiklikler (basınç sıcaklık ve nem değişikliği, lodos)• Mevsimsel değişiklikler (sonbahar ve ilkbahar en kötü zamanlar)• Açlık, öğün atlama• Çok ya da az uyuma, uyku düzenindeki bozukluklar• Uçak yolculukları• Doğum kontrol hapları• Kadınlarda hormonal değişiklikler (adet dönemi)• Bazı yiyecek ve içeceklerMigreni tetikleyen faktörler arasında pek çok besin sorumlu tutulmaktadır. Ancak, her hastada migren ağrısını arttıran yiyecek farklı olabilir. Önemli olan kişinin ağrısını tetikleyen maddeyi kendisinin bulup, keşfetmesidir. 179-Migren kadınlarda niçin daha fazla?
Bu, kadınların hormonal düzeniyle ilgili bir durumdur. Menopozdaki kadında migren krizleri seyrekleşir. Hamilelikte de 3 ile 9’uncu aylar arasında migren krizleri azalır. 180-Gerilim tipi baş ağrısını migrenden nasıl ayırt edebiliriz?
• Gerilim tipi baş ağrısı çokluk stresten kaynaklanır• Tüm başı tutar, tepede etkilidir. Başın arkasından öne yayılma gösterir• Çok nadir tek taraflı olabilir• Bulantı olabilir ama kusma görülmez• Bir hafta - 15 gün ağrıyla (hafif) geçer• Ağrı kriz şeklinde olmaz• Ağrı başlamadan önce görme bozuklukları olmaz• Hareket etme ağrıyı artırma181-Migrende tedavi nasıl olmalıdır?
Tedavideki hedef, tetik çekici faktörleri azaltmak, sinir sistemindeki hassasiyeti ve ağrı sırasında ortaya çıkan damar ve damar çevresindeki olayları baskılamaktır. Temel tedavi, koruyucu ve atak tedavisi olmak üzere ikiye ayrılır. Eğer hastanın ağrıları ayda bir iki kez görülüyorsa sadece atak sırasında tedavi önerilir. 182-Atak-ağrı tedavisi nasıl yapılır ?
Ağrı tedavisinde basit ağrı kesiciler, steroid olmayan anti-inflamatuar ilaçlar, ergotaminli ilaçlar ve triptanlar kullanılır. Ağrı kesici ve Ergotaminli ilaçlar sık kullanıldığı takdirde ağrıyı sürekli yapar ve bazan daha ciddi yan etkilere yol açabilirler.Atak sırasındaki bulantı ve kusma için de anti emetik grubu ilaçlar verilir. Ağrı kesiciler atağın başında alınmalıdır. Emilimi hızlandırmak için de bulantıyı önleyici ilacın ağrı kesiciden önce alınması gerekir. 183-Koruyucu-önleyici tedavi nasıl yapılır?
Bir ay içinde atak sayısı üçü, dördü geçiyorsa o zaman sadece atak sırasında değil, migren atağını önlemeye yönelik ilaçları da kullanmak gerekir. Kişi ayda, ya da 6 ayda bir kez migren krizi geçiriyorsa uygulanmaz. Koruyucu tedavide ilaçlar her gün alınır. Bu amaçla kalp ilaçları, depresyon ilaçları, epilepsi ilaçları kullanılmaktadır. Ağrı kesicilerin hergün alınması sakıncalıdır.184-İlaç dışında tedavi alternatifleri var mı?
Gerilim tipi baş ağrısında biofeedback (geri iletim - gevşeme eğitimi), migrende akupunktur, kronik ağrılarda doku masajı, Riboflavin, magnezyum, ‘fever few’ bitkisi içeren ilaçlar alternatif tedaviler olarak kullanılmakta ve bazı hastalarda yararlı olmaktadır.185-Botox tedavisi migrende yararlı mı?
Son yıllarda baş ağrısı tedavisinde de kullanılmaya başlanan bu ilaç, sık gelen ve kronik ağrılarda bir tedavi alternatifi olmakla birlikte çok pahalı olması nedeniyle pratikte kullanılan ve öncelikli bir tedavi değildir.186-Sürekli baş ağrıları neden olur?
Sürekli ağrılarda sekonder bir neden olup olmadığı araştırılmalıdır. Daha önce periyodik gelen ağrıları olan hastalarda ağrılar süreklilik kazanmışsa hastanın çok sayıda ağrı kesici ilaç kullanmış olması, ya da altta psikolojik nedenlerin var olabileceği olasılığı düşünülmelidir. 187-İleri yaşlarda görülen baş ağrılarının nedenleri nelerdir?
İleri yaşlarda başlayan baş ağrılarında öncelikle altta yatan bir neden olup olmadığı araştırılmalıdır. Migren yaşla birlikte azalma gösteren bir hastalıktır. %2 oranında İleri yaşlarda başlayabilir. Özellikle ileri yaşta başlayan ve baş ağrısı nedeni olan iki hastalık temporal arterit ve hipnik (gece gelen) baş ağrılarıdır.188-Başı ağrıyan hasta ne zaman mutlaka doktora başvurmalı?
• Ağrı sürekli ve artan şiddette ise• İlk kez ağrıyla tanışan kişinin yaşı 10’un altında, 50’nin üstündeyse, • Daha önce mevcut olan ağrının şiddeti, şekli değiştiyse, tedaviye cevap vermiyorsa,• Baş ağrısı şimdiye kadar hayatında karşılaştığı en şiddetli ağrıysa ve ağrı bir fiziksel aktivite sırasında (ağır bir yük kaldırmak, cinsel ilişki) ortaya çıkmış ve şiddetini arttırmışsa mutlaka doktora gitmek gerekir. Kaynak: Hacettepe Üniversitesi
Baş ağrısına karşı öneriler Almanya’da yayınlanan ‘Gesundheit’ (Sağlık) dergisi, son sayısında başağırılarını önleyici tedbirleri sıraladı.
Almanya’da 47 milyon insanın düzenli bir şekilde baş ağrısı çektiği ve 10 milyonun ise migren hastalığından mustarip olduğu kaydedildi.
Aspirinin yararlarına değinilirken şu tavsiyelerde bulunuldu:
Hayatınınz düzenli olsun. Bol bol bitkisel çay için.Sessiz ve ışıksız bir ortam yaratın. Kesinlikle televizyon seyretmeyin. Hareket edip temiz havaya çıkın. Alnınıza buz torbası koyun. Kaslarınızı fazla sıkmayın, gevşetin. Her iki şakağınıza da aynı anda masaj yapın.
Alnınıza ve sırtınıza nane yağı sürün.
17.BÖLÜM....Bel sağlığı için 100 tavsiye
189-Bel fıtığı veya başka sebebe bağlı bel rahatsızlığı bulunan herkesin günlük yaşamda dikkat etmesi gerekenler...
- Bel sağlığını korumak için, çok ağır yükleri kaldırmayı denemeyin, kaldırılacaksa da mutlaka dizleri kırarak yani çömelerek yerden alın. Belden eğilerek kaldırmamaya özen gösterin. Hiçbir şeyi uzanarak almayın. Mesela telefon çaldığında veya raftan kitap alırken uzanmayın. Daima cisimlere yaklaşarak, arada mesafe bırakmaksızın alın.
www.belfitigi.com/
Oturmak bel kaslarını 'imha' ediyor
1- Herhangi bir ağırlığı taşımanız gerekirse yükü vücudunuza simetrik olarak paylaştırdıktan sonra taşıyın.2- Cisimleri bir yerden başka bir yere taşırken belinizin eğik değil de dik pozisyonda olmasına dikkat edin.3- Ağır bir yükü kaldırmayı denemeyiniz. Kaldırmak zorundaysanız başkalarından yardım isteyin.4- Hafif dahi olsa yerden bir cismi alırken dizlerinizi kırın ve çömelerek alın. Belden eğilmeyin. Yükü belinizle değil, bacaklarınızla kaldırın.5- Bir eşyayı alırken ona doğru uzanmayın, yanına iyice yaklaşınız ve öyle alın. Bir cismi yerden alırken de önce onu bedeninize doğru yaklaştırıp sonra yükseltin.6- Bir eşyayı taşırken de onu gövdenize yakın tutun. Taşınacak eşya vücudunuza ne kadar yakın olursa omurganıza binen yük o kadar azalacaktır.7- İki kişi iseniz ve bir eşyayı iki ucundan tutarak taşımanız gerekiyorsa, birbirinize haber vermeksizin eşyanın bir ucunu asla bırakmayın. 8- Bir cismi kaldırmadan önce onun ne derecede ağır olduğunu tahmin etmeye çalışın, ondan sonra yaklaşın. Kaldırma işlemine geçmeden önce cismi hafifçe yoklayarak bir kez de test edin ve ağırlığı hakkında tam bir fikir edindikten sonra kaldırın.9- Cisimleri bedeninizle değil de önce beyninizle kaldırdığınızı unutmayın. Bunun için ağır bir yükü mutlaka kaldırmanız gerekiyorsa, haltercilerin yaptığı gibi çok iyi konsantre olun. Kaldırırken yavaş ve temkinli hareket edin, ani hareketlerden kaçının. Adalelerinize ani yük bindirmeyin. Kaldırma esnasında karın kaslarınızı kasarak bütün kas gruplarınızı aynı anda çalıştırın. Karın ve sırt adalelerinizin kasılması omurganızı destekler.10- Ağır bir yükü belinizden daha yükseğe kaldırmayın. Hele bu yükü başınızdan yukarı kaldırmayı denemeniz tam bir felaket olabilir. 11- Ayakta iken belinizi sağa veya sola doğru rotasyon yaptırıp eğilerek yerden bir şey almayın.12- Yük elinizde iken dönmeniz gerekiyorsa belinizle değil, ayaklarınızın yerini değiştirerek dönün.13- Beliniz geriye doğru eğilmiş vaziyetteyken sırtınıza ağırlık yüklemeyin. Mutlaka yüklemeniz gerekiyorsa dizleriniz biraz kırılmalı ve vücudunuz öne doğru hafif eğik olmalı. 14- Ağır bir cismi bir yerden bir yere çekerek veya iterek tek başınıza götürmeyin.15- Bir cismi taşırken ayaklarınızın yere sağlam basması gerekir. Her iki ayağınız arasındaki mesafe de yaklaşık omuz genişliğinde olmalı ve ayak uçlarınız dışa bakmalı.16- Sandalye veya koltukta otururken dik bir pozisyonda olmaya gayret edin ve bunu alışkanlık haline getirin. Bu esnada diz eklemlerinizin kalça eklemlerinden daha yüksekte bulunmasında, ayak tabanlarının yere temas ederken düz konumda olmasında ve yere rahatça basmasında yarar vardır. Otururken zaman zaman pozisyon değiştirmeniz de iyi olur. 17- Yumuşak, alçak ve derin koltuklarda oturmayın. Stabil olmayan bozuk koltukların ve yumuşak iskemlelerin belinizi tehdit ettiğini unutmayın. Kol konacak sandalye ve koltukları tercih edin.18- Sandalyede otururken ayaklarınızın altına bir basamak çekerseniz daha rahat edersiniz.19- Abdest alırken, dişlerinizi fırçalarken ya da elinizi, yüzünüzü yıkarken lavaboya doğru eğilmeyin; belinizi olabildiğince dik tutmaya gayret edin. Bu yüzden evinizdeki lavaboların mümkünse biraz daha yüksekçe yapılmasını sağlayın.20- Her gün ez az 15 dakika yürüyün. Yürüme mesafesini giderek artırın. 21- Bir defa bel rahatsızlığı geçirmiş ve iyileşmişseniz, uzman doktorunuz size vereceği egzersizleri aksatmadan yapın. Çünkü düzenli egzersiz yapanlarda ağrının tekrarlaması daha seyrek görülür. Kronik ağrısı olan hastalar hafif ağrılı dönemde bile egzersizlerden yararlanırlar.22- Sağlıklı olsanız bile her gün kaslarınızı güçlendirici egzersizler yapın. Karın, sırt ve kalça adalelerinin vücudun tabii korsesi olduğunu unutmayın. 23- Egzersizleri, altında sunta veya tahta bulunan halı veya battaniye gibi sert bir zemin üzerinde yapın. 24- Egzersiz hareketlerinin sayısını gün geçtikçe yavaş yavaş artırın. Başlangıçta aşırılığa kaçmayın.25- Spor veya egzersiz yaparken ani ve zorlayıcı hareketlerden kaçının.26- Spor veya egzersize başlamadan önce mutlaka ısınma hareketleri yapın.27- Egzersiz sonrasında şiddetli ve 15 dakikadan fazla süren bir rahatsızlık ortaya çıkarsa uzman doktora danışın. Bir saati geçen rahatsızlık söz konusu ise o hareketi yapmayın.28- Günlük yaşantınızda ani hareketlerden sakının. Özellikle yataktan veya koltuktan kalkarken ani hareket yapmayın.29- Sandalyeden kalkarken bir ayağınız diğerinin önünde olmalı, bacak kaslarınız ve kollarınızın yardımıyla kendinizi yukarıya doğru iterken sırtınız dik pozisyonda bulunmalı.30- Yüksek iskemlelerde veya benzeri yüksek yerlerde oturmak bele binen yükü artırır. Bundan kaçının.31- Televizyon seyrederken veya herhangi bir gösteriyi izlerken koltukta sırtımızı kamburlaştırmak rahatsızlıklara yol açar.32- Her gün beyaz peynir ve bir tabak yoğurt yemeyi yada bir bardak az yağlı süt içmeyi adet haline getirin Güneş ışığından yeterince istifade edin.33- Vücut ağırlığınızı sürekli kontrol altında tutun. Alınan her fazla kilonun vücudunuz ve beliniz için ilave bir yük olduğunu, bunun da belinizin biyomekaniğini olumsuz yönde etkilediğini unutmayayın. 34- Uzman hekime danışmadan bel korsesi kullanmayın. Çelik balenli korselerin uzun vadede bel ve karın adalelerini zayıf bırakacağını unutmayın.35- Kesin teşhis konulup bel ağrınızın nedeni anlaşılmadan belinizi asla çektirmeyin ve maniplasyon (el ile müdahale) yaptırmayın. Bunun bazen felce kadar giden sonuçlara yol açtığını unutmayın.36- Üzüntü ve streslerin bel sağlığınızı da olumsuz yönde etkilendiğini bilerek ruh sağlığınıza özen gösterin. Ailevi sosyal veya iş hayatınızla ilgili problemlemlerinizi çözmek için gerekirse ilgili doktor ve şahıslardan yardım isteyerek köklü bir çözüme gidin. Lüzumu halinde bulunduğunuz ortamı geçici de olsa değiştirin veya tatile çıkın.37- Yaptığınız işi sevin. Stres altında ve iş yerinde mutsuz olan kişilerde bel rahatsızlıkları daha sık görülür. Bu nedenle meslek seçimi konusuna henüz hayatın başındayken gereken önemi verin.38- Günlük yaşamda gerginlikten kurtulmanın yollarını öğrenin. 39- Uzun topuklu veya topuksuz ayakkabı giymeyin. Ayakkabınızın topukları normal, ökçeleri yumuşak olsun. Orta topuk ayakkabılara alıştığınızda bunu mümkün mertebe değiştirmeyin.40- Sandalye veya koltuğa oturmak için kendinizi oturağınızın üstüne sanki düşüyormuş gibi bırakmayın. Yavaş yavaş kontrollü olarak oturma pozisyonuna geçin.41- Sandalye veya koltukta otururken, bir cismi (hafif dahi olsa) öne doğru eğilerek yerden almayın.42- Beliniz ağrıdığı dönemlerde alafranga tuvaletleri tercih edin. Tuvalete otururken en azından tek elinizi destek olarak kullanın. 43- Tuvalet ihtiyacınızı giderirken oturur pozisyonda öne doğru eğilmeyin. Ağrılı dönemde alafranga tuvalette ters oturmanız bu açıdan yarar sağlayabilir.44- Mutlak sert yatak istirahatinde iken ayaklarınızın altına birkaç yastık koyarak yükseltmeniz daha iyi olacaktır. Bu esnada yemeklerinizi yatarak yiyebilirsiniz. Namazlarınızı sağ yanınıza doğru yatarak işaretle kılabilirsiniz. Yastığınızın alçak olmasında da yarar var. Bu pozisyonda yorulursanız yan yatabilirsiniz.45- Yan yatışta kalça ve dizlerinizden çekerek bacaklarınızı toplar ve ana rahmindeki gibi kıvrılarak durursanız rahat edersiniz. İki bacağınızın arasına yumuşak bir yastık koymanız da iyi olur.46- Doktorunuz mutlak yatak istirahati vermişse tavsiyesine uyun. Bu tedavi esnasında ağrınız artıyor, durumunuz kötüye gidiyorsa doktorunuza bildirin. Birkaç gün içinde iyileşirseniz yine doktorunuzu haberdar edin. Uzman doktor hastanın tedaviye vereceği cevaba göre bu süreyi artırıp azaltabilir. Zaten ilk birkaç gün sonrasında hastalığın genel seyri kendisini belli eder. Prensip olarak hasta becerebildiği anda normal yaşantısına dönmelidir. Kriter hayat kalitesidir. Lüzumsuz uzamış yatak istirahati de doğru değildir.47- Yorgunluğa bağlı olarak beliniz ağrıyorsa usulüne uygun yapılan 10-15 dakikalık istirahat en iyi ilaçtır. Tam rahatlamak ve gevşemek için ayaklarınızı sandalyeyle yükseltirken boynunuzun altına da küçük bir yastık koyabilirsiniz.48- Sırtüstü yatarken yüksek yastık kullanmayın. 49- Yatağınız bel hizasından itibaren kırılabiliyorsa 45 derecelik bir açı oluşturacak tarzda ayarlayarak sırtınızı dayar ve dinlenebilirsiniz. Böyle bir yatağınız yoksa iskemleyi devirerek arkalığın üzerine yastık koyup aynı şekilde dinlenebilirsiniz.50- Bacaklarınız düz pozisyondayken, ayakta dimdik uzun süre hareketsiz kalmayınız. Münavebeli olarak bir ayağınızı öne doğru uzatıp pozisyon değiştirin veya yürüyün. 51- Sağlıklı iken düzenli olarak spor yapın. Yüzmeye önem verin, yürümeyi ihmal etmeyin.52- Daha önce bel rahatsızlığı geçirmişseniz, güreş, boks, judo, futbol, basketbol gibi mücadele sporlarından ve halter, jimnastik, golf, tenis gibi uğraşlardan uzak durun. Bunların yerine yürüme ve yüzme gibi sporları tercih edin. Beli fazla eğmeden bisiklete binmek de faydalıdır.53- Çocuklarınız hızlı gelişsinler diye onlara aşırı antrenman veya gereğinden fazla spor yaptırmayın.54- Çocuklarınızı oturarak ders çalışırken öne veya yana eğik durmamaları konusunda onları sık sık uyarın. Masada uzun süre çalışması gereken kişilerin öne eğilmemeleri için çalışma yüzeyinin bir miktar eğimli olmasında yarar vardır. Masanızın altına da ayak dinlendirme basamağı koyunuz.55- Raflardan kitap veya herhangi bir eşyayı alırken önce ayağınızın altına yükseltici bir şey koyunuz ve o eşyanın hizasına yükseldikten sonra alınız. 56- Çamaşır asarken yukarıya doğru uzanarak belinizi germeyiniz. İpin seviyesini boyunuza göre ayarlayınız. 57- Ayakkabınızı bağlamanız veya benzer bir hareket yapmanız gerekiyorsa, çömelerek veya yüksekçe bir cismin üstüne basarak yapın.58- Yataktan kalkarken önce tam yan dönün, daha sonra ellerinizle yandan destek alarak oturur pozisyona geçin ve öyle kalkın. Yatmak için ise önce yatak kenarına oturun ve bacaklarınızı yukarıya çekerken gövdenizi yatağa uzatın. 59- Otomobil kullanırken koltuğunuz sert olsun, arkaya dayandığınızda koltuk belinizi desteklesin ve adeta kavrasın. Uzun yola çıkarken de belinizi ince bir yastıkla destekleyin.60- Otomobile bindiğinizde koltuğunuzu pedallara yakın olacak şekilde ayarlayın. Dizlerinizin de kalçanızın biraz yukarısında durmasını sağlayın. Aksi halde beliniz rahat etmez. 61- Uzun süre araç kullanmayın. Şayet önünüzde kat edilecek çok uzun bir yol varsa sık sık mola vermeyi ve bu esnada biraz yürümeyi tercih edin.62- Arabanızın bagajını boşaltırken de eşyaları öne, ileriye doğru uzanarak almayın. Önce bir ayağınızı tamponun üzerine koyun, sonra belinizi fazla eğmeden bagajı boşaltın.63- Çocuklarınız okula giderken çantalarında mümkün mertebe az yük taşıtmaya çalışın. Bunun için sadece o günkü dersleri ilgilendiren kitap ve ders gereçlerini yanlarına almaları konusunda onları eğitin.64- Ütü yaparken tek ayağınızın altına 15-20 santimetre yükseklikte bir cisim koyarak hafifçe yükseltin, belinizin rahatladığını göreceksiniz. Bir süre sonra basamağın üzerine öbür ayağınızı koyun. 65- Elektrikli süpürgeyle veya paspasla yerleri temizlerken öne doğru eğilmeyin ve belinizi dik bir pozisyonda tutmaya gayret edin. Bu nedenle uzun saplı süpürge kullanmak daha yararlı olacaktır. Bahçede çalışırken de uzun saplı aletleri tercih edin. 66- Yatağınız sert olsun. Yattığınız zaman vücudunuz yatağa gömülmesin. Vücudu değişik şekillere sokan, stabil olmayan yumuşak veya çöküntülü yataklar sağlıklı değildir. Altında sunta veya tahta olan yataklar ile üzerine yatıldığında omurganın fizyolojik kıvrımlarına uyum gösterebilen kaliteli ortopedik yatakları tercih edin.67- Bilgisayar karşısında saatlerce hareketsiz veya uygun olmayan pozisyonda kalmak beli rahatsız eder. Bilgisayarda çalışırken başınız dik, beliniz ve kalçalarınız arka kısmı destekli, köprücük kemikleriniz yere paralel durumda olmalı. Gözleriniz ekranın üst düzeyi hizasına yakın konumda ve ekranı tam karşıdan görecek pozisyonda bulunmalı. Kollarınız rahat, önkol ve bilekleriniz aynı çizgi üzerinde yere paralel olmalı. Ayaklarınızı da bir destek üzerine koymanız daha iyi olur.68- Daha önce bel rahatsızlığı geçirdiyseniz zıplama hareketi yapmayın ve yüksek bir yerden asla atlamayın.69- Sağlıklıyken, günlük yaşantınızda tembel olmayın, hareketliliği tercih edin. Fazla harekete izin vermeyen iş ve hayat düzeni belinizi tehdit eder. Buna karşılık otobüs ya da metroda bir durak önce inmek, asansör yerine merdiveni kullanmak size çok şey kazandırır.70- Yürürken veya ayakta dururken vücudunuzun dik bir pozisyonda olmasına özen gösterin. Ağırlığınızı her iki bacağınıza eşit olarak paylaştırın. Ayakta dururken her iki omuz ve kalçanızın aynı hizada olmasına dikkat edin. Doğru duruşta çene içeri çekilmiş, baş dik, sırt ve bel düzdür. Bu duruşta kulaktan yere indirilen dik çizgi omuz ve kalçanın ortasından ve ayak bileği önünden geçer. Ayakta dururken sırt kambur, bel çukur, karın öne sarkık, göğüs yassılaşmış ve çene öne çıkmış olursa bu yanlıştır. Böyle bir pozisyon bele rahatsızlık verirken iç organlar da basınç altında kalır. 71- İşyerinde devamlı oturarak çalışıyorsanız, bu nun beliniz için sakıncalı olduğunu biliniz. Bu nedenle ara sıra kalkıp dolaşınız. Çünkü oturur pozisyonda iken belinize binen yük, aya kta iken olduğundan belirgin şekilde daha fazladır. Hatta yapılan araştırmalarda günlük mesaisinin büyük bir kısmını oturarak geçirenlerde bel fıtığına yakalanma riskinin ayaktakilere oranla daha fazla olduğu tespit edilmiştir. Oturarak çalışırken belinizi ince bir yastıkla desteklemenizde yarar vardır. 72- Sırtüstü yattığınızda veya bir halıya uzandığınızda bacaklarınızı dizlerinizden kırarak yukarıya doğru toplayın. Bu pozisyonda beliniz rahatlar ve ağrılarınız daha çabuk geçer.73- Yan veya sırtüstü pozisyonda yatarak uyuyun. Yüzüstü yatmayın. Sırtüstü dümdüz uzanmak da doğru değildir.74- Daha önce bel ağrısı tecrübesi yaşadıysanız testereyle odun kesmeyin. Şayet bu işlem esnasında alet takılırsa ileri ve geri doğru zorlayarak kurtarmaya çalışmayın. 75- İri cüsseli hayvanları yakalamak, yere yatırmak veya taşımak gibi zor bir işle meşgul olmak zorundaysanız tek başınıza çalışmayın. Bu işlemi birden fazla kişi beraberce yapın. İşi ehline bırakmak en iyisidir. 76- Saçınızı yıkarken öne doğru iki büklüm eğilmeyin. Yere diz çöktükten sonra dirseklerinizi küvetin kenarına dayayıp başınızı yıkayabilirsiniz. Daha da iyisi küvetin içine girip oturarak yıkanmaktır. 77- Bel rahatsızlığınız varsa kamyon, kepçe, greyder gibi belinizi sürekli sarsan iş makinelerini kullanmayın.78- Koltukta kitap okurken sırtınız arkaya yaslanmış ve başınız dik pozisyonda olmalı. Baş ve boyun öne eğilmiş şekilde okumak beli de rahatsız eder. 79- Masaya veya herhangi bir yere dayanarak dinlenecekseniz beliniz çukur vaziyette olmasın. Kalça ve dizlerinizi bükerek kendinize daha rahat bir pozisyon verin.80- Ayakta çalışırken ayağınızın altına alçak bir cisim çekin. Vücut ağırlığını zaman zaman bir bacaktan diğerine aktarın. Bulaşık yıkarken lavabonun altındaki dolabı açarak bir bacağınızı içeriye doğru sokarsanız rahat ettiğinizi göreceksiniz. 81- Çalışırken kendinizi aşırı yormayın. Bazen bir işten diğerine geçmek de dinlendirici olabilir.82- Merdivenlerden inerken bastığınız basamaklara çok dikkat edin. Bazen son basamağa geldiğinizi sandığınızda bir basamak daha vardır ve siz farkında olmadan tüm vücudunuzla aşağıya doğru düşersiniz. İşte bu çok tehlikeli bir harekettir, bundan kaçının. 83- Tarlada, inşaatta, işyerinde, evde çalışırken veya kar kürerken beliniz aniden ağrımaya başladıysa geri kalan işi bitirmek üzere gayret sarf etmeyip hemen istirahata çekilin. Sert bir zeminde sırtüstü uzanıp dizlerinizi hafifçe bükerek bacaklarınızı yukarıya doğru toplamış vaziyette 15-30 dakikalık istirahat oldukça rahatlatıcı olur. Eğer bu süre sonunda iyiye gidiş yoksa doktorunuza müracaat edin. Hastalığınız esnasında istirahat süresinin uzun mu yoksa kısa mı olacağını önceden kestirebilmek çok zordur ancak manyetik rezonans görüntüleme metodu uzman doktora bu konuda bir fikir verir.84- Sık sık eğilip bükülmenizi gerektiren bir iş yapıyorsanız belirli aralıklarla dinlenin. Bu dinlenme esnasında da belinizi aksi yönde esnetin. 85- Bebeğinizi beşikten veya yattığı yerden alırken ona doğrudan uzanmayın. Önce dizlerinizi kırarak çökün ve bebeğe yaklaştıktan sonra kucağınıza alın. 86- Bir yaşını geçmiş çocuklarınızı kucağınıza alıp sevmek için belinizden eğilerek ileriye doğru uzanmayın. Mutlaka dizlerinizi kırarak kucaklayın ve severken de yanınıza oturtarak veya beraberce yatarak sevin.87- Beliniz ağrıyor ve özellikle de ağrı bacağınıza vurmaya başlamış ise vakit geçirmeden uzman doktora müracaat edin. Doktor olmayan kişilerle kaybedeceğiniz vaktin bazen telafisi mümkün olmayan zararlara yol açabileceğini unutmayın.88- Kapı veya pencereyi açarken zorlanıyorsanız bu işi yapmak üzere daha güçlü bir kişiden yardım isteyin. 89- Karın kaslarının kasılmasıyla oluşan etki disk içindeki basıncı bariz miktarda azaltır. Günlük yaşantınız esnasında çeşitli yerlerde beklerken karnınızı içeri çekerek adalelerinizi gerin ve gergin vaziyette 10’a kadar sayarak soluk almadan öylece durun. Sonra yavaş yavaş gevşeyin. Soluk tutma süresini haftalar ilerledikçe giderek artırın. Karın kaslarınız kasılmış vaziyette soluk alıp vermeye alışın.90- Bel fıtığının en çok etkilediği alanlardan biri de kişinin cinsel hayatıdır. Bu konudaki sıkıntılarınızı doktorunuza anlatmalısınız. O size cinsel perhiz ve aktif cinsel hayatınızın ne şekilde olacağı konusunda geniş bilgi verir. Ancak ağrının şiddetini koruduğu süreçte ve akut dönemlerde cinsel perhiz uygundur. Şikayetler gerileyip kişi kendini aktif cinsel hayata hazır hissettiğindeyse çiftlerin yan yattıkları pozisyon (erkek arkada) tercih edilmelidir. Hastalığı geçirmiş olan kişinin altta bulunduğu ve belini hafif bir yastıkla desteklediği pozisyon da nispeten tavsiye edilebilir.91- Bel rahatsızlığı geçirmiş bir kişi olarak uçak biletinizi alırken ayağınızı rahatça uzatabileceğiniz bir yeri tercih ediniz. Uzun süreli yolculuklarda koltuğunuzu hafifçe arkaya yatırınız ve belinizi ince bir yastıkla destekleyiniz. Yolculuk esnasında sürekli oturmayıp ara sıra ayağa kalkarak bir miktar yürüyünüz. Yolculuk bitiminde valizlerinizi tekerlekli arabaya koyarak taşıyınız. Zaten valizleriniz tekerlekliyse problem olmaz. İmkan varsa sonunda sıcak bir küvete veya jakuziye girerek adalelerinizi rahatlatınız.92- Belinizin ağrıdığı günlerde çevrenizdeki insanlardan yardım istemekten çekinmeyin. Evde eşiniz ve çocuklarınız, iş yerinde ise arkadaşlarınız rahatsızlığı atlatmanızda size yardımcı olabilirler. Arabanızı bile birkaç gün süreyle başka birileri kullanabilir. Her işi bizzat kendiniz yapmak zorunda değilsiniz. 93- Doktorunuzun verdiği ilaçları tavsiye edildiği gibi kullanmaya özen gösterin. Mide problemi veya herhangi başka bir yan etki ortaya çıkarsa doktorunuza bildirin.94- Bel ve sırt ağrılarının bir kısmı günlük hayatta yaşanan stres, endişe, kızgınlık, kıskançlık, üzüntü ve bastırılmış öfke gibi duygular sonucunda ortaya çıkar. Devam eden bu tip duygular karşısında belirli bir çözüm ve rahatlama sağlanmazsa beyin vücudun herhangi bir bölgesinde ağrıyı başlatma komutunu sizden habersiz olarak verir. Böylece asıl meseleden kaçılarak ilgi başka tarafa çekilir. Bel de bu tip olaylardan sıklıkla nasibini alan bölgelerden biridir. Böyle bir mekanizmanın tuzağına düşmüş olan kişi minicik ağrılarını büyütür. Aslında bu şekilde çözülememiş duygusal problemlerden kaçılmaktadır. Doktora müracaat ettiğinizde yapılan tetkikler neticesinde ciddi bir hastalık teşhisi net olarak ortaya konamamışsa yukarıda anlattığımız mekanizma aklınıza gelsin. Bir taraftan asıl probleminizi bulup çözmeye çalışırken diğer taraftan telkinle hasta olmadığınıza kendinizi inandırıp “Hasta değilim!” deyiniz. Ağrılarınızın hafiflediğini hatta kaybolduğunu göreceksiniz. 95- Tedaviniz bitip yeniden iş hayatınıza döndüğünüzde faaliyetlerinizi yavaş yavaş arttırın. Hatta ilk birkaç gün yarım mesai ile yetininiz. Belinize aşırı yükleme yapmayınız. İş, aile ve sosyal hayatınızda bu kitaptaki öğütleri daima göz önünde bulundurunuz. 96- Alkol diğer birçok zararlarının yanı sıra kemik sağlığını da olumsuz yönde etkiler. Omur kemiklerindeki mineral kaybı ve sağlıksız yapı dolaylı olarak disklere etki eder. Alkol kullanmamaya özen gösterin.97- Sigara içenlerin vücudundaki tüm hücreler yeterli oksijen alamaz. Bu olaydan kalp, akciğer ve beyin başta olmak üzere bütün organlar etkilenir. Omur kemikleri arasındaki diskler de oksijensiz ortamda daha kolay dejenere olur ve zamanla kendilerini tamir etme yeteneklerini kaybeder. Böylece bel fıtığı gelişmesi riski de artar. Sigara ayrıca öksürüğü başlatır. Öksürük ise dejenere olmuş ve zayıflamış disklerin üzerine aşırı bir basınç uygulayarak bazen bardağı taşıran son damla olabilir. Sigara içmeyin, içiyorsanız mutlaka bırakın. Gönüllü kuruluşlardan ve kendi doktorunuzdan da yardım alabilirsiniz.98- Tek bir çeşit bel fıtığı olmadığı gibi, tek bir çeşit bel fıtığı tedavisi de yoktur. Öyle bir bel fıtığı vardır, yalnızca ilaç ve istirahat yeterli olur. Öylesi de vardır ki fizik tedavi ve diğer konservatif tedavi türleriyle iyileşir. Fakat bazı bel fıtığı hastaları da vardır ki mutlaka cerrahi girişim gerekir. Bu nedenle elindeki tek bir tedavi çeşidiyle tüm bel fıtığı hastalarını iyi ettiğini söyleyen şahıslara inanmayın. Sağlığınızı uzman doktorlara emanet ediniz. 99- Uzman doktor yaptığı muayene ve tetkikler neticesinde sizdeki bel fıtığının cerrahi girişim gerektirdiğine karar vermiş ise ameliyattan kaçmayın. Lüzumsuz kaybedilen zamanın bazen telafisi imkansız sonuçlara yol açtığını bilin. Prensip olarak cerrahi girişim son çaredir ancak yapılan bütün konservatif tedavilere rağmen iyileşme görülmüyor ve inatçı bir ağrı varlığını sürdürüyorsa cerrahiden çekinmeyin. 100- Her yere araba ile gitmek, televizyonu bile uzaktan kumanda ile açıp kapamak, sürekli oturarak çalışmak, kilo aldıracak her türlü besini umursamadan yemek doğru bir yaşantı değildir.
KAYNAK: www.belfitigi.com
190-Bebek ne zaman açık havaya çıkarılabilir? Hastaneden taburcu oldunuz ve eve geldiniz. Gün boyu bebeğinizle başbaşasınız. Arada sırada bebeği pusete koyup hava almak için ya da yakındaki bakkaldan ufak tefek alışverişinizi yapmak için dışarı çıkmak istiyorsunuz. Ancak bu kadar küçük bir bebeği dışarı çıkarıp çıkarmama konusunda kararsız kalıyorsunuz. Büyük olasılıkla çevrenizdekiler de en azından “kırkı çıkana kadar” bebeği dışarı çıkarmamanız gerektiğini söylüyorlar.Bunun doğruluk payı nedir? Bebeğimi ne zaman açık havaya çıkarabilirim diye düşünüyorsanız, bu sorunun cevabı bebeği hastaneden taburcu olduğunuz gün dışarı çıkarabileceğinizdir!Açık havada zaman geçirmek hem size, hem de bebeğinize iyi gelecektir. Uygun şekilde giydirilmeleri şartıyla yenidoğanların çoğu ortalama yaz ve kış ısılarını rahatlıkla tolere ederler.Ancak çok soğuk ya da çok sıcak havalarda dışarıda geçireceğiniz süreyi kısıtlamalısınız.Öte yandan başka kişilerin bulunduğu ortamlarda geçirilen zaman bebeğin mikrop ve hastalıklara maruz kalmasını artırır. Yenidoğanlar ise bağışıklık sistemleri henüz olgunlaşmadığından enfeksiyonlara daha açıktırlar.Bu nedenle doktorların çoğu bebek en azından 2 aylık olana kadar kalabalık iç mekanlardan uzak tutulmasını tavsiye ederler.
191-ÇİKOLATA ALIRKEN DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER
Kaliteli bir çikolata parlak, sert, gözeneksiz veya az gözenekli, kolay eriyen, damakta yağ tadı bırakmayan çikolatadır. Nugat, bileşiminde şeker, nebati yağ, süt tozu, kakao, lesitin, vanilya bulunan fındığa has bir maddedir. Pralin, fındık, şeker, süt tozu ve ayçiçeği yağından yapılan, pasta ve çikolata sanayiinde kullanılan bir maddedir. Çikolatanın % 46’sı bitkisel yağlar, yüzde 23’ü amitler, yüzde 16’sı proteinlerden oluşur. Ayrıca fosfor ve potasyum açısından çok zengindir. Bol miktarda demir içermektedir. 100 gr sütlü çikolatada 588 kalori vardır. Çikolata alırken şunlara dikkat edilmesi gerekir:
1- Ambalajında içinde bulunan maddeleri belirtilen çikolatalar alınmalı.
2- Tanınmayan markaların çikolataları tüketilmemeli.
3- Çikolataların üretim ve son kullanma tarihlerine mutlaka bakılmalı.
4- Çikolata adı altında satılan farklı ürünleri yanlışlıkla almamak için ülkemizin bilinen ve güvenilir markaları tüketilmeli.
5- Açıkta satılan çikolatalar ile son kullanma tarihi ve içinde bulunan maddelerle ilgili etiket bilgilendirmesi olmayan ürünler alınmamalı.
6- Üzerinde Türkçe açıklaması olmayan ithal çikolatalar alınmamalı.
7- 18-20 derecede, kokulu yiyeceklerin yanına konulmayan çikolatalar alınmalı.
8- Sıcaklığa maruz kalmış çikolataların kristal yapısı bozulur, beyaz bir renk alarak, kumlu bir yapıya bürünürler. Bu çikolatalar tüketilmemeli
www.hekimce.com
18.BÖLÜM.ÇOCUKLARIMIZ GELECEĞİMİZ
192-Çocuğa Nerede Nasıl Davranmalı?
Ebeveynler ödül ve ceza mekanizmasının uygulanmasını kesinlikle iyi bilmeli.
* Çocuk çok küçük yaşlardan itibaren olumlu bir hareket yaptığı zaman ödüllendirilmelidir. Çocukla iletişimde ödül mekanizmasını kullanırken, ödülün miktarını, yerini ve zamanını iyi ayarlamak gerekmektedir.* Sürekli maddi ödüller kullanılırsa bunun önemli bir mahsuru ortaya çıkabilecektir. Örneğin çocuk her olumlu davranışından sonra maddi bir ödülle ödüllendirilirse, zamanla yalnızca ödüle ulaşmak için çalışacaktır. Ödül verilmediği zaman ise istenilen davranışı yapmayacaktır. Bu yüzden zaman zaman maddi ödülün yanında, yaptığı işin kendi sorumluluğu olduğu anlatılmalı ve çocuğa sorumluluklarının yerine getirilmesi gerektiği vurgulanmalıdır.* Eğer yapacağı herhangi bir davranışın sonucunda çocuğa bir ödül vaat edilmişse bu kesinlikle yerine getirilmelidir. Yerine getirilemeyecek kadar büyüklükte vaat edilen bir ödül verilmediği zaman çocukta ebeveynlerine karşı güvensizlik duygusu geliştirecektir.* Eğer çocuk her istediğini farklı yollarla elde etmeyi öğrenirse isteklerinin sonu gelmeyecektir. Bu yüzden çok küçük yaşlardan itibaren çocuklar, elde edemeyecekleri şeylerin de olduğunu öğrenmeleri gerekmektedir.* Psikolojide kesinlikle fiziksel cezaya yer yoktur. Ceza genel olarak mahrum bırakma şeklinde verilmelidir. Örneğin, ’dersini çalışmazsan televizyon izlemene izin vermem’, ’odanı toplamazsan arkadaşlarınla oynamaya gidemezsin’ gibi.* Ödülde olduğu gibi yapılamayacak ceza da verilmemeli ve cezanın nedeni de mutlaka çocuğa açıklanmalı.
193-. ÇOCUĞUMUZUN UYUŞTURUCU
KULLANIP KULLANMADIĞINI
NASIL ANLARIZ
Uyuşturucu bağımlılığı günümüzde özellikle gençleri tehdit eden büyük bir tehlike durumundadır.Çeşidi ne olursa olsun bütün uyuşturucular zararlıdır.Doğru düşünme becerisi ve davranışları olumsuzetkileyen her madde uyuşturucudur,tehlikedir.Deneyenler bağımlılığa doğru yol almaktadır.
Uyuşturucu kullanımı paranoyaya,hissizliğe,dalgınlığa ve öğrenme bozukluğuna sebep olmakta ;motivasyonu düşürmektedir.Fiziksel gelişimi durdurmaktadır.Uyuşturucunun vucutta bıraktığı kalıcı izler bir sonraki nesli bile etkilemektedir.
194-NİÇİN uyuşturucu KULLANIYORLAR ?
Uyuşturucuya başlamak için birçok bahane söz konusu olabilmektedir:
Ümitsizlik,hayal kırıklığına uğramış gençlik aşkı,iş bulamama korkusu ,ailesiyle anlaşamama gibi problemler yaşanıyor olabilir.Genç uyuşturucu ile bu sıkıntılardan güya kaçmak isteyebilir.
Güzel bir gelecek vaad eden ve hayatta herşeye sahip olduğu düşünülen çocuklarda uyuşturucunun ağına düşebilir.
Bazen bir defa denemek veya merak için kullanmak da bağımlılığa götürebilir.
Kendini iyi hissetmek ,farklı görmek ,herhangi bir acı duymaktan kaçınmak,heyecan aramak,utangaçlıklarını yenmek içinde kullanabilirler.
195-KİMLER RİSK ALTINDA
Her genç az da olsa uyuşturucu riski altındadır.Ancak bazı durumlarda risk büyümektedir.
*Parçalanmış ailelerde yetişen gençler
*Yozlaşmış anti sosyal gençlerin yoğun olduğu ortamda olanlar
*Yurt dışında bir sürede olsa bulunanlar
196-UYUŞTURUCU KULLANIP KULLANMADIĞI NASIL ANLAŞILIR ?
Gün geçtikçe uyuşturucu kabusuna karşı daha sıkı tedbirler alınmasına rağmen bu korku dünyada pekçok ailede yaşanıyor.
Uyuuşturucuya karşı mücadelenin her yolu deneniyor.Bu yollardan biride ailelerin bu konuda uyanık olmasıdır.Yoksa genç itiraf etmeden bunu öğrenmek zordur.
Şu hususlara dikkat ederek aile çocuğunun uyuşturucu kullanıp kullanmadığını anlayabilir.
1)Eve gelmeyen,geç gelen çocuk neler yaptığını saklamaya çalışır.Ve gerçeği gizlemek için yalan söyler.Bazen o gece neler yaptığını nereye gittiğini gerçekten unutmuş olabileceğide göz önüne alınmalıdır.
2)Sakin bir kişi olarak tanıdığımız çocuğumuz aniden sinirli veya aşırı vurdumduymaz ,umursamaz,hiçbirşeyle ilgilenmeyen bir kişiliğe bürünür.Unutkanlığı artar.
3)Okuldan kaçmaya başlar .Özellikle öğle saatlerinde uyuşturucu aldıktan sonra ,okuldan sık sık kaçması dikkati çeker.Sınıfa daha sık geç gelir.
4)Ders başarılarında ani düşüşler ortaya çıkar.Kırıkları artar.Okuldan soğur,okulla problemler belirir.
5)Uyuşturucu kullananların fiziki görünüşlerinde bazı değişiklikler belirir.Tenin rengi hastalıklı gibidir.Yüzün rengi kaybolur,gözler çukurlaşır,bakışlar anlamsızlaşmaya başlar.
6) Aileden uzaklaştıkları gözlenir.Evde daha problemlidir ve sorumsuz davranırlar.
7) Uyku saatleri değişir .Gündüzleri uyuma isteği duyarlar.Gece ise ,uyuyamazlar.Çocuk uyuşturucuyu gece almışşa bütün gece gayet canlı olur ancak sabaha doğru yorgun ve huzursuz olduğu için yataktan kalkamaz.
8)Eski arkadaşlarıyla görüşmeye başlar .Yeni yeni arkadaşlar edinir .Bu yeni arkadaşları yaşça ondan büyük olurlar ve hiçbir zaman kendi ailesinin evine gelmezler.
9)Etraftakilerden sürekli para isterler ama bu paranın nereye gitiğini açıklayamazlar.Para bulamadıkları zaman hırçınlıkları son haddine ulaşır.Hiç iştahları olmaz ve devamlı kilo kaybederler.
10)Dolabından uyuşturucu kullanımına yönelik aletler,üstünden garip toz paketleri çıkabilir.
197-ŞÜPHELİ DURUMDA NE YAPMALI ?
Tabii bu belirtiler illede gencin uyuşturucu kullandığını göstermez.Anne –babaya korkutan pek çok değişiklik ,ergenlik çağının normal gelişimine ait olabilir .Gençlerin bir çoğu yeni arkadaşlar edinir aileleriyle daha az vakit geçirir ve yetişkinlerde çatışabilirler.
Yine de şüpheleniyorsak paniğe kapılmadan genci karşımıza almalı ve onunla samimi olarak konuşmalıyız.Duruma göre de bir psikiyatri uzmanından yardım almalıyız.
Eğer genç ,son 10 günde uyuşturucu maddelerden herhangi birini aldıysa idrar tahlili ile anlaşılabilir.
198-Çocuğun Yeteneklerini Geliştirecek Öneriler
1. Çocuğunuza amacına yönelik seçenekler önerin ve kendi başına bir seçim yapması için cesaretlendirin.Örnek: Ödevini bitirmesi gerekiyorsa, "Ödevini bitirmek için on dakika mı yoksa on beş dakika mı gerekli? " ya da;"Ödevini ne zaman bitirmek istiyorsun: okuldan gelince mi, yoksa yemekten sonra mı? Böylece arkadaşın oynamaya gelebilir."Bu tür sorular, seçeneği çocuğa bırakarak, yapacağı işler üzerinde bir miktar kontrol edinmesini sağlayacaktır.
2. Olumlu sonuçlar istiyorsanız olumlu yaklaşımlarda bulunun."Benimle bu tonda konuşma !" demeyin, ama onun yerine "Bu konuyu bana daha kibar davranacağın bir zamana erteleyelim." demeyi deneyin. "Benimle münakaşa edemezsin" demek yerine, "Bu konuyu kavgamız bittiği zaman tartışmayı tercih ederim." deyin."Buraya bak!" yerine "Beni dinlediğine emin olduğun zaman tekrar başlayacağım" demelisiniz. Konuştuğunuz dil olumlu olursa onun da tavrı olumlu olacaktır. Çocuğunuzun, sesinizin tonunu ve mimiklerinizi kolayca anladığını aklınızdan çıkarmamalısınız. Onunla cevap vermesini istediğiniz tonda konuşmalısınız, davranışlarındaki değişikliği hemen fark edeceksiniz.
3. Sorun yaşanan durumlarda, kısa dönem unutkanlığın üstesinden gelebilmek için "hatırlatıcı" ipuçları kullanın.Örneğin; Başkalarına bağırıp, vurduğunda, "Kendini kontrol edebildiğini bana gösterdiğin zaman ne istediğini konuşabiliriz."
4. Değişiklik yaşanacağı zaman, çocuğunuzu önceden uyarmayı unutmamalısınız. Dikkat Eksikliği Sendromu olan bir çocuk, dikkatini bir aktiviteden bir başkasına vermesi gerektiği zaman; kaybolmuşluk, endişe ve aşırı uyarılma duyguları yaşar. Değişiklik yaşanan bu zamanlar dikkatle ele alınmalıdır.Örneğin; Ertesi gün okul gideceği günlerin akşamında, 20:30'da yatakta olmasını istiyorsanız, 20:15'de "Sana kitap okuyabilmem için, on beş dakika içinde dişini fırçalayıp yatağa girmelisin." Sabahları hazırlanıp, vaktinde kapıdan çıkabilmesi için ona bir tekerleme öğretebilirsiniz, örneğin; "İki, dört, altı, sekiz çanta, öğle yemeği, ödev ve bekle...." Dikkat Eksikliği Sendromu olan çocukların çoğu müziğe çok yatkındır ve melodileri kolayca öğrenirler, ya da; Evde yapması gereken işler basamak basamak yazılarak bir yere asabilirsiniz.
5. Soğukkanlılığınızı kaybetmemelisiniz. Herkesin sabrının bir sınırı vardır, kendinize bir destek bulun. Dikkat Eksikliği Sendromu olan çocukların en iyi dinledikleri konuşma tarzı "öylesine" yapılmış sohbetlerdir. Öfkenizi gösterdiğiniz anda aynı tarzda bir tepki görürsünüz ve bu da sevimsiz kavgalara yol açar. Çevrelerindeki uyarılara çok açık olmaları, sizin ruh halinizi hemen "yakalamalarına" ve aynı şekilde size karşılık vermelerine neden olacaktır.
6. Kafasını taktığı ya da gereğinden fazla tekrarladığı hareketler konusunda, sizinle konuşmasının normal olduğunu ona aşılamaya çalışmalısınız. Bu hareketler, çocuk yorgun olduğu zamanlarda had safhaya ulaşacaktır. Böyle anlarda rahatlamasını sağlamak için çeşitli yöntemler denemelisiniz.
7. Fiziksel yan etmenlere önem vermelisiniz. Araştırmalar, ruhen mutlu olmanın iyi beslenme ve yeterli sporla münkün olduğunu ispatlamaktadırlar. Bu etmenler özellikle Dikkat Eksikliği olan çocuklarda büyük önem taşımaktadır. Karbonhidratlı yiyeceklere alışkanlık derecesinde bağımlılık gösteren çocuklar, spor aktiviteleri ile hiperaktiviteye yol açan baskılardan arınırlar. Ancak takım sporlarına katılmak, Dikkat Eksikliği Sendromu olan çocuklar için nredeyse olanaksızdır; bu yüzden kişisel yapılan sporlar, örneğin; ip atlamak, koşmak ya da bisiklete binmek önerilmelidir.
Bütün bunlara ek olarak, aklınızdan çıkarmamanız gereken en önemli nokta; kendi kendinize iyi davranmazsanız, çocuğunuza da iyi davranamayacağınızdır. Kendinizi iyi bir ebeveyn olamadığınızı düşünerek asla suçlamayın. Yaptığınız işin, dünyadaki en zor ve stresli işlerden biri olduğunu unutmayın. Yetişkin hayatlarında başarılı olmuş pek çok insanın çocukluklarında Dikkat Eksikliği Sendromu olduğunu daima hatırınızda tutun ve sevginiz ve inancınızla, çocuğunuzun ilginç ve mutlu bir insan olabilmesi için tüm becerilerini kullanabilmesine yardımcı olmaya çalışın.
[10.06.2006]
www.ailem.com
199-Çocuğunuza Faydalı Besinler Hangileri?
Sağlık ve Milli Eğitim Bakanlıkları’nca yürütülen "İlköğretim Çocukları İçin Sağlıklı Beslenme" projesi çerçevesinde, öğrencilere okullarda eğitim veriliyor. Uzmanlar, slayt gösterisi eşliğinde, soru-cevap şeklinde sağlıklı beslenme konusunda bilgiler aktarıyor.
"Çocuğunuzun her sevdiği besin onun için yararlı mı?".
- Kemikleri, dişleri ve kaslarının gelişimi, yaşına ve ağırlığına göre ideal boy uzunluğuna sahip olabilmesi için 2-3 su bardağı süt veya yoğurt, bir kibrit kutusu büyüklüğünde peynir,- Beyin gelişimi, hastalıklara karşı dirençli olması ve kansızlıktan korunması için 2-3 köfte büyüklüğünde et (tavuk, balık veya hindi), haftada 3-4 kez 1 adet yumurta, haftada 3-4 kez 1 porsiyon kurubaklagil, - Hastalıklara karşı daha güçlü olması, gözlerinin, dişlerinin, cildinin sağlığı ve kabız olmamaları için 5 porsiyon taze sebze veya meyve, - Enerji sağlaması, sinir sisteminin güçlenmesi için 4-6 orta dilim ekmek, 1 porsiyon pilav, makarna veya 1 orta dilim börek, 1 kase çorba.- Çocuğunuzu günde 3 ana 2 ara öğün olarak besleyin, - Sabah kahvaltısı yapmadan güne başlatmayın, öğün atlatmayın, - Ara öğünlerde çocuğunuzun beslenmesi için meyve, ayran, süt, taze meyve suları, peynirli sandviç, küçük kek veya poğaça gibi besinleri tercih edin, - İyotlu tuz tüketin, tuzu yemeğe ocaktan indirmeye yakın katın, - Çocuğunuzun günde 2-2.5 litre su/sıvı tüketmesini sağlayın, - Beslenme çantasını, evde yapılmış tost, yumurta, kek, poğaça, börek, taze meyve, ayran, salatalık, domates ve havuç gibi yiyeceklerle hazırlayın, - Beslenme çantasının temizliğine çok dikkat edin, - Çocuğunuzu açıkta satılan besinleri almaması konusunda uyarın, - El yıkama ve diş fırçalama alışkanlığı kazandırın, - Çocuğunuza yeterli ve dengeli beslenme alışkanlığı kazandırmak için örnek olun, aşırı yağlı, tuzlu ve şekerli besinler yerine sağlıklı besinler seçmesini teşvik edin, - Çocuğunuzun hareketli bir yaşam sürmesine dikkat edin, herhangi bir spor dalı ile ilgilenmesi konusunda destekleyin.
www.ailem.com
200-Çocuğunuzun Ateşi Yüksekse.NE YAPMALI..
Uzmanlar, kış aylarıyla birlikte artan ateşli hastalıklar konusunda anne-babaları uyarıyor. İnsan vücudunun çevre ısısındaki değişikliklere bağlı olmadan ısısını ayarlayabildiğini, bunun hormonların etkisi, metabolizma hızının düzenlenmesi, yüzeysel damarlarda daralma ya da genişlemeyle sağlandığını hatırlatan uzmanlar, ateşin en fazla enfeksiyon hastalıklarının seyri sırasında arttış gösterdiğini ifade etti. Ateşin 41 derecenin üzerine çıktığı durumlarda, beyin ve diğer organlarda yüksek ısıya bağlı zedelenme olabileceği, acilen doktora götürülmesi gerektiği belirtildi.201-Ateşlenmenin nedeni?Vücuda giren mikroorganizmalara karşı salınan plorojen maddeler, beyindeki ısı ayarlama merkezini uyarır. Bu nedenle vücut ısısında artış görülür. Ateşin yükselmesi, enfeksiyon hastalıklarında vücudun mikroplara karşı direncini sağlar. Ancak bu yükselmenin dengede ve kontrollü olması gerekir. Aksi takdirde ateşin yükselmesi zararlı olabilir. Çocuklarda havale geçirmeler bu yüksek ateşlere bağlı olarak görülür.
202-Çocuğunuzu Besleme Önerileri
Bebeğiniz dört aylık olana dek diyetini anne sütü ve/veya hazır mama oluşturur. (Çocuk hekiminiz buna, vitaminler ve demir ekleyebilir). Dört ile altıncı aylar arasında katı gıdalar eklemeye başlayabilirsiniz. Bazı bebekler üç aylıkken katı gıdalar almaya hazır duruma gelmesine karşın dil atma refleksi genellikle dördüncü aydan itibaren kaybolmaya başlar. Aslında emme işlevinde önemli bir rolü olan bu refleks yüzünden bebek, ağzına sokulan her şeyi; kaşığı, yiyecekleri diliyle iter. Dördüncü aydan itibaren bebeğinizin enerji gereksinimi artacaktır. Bebeğinize ek kalori sağlayacağından dördüncü ve altıncı aylar arasında katı gıdalara başlamak idealdir.Katı gıdaları vermeye başlarken gün içinde siz ve bebeğiniz için en uygun beslenme zamanını saptayın. Bu günün herhangi bir saati olabilir. Sizin en rahat olacağınız dikkatinizi dağıtacak başka işlerinizin olmadığı bir zamanı tercih etmeniz doğaldır. Sonraları, büyüdükçe sizlerle birlikte sofraya oturmak isteyeceğini unutmayın. Yedirirken başını çevirir veya ağlarsa onu zorlamayın. Katı gıdalara her ikinizin de zevk alacağı, hoşnut kalacağı bir dönemde başlamanız, herhangi belirli bir zamanda başlamaktan çok daha önemlidir. İstemiyorsa zorlamayın, emzirmeye ve ya biberonla beslemeye bir-iki hafta daha devam ettikten, sonra tekrar deneyin.203-Çocuğunuzu beslemeye Nasıl Başlamalı ?Boğazına kaçma riskini en aza indirgemek için bebeğinizin oturur pozisyonda (kucağınızda veya mama sandalyesinde) olmasına dikkat edin. Katı gıdaları kaşıkla verin. Bazı anne-babalar bunları biberonla vermeye çalışırlar. Bu yöntem bebeğin nefes borusuna yiyecek kaçma riski açısından sakıncalıdır. Ayrıca her öğünde aldığı besin miktarını aşırı bir şekilde artırabileceğinden aşırı kilo alımına neden olur. Bebeğinizin oturarak yeme işlevine -kaşıktan azar azar alarak, yudumlar arasında dinlenerek ve doyduğunda durmayı öğrenerek- alışması gereklidir. Tüm yaşamı boyunca onun sağlığını etkileyecek olan doğru yeme alışkanlıklarının temeli bu dönemde atılmaktadır.Küçük çay kaşığı kullanınBebek kaşıkları bile bu dönemdeki bebekler için fazla geniş olabilir. Bu yüzden en iyisi küçük çay kaşıklarından kullanmaktır. Yarım çay kaşığı (tatlı kaşığının çeyreği) veya daha az miktarlarla başlayın ve beslenme boyunca onunla konuşurak yardımcı olun ("mmm, bak ne kadar güzel…"). Büyük bir olasılıkla, başlangıçta şaşıracak ne yapacağını bilemeyecektir. Aşağılanmış veya kafası karışmış gibi görünebilir, burun kıvırıp, lokmasını ağzında geveleyebilir veya tümüyle reddedebilir. Bu tepkiyi anlamak zor değildir. Eskiden yedikleri ile şimdiki yediklerinin arasındaki farkı gözönünde bulundurursanız onu daha iyi anlarsınız.Katı gıdalara geçiş dönemini kolaylaştırmak için şu yöntemi deneyebilirsiniz: Önce bebeğinize biraz süt (meme veya hazır mama) verdikten sonra az bir miktarda katı gıdayı yarım çay kaşıklık yudumlarda verin ve öğününü yine süt ile bitirin. Bu yöntem çok acıktığı zamanlarda düş kırıklığına uğramasını önleyebildiği gibi, kaşıkla beslenme deneyimini meme emmenin verdiği hazla bağdaştırmasına yardımcı olacaktır. Ne yaparsanız yapın, katı gıdalarla beslenmeye başladığınızda yiyeceklerin çoğunu geri çıkaracak, bir kısmı yüzüne bir kısmı önlüğüne bulaşacaktır. Bu nedenle katı gıdaları yutmayı becerene kadar ona bir iki çay kaşığı vermekle yetinin beslenme öğünlerini çok yavaş arttırın.204-Neyle başlamalı?Birçok bebeğin tanıştığı ilk katı gıda, pirinç maması (pirinç püresi)dır. Bunu yulaf ezmesi ve arpa maması izler. Çok küçük bebeklerde allerjik reaksiyonlara yol açabildiklerinden buğday ve diğer tahıl ürünlerini daha sonra vermek uygundur. Küçük kavanozlarda açılıp yemeye hazır olanlardan kullanabilir veya paketlerde kurutulmuş bir şekilde satılan tahıl ürünlerine (cereal) hazır mama, anne sütü veya su ekleyebilirsiniz. Hazır ürünlerinin kullanımı daha kolaydır. Buna karşılık, kuru tahıl ürünlerinin hem demir içeriği daha fazladır ve hemde kıvamını bebeğinize uygun ayarlama olanağınız vardır. Özellikle bebekler için üretilmiş ürünlerden satın alırsanız, bebeğinizin besin gereksinimlerinin karşılandığından daha emin olursunuz.205-Katı gıdalara geçişBebeğiniz tahıl ürünlerini kabul ettikten sonra yavaş yavaş diğer katı gıdalarla da tanışmaya başlayabilir. Uygulayabileceğiniz sıralardan birisi: Süzgeçten geçirilmiş sebzeler; kabak, havuç gibi turuncu renkli sebzelerle başlayın (birçok bebek için altı aydan önce hazmı zor olduğundan mısır daha sonraları verilmelidir. Meyveler; elma, armut Et; tavuk, dana, hindi, koyun (alerji riski daha yüksek olduğundan deniz ürünlerine daha sonra başlanılmalıdır). Yeni gıdalara teker teker başlayın ve üç-dört gün boyunca başka yeni bir gıda vermeyin. Her yeni gıda ile birlikte ishal, döküntü veya kusma gibi allerjik belirtilerin olup olmadığını gözleyin. Bunlardan herhangi birini gördüğünüz anda, kuşkulandığınız yiyeceği diyetten çıkarın ve çocuk hekiminize danışına kadar tekrar vermeyin. Katı gıdalara başladıktan sonra iki-üç ay içinde bebeğinizin diyeti; üç öğüne bölünmüş: anne sütü veya hazır mama, tahıl ürünleri, sebzeler, etler meyvelerden oluşmalıdır. 206-Ek vitamin ve minerallerHazır mamalar gerekli bütün vitamin ve mineralleri içerdiğinden bunlarla beslenen bebeklere ek bir vitamin vermeye gerek yoktur. Anne sütü ile beslenen bebeklere D vitamini verilmeye devam edilmesi gerekir. Anne sütü ile beslenen bebeklerin ilk dört ay içinde ek bir demir gereksinimi yoktur. Doğumda vücudunda bulunan demir depoları ilk aylardaki büyümesi için yeterli olmasına karşın dördüncü ayda artık tükenmeye yüz tutmuş, buna karşın büyümesi hız kazandığı için demire olan gereksinimi artmıştır. Katı gıdalara başladığınızda gerekli demiri; tahıl ürünlerinden hazırlanmış ve demir eklenmiş hazır bebek besinlerinden (cereal), yeşil sebzelerden ve etlerden alacaktır. Silme, dört yemek kaşığı tahıl ürününde (cereal) 7 mg. demir vardır. 207-Bebeğiniz katı gıdalara başladığında ne gibi değişiklikler beklenebilir?Bebek katı gıdalar yemeye başladığında dışkısı daha değişken ve katı bir hale gelecektir. Gıdasındaki artan şeker ve yağ oranı dışkısının daha fazla kokulu olmasına yol açabilir. Bezelye gibi yeşil sebzeler dışkısını koyu yeşil renge, pancar türü gıdalar kırmızıya döndürebilir. Besinleri püre halinde yemiyorsa bir kısmını hazmolmamış olarak dışkısında görebilirsiniz(bezelyenin veya mısırın kabuğu gibi). Çocuğunuzun sindirim sistemi henüz tam anlamıyla gelişmemiştir, ve bütün bunlar normaldir. Ancak, dışkısı eğer aşırı gevşek, sulu veya sümüklü olursa bu sindirim sisteminin aşırı bir şekilde tahriş olduğu anlamına gelebilir. Bu durumda yediği mama miktarını azaltın ve daha sonra ise yavaş yavaş tekrar alıştırmaya çalışın.
www.ailem.com
208-
ÇOCUĞUNUZUN NELERE İHTİYACI OLDUĞUNU BİLİYOR MUSUNUZ ?
Çocuk evin, okulun, mahallenin, köyün, şehrin, kısacası hayatın çiçeğidir. Ve çiçeklerin büyümesi için suya ihtiyacı olduğu gibi çocuğun büyümesi, bedeni büyürken ruhunun küçük kalmaması için bazı gıdalara ihtiyacı vardır:
1. Çocuğun kayıtsız şartsız, su, hava ve ekmek kadar sevgiye ihtiyacı vardır:
Herkes çocukları sevdiğini söyler. Sevmek kadar sevdiğinizi hissettirmek de önemlidir. Sevdiğinizi hissettirmenin en kısa yolu onunla birlikte zaman geçirmenizdir. Çocuğunuzla küçük bir gezinti yapabilir, onunla alışverişe çıkabilir, onu seyredebileceği, ahlakını ve insani değerlerini yücelteceğine inandığınız sinemaya veya tiyatroya götürebilir, akşamları ödevine yardım ederek sevildiğini hissettirebilirsiniz. Unutmayalım ki “Hayat sevgi ile başlar ve sevgi ile devam eder”.
2. Çocuğun sınırlarını bilmeye ihtiyacı vardır.
Çocuk kendisini başkalarından ayrı ve bağımsız biri olduğunu ne kadar erken hissederse ruhen daha olgun kişiliğe erişecektir. Bunun için birtakım basit ama önemli kuralları uygulayabilirsiniz. Mesela yemeği sofrada yeme alışkanlığınızı disiplinli bir şekilde sürdürürseniz, sofrada ayrı bir sandalyesi ve kaşığı, tabağı olan çocuk kendisinin farklı biri olduğunun eğitimini almış olur. Uykusunu kendine ait yatakta uyuması da bu eğitimin bir parçası olacaktır. Çocuk bütün zamanını bilgisayar başında harcamamalıdır. Ya da keyfine göre oyun oynamamalıdır. Zamanını belli sınırlarla değişik işlere, oyunlara paylaştırırsanız çocuğunuz sınırları bilen, yerini ve kendi öz değerini fark edebilen bir kişilikte yetişir.
2. Çocuğunuzu sorumluluk sahibi olarak yetiştirmeye çalışın.
Çocuğun gelişimini sağlıklı sürdürebilmesi için önce kendine, sonra ailesine, topluma ve ülkesine karşı olan sorumluluklarının olduğunu öğretmeliyiz. Mesela, her yemekten sonra ellerini yıkamak, dişlerini fırçalamak, sağlıklı olduğuna şükretmek gibi öğretiler beden ve ruh sağlığı açısından çok önemlidir. İyi bir insan olması gerektiği, insanların en iyisinin diğer insanlara faydalı hizmetlerde bulunan kimsenin olduğu sık sık telkin edilmelidir. Böylece insanlara karşı sorumluluğu olduğunu bilerek büyüyen çocuk derslerini daha iyi çalışacak, daha güzel ve faziletli yaşamayı öğrenecektir.
4. Çocukların da diğer insanlar gibi övgüye ihtiyaçları vardır. Olumlu görülen her davranış alkışlanırsa daha olumlu davranışların yolunu açar. Övgü dozunda, içten ve inandırıcı bir şekilde olmalıdır. Yapmacık övgüler aksi tesir bile doğurabilir. Yapılmayan bir davranıştan dolayı sırf övgü olsun diye övgüler de bulunmak çocuğunuzun ruh ve karakter gelişimine bir katkısı olmayacaktır. Erişkinler zerafetli ve nezaketli olmakla çocuklara örnek olabilirlerse gelecek nesillere en büyük hediyeyi sunmuş olacaklardır.
5. Çocuğunuza özen gösterin, onun buna çok ihtiyacı var. Küçük ayrıntılara dikkat ederek özen gösterdiğinizi hissettirebilirsiniz. Misafirlere kahve ikram ederken, çocuğunuzu da hesaba katarak, ona “çocuklar kahve içmez” yerine evladım kahveni nasıl içersin ? Orta mı, şekerli mi ? diye sorabilirsiniz. Giydiği elbiselerin ütülü olup olmamasına, renk uyumuna özen gösterdiğinizi bu elbise sana çok yakışmış, ne kadar da güzel giyinmişsin böyle, aferin… gibi sözlerle onu fark ettiğinizi ve ona özen gösterdiğinizi hissettirmeye çalışabilirsiniz. Kendisine özen gösterildiğini hisseden çocuk daha dikkatli ve sorumlu davranış sahibi bir kişiliğe sahip olacaktır.
6. Çocuk özgür olmalıdır. Fakat özgürlüğün de bir sınırı vardır. Özgürlük başıboş, sorumsuz, sınırsız davranışlarda bulunmak değildir. Çocuk kendi sınırlarının ve başkalarına karşı sorumluluklarının olduğunun bilincinde olursa özgürce davranışlarda bulunabilir. Çocuğu özgürlük içinde bağımsız biri olsun niyetiyle yetiştireceğim diye onun her davranışını hoşgörür, hatalarına göz yumarsak şımartılmış çocuk sendromuna sebep olabiliriz. Arabanızla giderken çocuk mutlaka arka koltukta oturmalıdır ve emniyet kemerini takmalıdır. Çocuk istemiyor, söylüyorum dinlemiyor, ne yapayım ben de bıraktım ipin ucunu, ne hali varsa görsün demek doğru değildir. Güzel bir sözle, tatlı tatlı ikna edilerek, çocuğunuzu sabırla eğitmekten başka bir çare yok. Kıyamıyoruz, hadi kalbini kırmayayım derken şımarık, sınır tanımaz bir çocuk yetişmesine sebep olabilirsiniz. Çocuğunuza her şey aldığınız, her istediğini yerine getirdiğiniz halde o hala mutsuz ve doyumsuzsa, kendini dünyanın merkezi gibi düşünüp herkesin ve her şeyin kendi etrafında dönmesini istiyorsa, aşırı sinirlenme, taşkınlık gösteriyorsa aman dikkat !. Şımartılmış çocuk sendromuna doğru gidiş söz konusudur.. O halde, her şeyde ölçü, ikna metodu, şiddetten uzak sabır dolu eğitim yoludur.
7. Çocuğunuza paylaşmayı öğretin. İyi bir insan olarak yetişmesinin yolu paylaşmaktan geçer. Çocuklar 3-4 yaşlarına kadar her şeye “benimdir” der. Bu ağaç benim, bu anne benim, tabak benim, kuzular, kuşlar her şey benim demek çocuğun hoşuna gider. Bu sahiplenme duygusu 4 yaşına kadar normaldir, hatta daha sonra sahip olduklarını paylaşabilmek adına iyidir de. 4 yaştan sonra hala her şey benim diyorsa o zaman çocuğa hızlı bir şekilde paylaşma duygusu eğitimi verilmelidir. Mesela başka insanların da sahip olduğu eşyalar olduğunu, bu kalem babana ait, bu gömlek ablanın gömleği, bu saat anneninki, gibi sözcüklerle başkalarının da eşyalarının olduğu tekrarlanırsa çocuğun şuuraltında paylaşma duygusu daha kolay yerleşir. Anne ve babalar çocuğu paylaşmak için zorlamalıdır. Bu itici ve aksi tesir yapabilir. Çocuğunuzun cömert olmasını istiyorsanız küçük paylaşmalarını överek onu cesaretlendirmelisiniz. Çocuk çok sevdiği bir oyuncağı kardeşiyle ya da misafirliğe gelen diğer bir çocukla paylaşmak istemiyorsa, başka bir oyuncağı paylaşmasını tavsiye edebilirsiniz. İki çocuk paylaşma adına anlaşamıyorsa hemen müdahale edip taraf olmayın. Onların çözüm yöntemini biraz seyredin. Barışa ilk adım atan çocuğu aferin diyerek övün.
Evet, çocukların da çiçekler gibi sabırla ve sevgiyle büyütülmeye ihtiyaçları vardır. Zordur, ama eser kendini gösterdikçe tarifi imkansız bir mutluluk vesilesidir. Mutlu ve sağlıklı çocuklar bizim geleceğimizdir. Onlara yapılan her emek geleceğimize sunulmuş en güzel armağandır.
Prof.Dr. M.Ramazan YİĞİTOĞLUFatih Üniversitesi Hastanesi Başhekimi
Çocuklarımızı televizyona emanet etmeyelim ...
Televizyonun, hayatımızın önemli bir parçası haline geldiği bir gerçektir. Ülkemizde her 100 aileden 98'inin oturma odasında bir televizyon vardır.
Yetişkinler, günlerinin en az 2-3 saatini televizyon karşısında geçiriyor. Bu oran gençler ve çocuklarda daha da artıyor. Bir çocuğun günde ortalama 3 saat TV izlediğini düşünürsek, bu yılda 1.100 saat eder. Bu zaman dilimi, insan ömrüne göre hesaplanacak olursa, 70 yaşına ulaşmış bir kimse, ömrünün 7-10 yılını televizyon başında geçiriyor demektir.
209-Çocuklar neleri izliyor?
İlköğretim öğrencilerinin büyük çoğunluğunun, en çok şiddet içerikli yerli/yabancı dizileri, en az çocuk programlarını izledikleri belirlenmiştir. Yapılan araştırmalar, şiddet içerikli programları izleyen çocukların daha yüksek oranda fiziksel şiddete başvurduklarını ve fiziksel şiddeti bir çözüm yolu olarak benimsediklerini göstermiştir.
Son yıllarda, okullarda şiddet olaylarının hızla artmasında dizi ve programların etkisi en önemli sebeptir. Öğretmenler sık sık çocukların birbirlerine karşı hoşgörüsüz, bencil, sevgisiz ve rekabetçi olduklarından şikayet ediyorlar. Çocuklar aralarındaki en küçük bir anlaşmazlığı bile fiziksel şiddet kullanarak, birbirlerini tehdit ederek, gruptan dışlayarak ya da alay ederek çözmeye çalışıyorlar.
Şiddet en iyi TV’den öğrenilir!
Zaman zaman gazetelerde okuduğumuz "11 yaşındaki çocuk arkadaşını vurdu", "televizyondan etkilenen 8 yaşındaki bir ilkokul öğrencisi kendini gravatla gardıroba astı", "liseli öğrenciler birbirlerini bıçakladı" gibi haberler çocuk ve gençler arasında yayılan şiddetin boyutunu gözler önüne sermektedir.
Gençler şiddet uygulayıcısı "kahraman"ı örnek alıyor
Şiddet üzerine yapılan birçok araştırma çocukların şiddeti taklit ettiklerini göstermektedir. Ailece, beğenerek izlediğimiz pek çok dizide şiddet kimi zaman açık, kimi zaman gizli ve ince bir şekilde verilmektedir. Pek çok dizi karakteri, şiddeti tek problem çözme yöntemi olarak kullanmakta, saldırganlık ödüllendirilmekte, gücün
gereği olarak sunulmaktadır. Şiddet uygulayan karakterler haklı, sempatik, sihirli, doğaüstü güçlere sahip ve aslında iyi kalpli karakterler olarak yansıtılıyor.
Acı ve şiddet insanları duyarsızlaştırıyor
Ekranlarda sürekli kan, gözyaşı ve şiddet gören insanlar, bir müddet sonra kendi yakınlarında cereyan eden acılara karşı duyarsızlaşıyorlar. Televizyon, gerçeği bir film gibi algılamamıza neden oluyor. Vurulmuş bir bebek görüntüsünü ya da tankların üzerine yürüyen çocuk görüntüsünü bir Hollywood filmi izler rahatlığında seyredebiliyoruz. Çünkü daha önce bu tür görüntüleri, filmlerde defalarca görmüştük. İnsanların acı ve dramları şova dönüştürülüyor. Bu programları izleyenler, bir süre sonra komşusunun dramına.
TV’lerde pek çok yanlış davranış biçimi öğretiliyor
Her ne kadar TV yetişkinler için bir eğlence aracı olsa da, çocuk ve gençler için eğlencenin ötesinde bir anlam taşır. Televizyon, çocuk ve genç için gerçek dünyaya açılan bir pencere, kolayca bulamadıkları bilgileri edindikleri bir kaynak görevi de görür. Peki ailece izlediğimiz en popüler dizi ve programlarda karakterler, diyaloglar, tema ve hikayenin gidişi gençlere ne tür mesajlar veriyor?
Mesela, pek çok popüler dizide karşı cinsle nasıl konuşulacağına dair örnek söz ve davranışlar yer almakta, kadın-erkek ilişkileri özgürlükçü, risk almaya açık, romantizm ve cinsel odaklı işlenmektedir. Güzel kadınlar ve zengin erkekler, büyülü bir aşkın atmosferinde, her türlü ahlâki değeri yok sayarak bir araya gelmekte, evlilik dışı ilişkiler bu atmosferde olağan görülmektedir.
Kimi gençlik dizilerinde gençler otoriteye başkaldırmaya özendirilmektedir. Hedefe ulaşmak için her yolun mubah sayılması, lüks, boşanma, serserilik gibi konular pek çok dizinin temasını oluşturmaktadır.
Geleneksel değerler, bunu temsil eden karakterler alay konusu oluyor.
Dizi ve haber programlarını izleyerek, suç tekniklerini öğrenmek mümkün. Bir evin kapısı gizlice nasıl açılır, başkasının kredi kart bilgileri nasıl elde edilir, çanta nasıl kapıp kaçılır gibi. Bazı hukukçular 5 yaşından itibaren televizyon izleyen çocukların 15 yaşına geldiklerinde, 18 bin saldırı, cinsel taciz ve işkence yolu öğrendiklerini belirtmektedir.
Dizilerde cinsiyetlerin rol tanımları
Kimi dizilerde de kadın özgürlükçü, hırslı, başına buyruk, erkekler ise maço gibi görünmeye çalışsa da aslında zayıf, biraz da aptal olarak da işlenebilmektedir. Bazılarında da kadınlar zayıf, pasif, en büyük amacı erkeği elde etmek olan, kurtarılmayı bekleyen taraf, erkekler ise saldırgan, yarışmacı, güçlü, sürekli hizmet talep eden taraf olarak gösterilmektedir.
Geleneksel değerleri benimsemiş karakterler eğitimsiz gösterilirken, eğitimli ve karizmatik karakterler Batılı değerleri benimsemektedir.
Aynı şekilde, dizilerde yer alan mesajlarda, kadın ve erkekler akıl ve vicdanlarıyla değil, duyguları, tutkuları ve hırsları ile karar almaktalar.
Aşırı TV izleyenler gerçek dünyayı da "film" gibi algılıyor
Kişiliklerini şekillendirmeye çalışan gençler, dikdörtgen bir kutu içerisinde gördükleri yetişkinlerin ve başka insanların hayatlarını gerçek olarak algılayabilmekte ve onlar gibi yaşama arzusu duyabilmektedir. Örneğin, sürekli ekranlarda zenginlerin abartılı yaşam tarzını gören gençler, bu yaşamlara özenmektedir. Dizilerde orta sınıf bir aile bile, gerçek hayattaki orta sınıf bir aileden, çok daha zengin ve refah içinde tanımlanmaktadır. Karakterler hırsları veya duyguları uğruna her türlü riski kolayca almaktadır. Televizyonda duygusal ve fiziksel birliktelikler hep evli olmayan çiftler arasında cereyan etmektedir. Günde en az 3-4 saatini bu tür yaşamları izleyerek geçiren insanlar, bir müddet sonra gerçek hayatı bu şekilde algılayabilmekteler.
TV gizli kalmış duyguları açığa çıkarıyor
Televizyon, psikolojik bir uyaran görevi görerek, gizli kalmış ve henüz uyarılmamış duyguları açığa çıkarmaktadır. Çok küçük yaşlardan itibaren sürekli yetişkin yaşantısına ait görüntüleri gören çocuklar, daha erken bir yaşta ergenliğe girmekte, cinsel olarak daha erken olgunlaşmaktadır. Bazı dizilerde çocuk karakterlerin nasıl flört ettiklerini izleyen çocuklar, sınıf arkadaşlarına aynı şekilde yaklaşabilmekte, erken yaşlardan itibaren kız-erkek arkadaş edinebilme telaşına düşmektedir.
TV, kadın ve çocukları tüketim çılgınlığına sürüklüyor
Tüketime yönelik birçok ürünün tanıtımı, artık sadece reklamlarda değil, pek çok programın içinde yer almaktadır. Sadece dizilerde, özellikle kadın ve çocukları hedef alarak daha fazla tüketmeleri için, yüzlerce mesaj gönderilmektedir. Her gün izlediğimiz bu programlar suni ihtiyaçlar yaratmaktadır. Pek çok dizide çocuk ve gençler sigara, alkol kullanmaya özendirilirken, kadınlar daha fazla güzellik malzemesi kullanmaya teşvik edilmektedir.
Ayrıca hepimizin de bildiği ve tanık olduğu gibi, reklamlar, kısa süreli ve hareketli oldukları için 6-7 aylık bebekleri bile cezbetmektedir. Bu da henüz taze çocuk beyinlerin tüketim arzusu ve marka istekleri ile dolmasına neden olmaktadır. Reklam Yaratıcıları Derneği'nin düzenlediği konferansta sunulan bir bildiride, çocukların ailelerin satın aldığı ürün ve markaların % 67'sinde etkili olduğu belirtilmiştir.
Çocukların anne babaları ile ilişkileri bozuluyor
Televizyonda hem modern ve bakımlı hem de çocuğunun ihtiyaçları ile yakından ilgilenen anne modelini gören çocuklar, neden kendi annelerin de bu kadar bakımlı olmadığını ya da neden onların da sofralarında 4-5 çeşit yemek olmadığını sorguluyorlar. Çocuklar, dizilerdeki çocuk karakterlerden etkilenerek, babalarından bütçelerini aşan ürünler istiyorlar. Dizilerle, bu talepleri yerine getiremeyen ebeveynlerin suçluluk duyması sağlanmaya çalışılıyor. Bazı dizilerde ise ailenin sahip olduğu geleneksel değerler, gencin önünde bir engelmiş gibi lanse edilmektedir. Genç mutsuzdur ya da kötü yola düşmüştür; çünkü ebeveyni onu anlamamıştır.
Televizyon, kelime hazinemizi daraltıyor
Programlarda, Türkçe yanlış, kötü, yabancı özentili ve kısır bir şekilde kullanılmaktadır. İnsanoğlunun binlerce yıllık dostu olan kitap, televizyon karşısında fazla direnememekte, gençler kitap okumak yerine televizyon izlemeyi tercih etmektedir. Oysa kitap okumak dikkat yoğunluğu ve düşünmeyi gerektiren bir eylemdir.
Okumak zihinsel kapasiteyi geliştirirken, televizyon kitapta sayfalar dolusu anlatılan bir olayı saniyelik bir görüntüye indirgemektedir. Televizyonun bu hazırcı ve zihni kullanmayı gerektirmeyen özelliği, düşünmeyen, rahatına düşkün, yüzeysel bilgilerle donanmış bir neslin yetişmesine neden oluyor.
210-Televizyonun zararlarından nasıl kurtulabiliriz?
1Ailelere düşen, öncelikle çocuğu televizyon karşısında yalnız ve savunmasız bir biçimde bırakmamaktır. İzlediği programları mümkün olduğunca birlikte seyredin. Zaman zaman onunla konuşarak zararlı gördüğünüz konularda yorum yapın, "Bu çocuğun arkadaşına vurması çok yanlış değil mi? Konuşarak da problemini çözebilirdi" gibi.
2Çocuğunuzun her programı izlemesine izin vermeyin.
3Çocuğunuza model olun, siz de programlar konusunda seçici davranın.
4Çocuğunuzu televizyon izlemek yerine, kitap okumaya yönlendirin.
5 Çocuğunuzun odasına ve kendi yatak odanıza asla televizyon koymayın. Televizyon, oturma odasında ve merkezi olmayan bir yere konulmalıdır.
6 Zararlı gördüğünüz yayınları RTÜK'e bildirin. (Alo RTÜK hattı No: 178)
Çocuk ve gençlik dizilerinin analizi
Sihirli Annem:
Dizinin bütün sahnelerinde mutlaka olmadık bir sihirle olmadık bir şeyi anında yerine getiren sihirli insanlar, gerçek hayata ait genel geçer kuralları sihirle karıştırmaya çok müsait olan çocukları hayata karşı yabancılaştırıyorlar. Çocuklar, çalışarak kazanma yerine ütopik bir takım sihir dolu hayallere yönlendiriliyor.
Sihir yapan bütün insanlar bazı insanları "yağcı, yalancı" gibi sıfatlarla isimlendirerek, insanların özel hayatlarını sihirli küreleriyle "dikizleyebiliyorlar." Böylece de çocuklara ‘sizler de birbirlerinizin özel hayatlarını araştırabilir, aile sırlarınızı öğrenebilmek için her yolu deneyebilirsiniz’ mesajı gönderiliyor.
Her bölümde mutlaka alkol kullanımına yönelik gizli açık yönlendirme bulmak mümkün.
Dizideki büyükanne Dudu, kocasını köpek yaptıktan sonra başka erkeklerle "flört" yapabiliyor. Dizide güvensizlik, yalan, kandırma, iftira konuları eksik olmuyor.
Dizideki kahramanlar Yunan mitolojilerindeki "tanrı"lar gibi lanse ediliyor.
Hayat Bilgisi
Lise öğrencileri yılbaşı kutlamalarını dansöz eşliğinde yapıyor. Böyle bir partide içki kullanımının çok normal olduğu imajı veriliyor.
Ailelere alkol aldıktan sonra daha samimi bir ortamda itiraflar yapılabileceğini öğretiyor Hayat Bilgisi... Gençler "her anlamda" "özgür" olmalı telkinleri... Büyüklere, arkadaşlara yalan nasıl söylenir dersleri... Vasıfsız, aidiyetsiz, içi dolmamış "ilişkiler ağı" diziden yansıyanlar. “Lakapları” ile konuşan bir gençlik...
Garip kasıntıları ve konuşmasıyla dikkat çeken ve sürekli negatif enerji yayan bir din dersi öğretmeni.
Avrupa Yakası
Avrupa Yakası isimli dizide oynayan bir karakterin, “Kal geldi”, “Oldu gözlerim doldu”, “Oha falan oldum” hatta bunun daha seviyesizcesi “Çüş falan oldum” gibi kullandığı ifadeler bugün çoluk-çocuk herkesin ağzında. Bu durum özellikle çocuklarımızın dil gelişimini olumsuz yönde etkiliyor ve argo kültürü televizyonlar vasıtasıyla geniş kitlelere süratle yayılıyor.
Amerikan minikleri şiddet-kolik!
MEHMET BARANSU
15 yaşındaki Charles Andrew Williams, çelimsiz bir yapıya sahipti. Öteden beri arkadaşları tarafından her fırsatta aşağılanıyordu. Charles için en çok kullanılan tabirler; “ucube”, “kemik torbası” ve “salak”tı. California’nın San Diego kentindeki Santana Lisesi’nde okuyan Willams, 2001 yılının bir ilkbahar günü elindeki 22 kalibrelik silahla okulun soyunma odasına dalmış ve silahını orada bulunanların üzerine rastgele ateşlemişti. Çok fazla süre geçmeden üçüncü kez şarjörünü değiştirmiş ve tam 30 kez ateş etmişti. 2 arkadaşını öldürüp 13 kişiyi de yaralayan Charles, gülerek, “Ben yaptım! Yalnızca bendim!” diyerek, ellerini başının üstüne koymuş ve polisin gelmesini beklemişti. Tek başına böyle bir şey becerebildiği için ödül bekliyor olmalıydı.
14 yaşındaki Carneal’in hikayesi de Charles’ten farksız değildi. O, farklı bir atış tekniği sergilemişti. Kurbanlara (7 kişi öldürdü) birçok kez ateş etmek yerine, diğer hedefe geçmeden beklemiş ve kolunu ileri-geri hareket ettirerek, tek atışla hedeflerini vurmuştu. Avukatı Jack Thompson bu davranışını, “O, bunu kurşunların harcanmadığı bir video oyunundan öğrenmiş” cümleleriyle izah ediyordu. O da hiç sektirmediği ve birer kurşunla “işini bitirebildiği” için ödül bekleyen bir psikoloji içindeydi. Carneal ve Charles’in hikayeleri Amerika’da ne ilk ne de son. ABD sık sık kanlı okul baskınlarına sahne oluyor ve gençleri şiddete, kanlı saldırılara neyin sürüklediği tartışılıyor. Yapılan tüm araştırmalar, şiddet artışının en önemli sebebi olarak medyayı gösteriyor.
18 yaşına gelen çocuk en az 200 bin şiddet içerikli görüntü izliyor
Amerika’daki çocuklar 18 yaşına geldiklerinde en az 200 bin şiddet içerikli film, görüntü ve benzeri programlar izliyorlar. Bunların 18 bini kan ve cinayet içeriyor. İlkokulu bitiren çocuklar, 20 binin üzerinde ölüm, yaklaşık olarak 80 bin şiddet içerikli görüntüye tanıklık ediyorlar.
Bilgisayar ve bilgisayar ürünlerinin bu araştırmalar içinde olmadığı, yalnızca televizyon verilerinin kullanıldığı da düşünülürse, çocukların içinde bulundukları durumu tahmin etmek zor olmasa gerek.
The Center for Media and Public Affairs de 2003 yılında, televizyonlarda 1846 şiddet içerikli film ve görüntüyü teşhis etti. Bu görüntülerin büyük bir bölümü de sabah, 6 ile 9 saatleri arasında çocuklarla buluşuyordu.
“Televizyon seyretme ile suç oranının artması arasında bir ilişki var mı?” sorusu, Amerika’da son yıllarda tartışılan konuların başında geliyor. Gençlerin ölüm sebepleri arasında başı çeken sebep ise silah.
Çocuk tutuklu sayısı sürekli artıyor
14-17 yaşları arasındaki çocukların tutuklanma oranı 1950’de yüzde 4 iken, bu oran 1990’da yüzde 13,2’ye, 2003 yılında ise 18,6’ya yükseldi. 15-24 yaşlarındaki beyaz erkekler arasındaki cinayet oranı 1960’ta 100 binde 5,9 iken, bu oran yüzbinde 19,9’a, 2003 yılında ise 100 binde 37,4’e yükseldi. 1960’ta siyahlar arasındaki cinayet oranı 100 binde 43,7 iken 1990’larda bu oran 100 binde 109,1, 2003 yılında ise 400,3’ün üstüne yükseldi.
Marian Wright E. Çocuk Savunma Fonu “Çocukların çocukları öldürmesi trajedisinin, çocukların çocuk sahibi olması krizini gölgede bıraktığını” bildiriyor.
80’lerin ortalarında FBI raporlarına göre, 1950’den itibaren çocukların, fakirlerin ve kadınların işlediği suçlarda yüzde 300’lük bir artış oldu. Suça neden olan birçok faktör olmasına rağmen yapılan incelemeler sonucu bu kişilerin diğerlerine oranla daha fazla TV seyrettikleri ortaya çıktı.
Illinois Üniversitesi görevlilerinden Dr. Leonard Eron 400 seyirci üzerinde tam 22 yıl çalışmış. Araştırma sonucu doğumundan 8 yaşına kadar, şiddet içerikli film seyredenlerin 30 yaşına geldiklerinde çok ciddi suçlar işledikleri ortaya çıkmış.
Amerikan Akıl Sağlığı Enstitüsü’nün yaptığı araştırmada da, televizyondaki şiddetle gerçek hayattaki saldırganlık arasında bir bağ olduğu ve bunun 3 temel özellik üzerine kurulduğu görülmüştü:
1- Çocuklar saldırgan hareketleri TV’den öğreniyorlardı.
2- Gerçek hayattaki şiddete karşı duygusuz hale geliyorlardı.
3- Şiddet tarafından mağdur olduğu korkusu kazanıyorlardı.
Amerika’da işlenen okul cinayetlerinden sonra Ulusal Okul Güvenliğini Sağlama Merkezi, okul çağındaki çocukların saldırgan eğilimlerini anlamak üzere bir rehber hazırladı. Rehberde yer alan ipuçları şöyleydi: “Öğrenci sık sık öfke nöbetleri geçiriyor ve kontrolünü kaybediyorsa, okuldan kaçıyor, uzaklaştırma alıyorsa, kovulmuşsa, ailesinden veya kendini yetiştiren herhangi birinden yakınlık görmüyorsa, şiddet içeren konuşmalar ve hareketler yapıyorsa, okula bıçak, silah vb. getiriyorsa, alkol, uyuşturucu ve diğer maddelere karşı ilgisi ve bağımlılığı varsa, içine kapanıksa” bu özellikleri gösteren öğrencilerin, cinayet işleme riski oldukça yüksekti.
Evde çocuğunuzdan sürekli kötülük yapmasını isteyen biri var!
Cinayet psikolojisi uzmanı Dave Grosman ise medyanın çocuklara birçok örnek alacak kişilikler sağladığını düşünüyor. “Çocuklar televizyonda gördükleri kişilikleri taklit etmeyi seviyor. Trajik olarak medyadan etkilenmiş taklit suçlar, hayatımızın bir gerçeği olarak karşımızda duruyor. Bu gerçekler Tv kanallarının konuşmayı tercih etmediği gençlik suçlarının bir parçası.”
Yale Üniversitesi görevlilerinden Dr. Jerom Singer’in şiddet ve Tv üzerine yaklaşımı ise oldukça ilginç. Ona göre aileler, evlerinde ne olduğunun farkında değiller. Aileler evlerinde yabancı birinin olduğunu akıllarından çıkartmamalı ve şöyle düşünmeliydi:
“Evinize geldiğinizde yabancı biriyle karşılaşıyorsunuz. Bu kişi, çocuklarınıza kavga etmeyi, dayak atmayı, dövüşmeyi öğretiyor. Ya da buna benzer tüm argümanları satmaya çalışıyor. Siz bu insana ne yaparsınız? Onu biraz da şiddet kullanarak evden atmaz mısınız? İşte size örnek. Eve geliyorsunuz ve başköşedeki Tv’niz çocuğunuza aynı şeyleri satmaya çalışıyor!
ABD’de raporlar titizlikle hazırlanıyor; ama...
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Anabilim Dalı master tezim olan Amerika’daki Çocuk Cinayetleri ve Medya Etkisi konulu araştırmam için Colombia Üniversitesi ve Amerikan Çocuk Sağlığı Enstitüsün’de kısa süreli incelemelerde bulundum. Programların şiddet, cinsellik dahil her yönden içeriklerinin çözümlendiği bu araştırmalarda, çocukların sağlık, sosyal, duygusal ve olayları kavrama gelişimi yönünden veri değerlendirme programlarına da katılma şansım oldu. Çalışmalarla çocukların günde kaç saat televizyon izledikleri, filmlerdeki şiddet oranı ve bunların küçükler üzerinde oluşturabileceği olumsuz etkilerle ilgili sonuçlar ilgili doktorlar tarafından değerlendirilip, rapor halinde üniversitelere, aile-sağlık, sivil toplum kurumlarına ve RTÜK’ün karşılığı olan Federal Communications Commission’a (FCC) değerlendirilmek üzere gönderiliyor. ABD’de hemen hemen her üniversitede benzer araştırmalar yapılıyor ve ilgili kurumlar bu konuda raporlarla bilgilendiriliyor.
FCC’nin herhangi bir cezai müeyyide imkanı olmadığı için sadece incelikle rapor tutulmuş ve kamuoyu bilgilendirilmiş oluyor.
Türkiye’de rapor da yok, önlem de!
Amerika’da konuyla ilgili, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, hastaneler, psikologlar ve yüzlerce kuruluş konuyla ilgili bu çalışmaları yapıp, ilgili kurumlara rapor olarak aktarırken, Türkiye’de bu çapta, sistemli bir araştırmadan bahsetmek, maalesef mümkün değil. Bugün Türkiye’de bir çocuğun ne kadar televizyon izlediği, günde, ayda kaç adet şiddet unsuruyla yüz yüze geldiği, nasıl etkilendiği gibi konularda herhangi bir bilgi bankasının bulunmaması da acı; ama gerçek olarak önümüzde duruyor. Üniversitelerin ilgili bölümlerinde hiçbir verinin olmaması da işin diğer bir yanı. Emniyet’in kamuoyuna aktardığı bilgiler de sınırlı dahi olsa 10-15 yıl sonraki Türk gençliğinin profilini ortaya koyması bakımından oldukça önemli. “2004’ün ilk 10 ayında 27 bin 141 çocuk şiddet mağduru, 0-18 yaş arasında 84 bin 926 çocuk da ‘suç’ kurbanı ya da aktörü olmuş.”
RTÜK’e ayrılan ve milyonlarca YTL’lik bir meblağ tutan miktardan ayrılacak tahsisatla konuyla ilgili olarak akademisyenlerin yapacağı bilimsel çalışmalar desteklenebilir.
05.02.2005 Hazırlayan: Psikolog Çiğdem Alpars
www.zaman.com.tr
211-Çocuklarda Bilgisayar Kullanma Yaşı NE OLMALI
Bilgisayar, bir zamanlar televizyonun olduğu gibi, baş köşeye oturtuldu. uzmanlar ise, çocukların erken yaşta bilgisayar kullanmaya başlamalarını sakıncalı buluyor. İşte öne sürülen çekinceler;* Çocuğunuzun 7 yaşından önce bilgisayar kullanmasına izin vermeyin. Sosyal ve fiziksel gelişiminin sağlıklı olabilmesi için bilgisayarda vakit geçirmek yerine sanat kurslarına gönderin. * Bilgisayar ve televizyonun ailenizi teknolojik yalnızlığa itmesine izin vermeyin. Evladınızın kontrolsüz bilgisayar kullanımını önlemek için ona zaman ayırın, ilgi gösterin. Haftada en az bir gün aile içi toplantılar yaparak duygu ve düşüncelerinizi paylaşın. * 1 saatten fazla bilgisayar başında kalmasına müsaade etmeyin. 1 saat içinde de 10-15 dakikalık aralar vermesini sağlayın. * Bilgisayarın eğitimde kullanılan tek araç olmadığını bilin. Çocuğunuzun eğitimi ve yeteneklerinin gelişiminde sanat, kültür, okuma, dil bilgisi, spor, müzik, satranç ve doğayla ilişki kurmasının daha etkili olacağını unutmayın. * Çocuğunuzun bilgisayar ekranına tam karşıdan bakmasına engel olun. Ekrana mutlaka koruyucu filtre taktırın. * Bilgisayar kullanırken ayaklarını yerden kaldırmamasını isteyin. Bilgisayarın bulunduğu odada floresan yerine ampul kullanın. Radyasyona direkt maruz kalmamak için bilgisayarın arkasında oturulmasını engelleyin.
www.ailem.com
212-Çocuklarda Davranış bozukluklarının sebepleri nelerdir?Çocuklarda davranış bozukluklarının oluşmasında bazen sadece psikolojik nedenler, bazen sadece organik nedenler, bazen de her iki nedenin de etkili olduğu durumlar söz konusu olabilir.Psikolojik nedenler arasında küçük çocuklarda en önemli faktör anne-baba-çocuk ilişkisinde sorunlar olmasıdır.Normal çocuklarda 0-1 yaş arası anneye ya da bakıcıya karşı yoğun bir bağımlılık; 1-2 yaş arası yavaş yavaş bağımsızlaşma ve 2 yaştan 6 yaşa kadar bağımsızlaşma ve bireyselleşmenin sağlanması ile kişiliğin temelleri atılmaktadır.Çocuğun annesiyle ya da kendisinin birinci derecede bakımını üstlenen şahıslarla (bakıcısı, diğer yakın aile bireyleri gibi) ilişkisi ve iletişimi, bu kişiler tarafından çocuğa nasıl davranıldığı, kuralların ve sınırların öğretilip öğretilmediği, çocuğa değer verilip verilmediği ve bunların sonucu çocuğun kendisini nasıl tanıdığı çok önemlidir.Bu dönemlerde çocuğun bakan ve eğitim veren kişilerle yaşadığı çeşitli iletişim sorunları kalıcı olarak kişiliği etkileyebilecek problemler yaratarak uyum ve davranış bozuklukları olarak karşımıza çıkabilmektedir.Bu sorunlar anne-babanın bakım verirken yaptığı yanlışlara bağlı gelişebileceği gibi, çocuğun kendisinde olabilecek hastalıklar nedeniyle veya çevresel faktörlerin etkisi ile oluşabilmektedir. Çocuklarda davranış bozuklukları oluşmasındaki organik nedenlerden bazıları şunlardır:Beyindeki birtakım normal dışı, yetersiz gelişimler;Zeka gerilikleriOtizm gibi yaygın gelişimsel bozukluklarBazı metabolizma hastalıkları213-
Anne babaların dikkat etmeleri gereken noktalar
0-6 yaşları arasında anne baba tutumları çocuğun sağlıklı psikolojik gelişimini sürdürmesinde çok önemli olduğu gibi uyum ve davranış bozukluklarının önlenmesi açısından da önemlidir.Anne-babanın çocuğun içinde bulunduğu yaş grubuna uygun olmayan davranışlar sergilemesi, çocuğun gelişim düzeyini aşan veya onun altında kalan davranış ve tutumları çocuklar için zararlıdır. Bu bir beklenti düzeyinde olsa ve kişi bunu ifade etmemiş olsa dahi, beklentiler anne-babanın davranışlarına yansıyacağı için çocuk bunu algılayacaktır. 5-6 yaşındaki bir çocuğa bebek gibi davranmak veya 1-2 yaşındaki bir çocuktan, bir ilkokul çocuğuymuş gibi her şeyi yapmasını, anlamasını beklemek yanlıştır.Çocuk erken yaşta büyük muamelesi görmeye başlarsa, yaş döneminin gerektirdiği duygusal gelişim gerekli takviye görmediğinden ileride sorunlar çıkabilir.Büyümek ve olgunlaşmak yerine, çocuk zamanla “ben bunu yapamıyorum” hissine kapılır ve regresyon (geri dönüş)görülebilir. Ebeveynlerin çocukla birlikte kaliteli vakit geçirmesi, örneğin belli bir süre birlikte oturup, oyuncaklarla oynamak ve oyun saatlerini paylaşmak önemlidir.2 yaşından itibaren çocuklarda yavaş yavaş bağımsızlık özelliklerini kazandırmak; çocuğu hem kazalardan ve tehlikelerden korumak, hem de aynı zamanda onun yapabileceği şeyleri aşama aşama yaptırabilmek önemlidir. Çocukta eğer aileden ayrılamama, çok ilgi bekleme gibi sorunlar varsa bunlarla ilgili muhakkak yaş grubuna uygun bir danışmanlık almak gerekir. 214-
Davranış bozukluklarına yol açan hatalı anne baba tutumları nelerdir.
Özellikle öfke, saldırganlık, çalma, eşyaya zarar verme, kavga çıkarma, okuldan kaçma, kurallara uymama gibi dıştan da gözlemlenen davranış bozukluklarının önlenmesinde anne baba tutumları erken dönemden itibaren faydalı olabilir.Burada, tabii ki çocuğun genetik-organik birtakım özellikleri de etkilidir ancak kuralların çok uygun ve iyi şekilde uygulandığı ortamlarda davranış bozukluklarında belirgin ölçüde azalma görülür. Başlıca şu hatalı anne baba tutumlarından söz edilebilir:
Aşırı kollayıcı anne-baba tutumu: Anne-baba tarafından çocuğun her dediğinin, her isteğinin kabul edilmesi ve yapılmasıdır.Anne baba çocuğu sevdikleri için böyle yaptıklarını düşünmekte fakat kontrol, gereksiz ve zamansız istekleri engelleyebilme, kendini avutabilme gibi çok önemli yetilerin gelişmesinin sağlanamaması nedeni ile çocuğun kendini geliştirmesine yeterli destek sağlanmamaktadır.Modern aile kavramı altında anne babaların “çocuk için yaşama” biçimini benimsemesi sonucu çocuklara her konuda izin vermenin yanısıra, yeterli sevgi de gösterilmesi ile klasik anlamdaki deyimle çocuğun şımarık olmasına neden olunmaktadır.Diğer bir sağlıksız ana-baba tutumu ise reddedici tutumdur. Burada çocuk ne yapsa kabul görmez, aşırı bir sınırlama vardır, her şeyine karşı çıkılmaktadır.Devamlı eleştirisel yaklaşım sonucu çocukta benlik saygısında düşüklük ve savunma olarak da saldırgan tutumlar gelişebilmektedir. Davranış bozuklukları başladıktan sonra anne ve babanın sergilediği yaklaşımlar çok önemlidir.Çocuğun vurma, kırma gibi hatalı davranışları sonrası bir şey yokmuş gibi davranmak, olayı kapatmaya çalışmak, daha çok şefkat göstermek gibi tutumlar tavsiye edilmediği gibi, verilen tepkinin düzeyinin çocukla şiddetli kavgaya girişmek, hırpalamak, dövmek gibi şiddetli olması da zararlı olmaktadır. Dr. Ayten ErdoganMemorial HastanesiÇocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanıwww.aytenerdogan.com
215-
ÇOCUKLAR NEDEN YALAN SÖYLER?
Çocuklar pek çok nedenle yalana başvurabilir. Uzmanlar, bu durumla karşılaşan anne ve babaların, çocuklara ceza vermek yerine onları yalandan uzaklaştıracak başka yöntemler denemesi gerektiğini ifade ediyor. Özellikle hatayı gizlemek için söylenen yalan, uzmanlara göre çocukların cezadan kaçmak için başvurduğu bir yol olarak gösteriliyor. Ancak çocuk psikologları, yaşamının ilk 5 yılında çocuğun söylediği yalanlardan endişe duymamak gerektiğini çünkü gerçeği algılama ve ona sadık kalma davranışının bu yaşlardan sonra geliştiğini belirtiyor. Öte yandan gerçeği ayırt edebilen çocuğun yine de yalan söylemeyi sürdürmesi durumunda uzmanlar, ebeveynleri bir problem olduğu konusunda uyarıyor. Uzmanlar, çocuk yalan söylüyorsa mutlaka çevre ile olan ilişkilerinde yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu belirtiyor. Öte yandan hata yapmış çocuk, verilecek cezadan kaçmak için de yalana başvurabiliyor. Çocuk; özellikle ekonomik anlamda kendisini çevresindekilerden aşağı görmeye başladığı zaman da yalana başvurup, kendisini olduğundan farklı durumlarda gösterebiliyor. Aileye söylenen yalanlardan en çok başvurulanı ise okuldaki başarısızlıkları gizlemek için söylenenler olarak gösteriliyor. Okuldaki başarısızlık çocuğu rahatsız ediyor ve çocuk kendisini rahatsız eden bu gerçeği gizlemek için ailesine yalan söylüyor. Uzmanlar bu ve benzeri durumlarla karşılaşan ailelerin kesinlikle sert tutumlar içine girmemesini, çocuğun sevgisizlikten kaynaklanan sorunları olabileceği gibi çevresinden bu konuda model aldığı kişilerin olabileceğini belirtiyor. Çocukta yalan davranışının önlenmesi konusunda; çocuğu yalan söylemeye iten nedenlerin bir dedektif titizliği ile araştırılması, tespit edilmesi ve bu nedenlerin onunla "Böyle demek istiyor olabilir misin" diye konuşularak irdelenmesi, anne ve babaların kesinlikle yalan söylememesi, yalan karşısında çok sert ve aşağılayıcı tavır takınılmaması öneriliyor.
www.hekimce.com
216-
Çocuğunuz Depresyonda Mı?
Uzmanlar, çocuklarında depresyona yaşayabileceğini açıkladı. Uzman pedagog, bir çocuğun, üzücü ve rahatsız edici durumların ardından üzgün olmasının beklenen bir sonuç olduğunu, rahatsız edici durumun ortadan kalkması ile kısa sürede bu üzüntünün de geçmesinin beklendiğini vurguluyor. Ancak, depresyondaki bir çocuk için bu durum daha ciddi ve uzun süreli yaşanıyor. Uzmanlar, çocuğun yaşadığı olumsuz duyguların, uyumunu, katılımını etkilemesi, uyku, yemek gibi günlük alışkanlıklarını ve çevresiyle ilişkilerini bozmasının depresif bir bozukluğun varlığını düşündürmesi gerektiğini kaydediyor.Fizyolojik belirtileri* Uyku bozuklukları * Başağrıları, mide ağrıları vs. * İştah azalması veya artması, kabızlık, kiloda değişiklik. * Yorgunluk. * Psiko-motor rahatsızlıklar: Vücut hareketlerinde artış veya azalma, bilişsel fonksiyonların azalması veya çoğalması, konsantrasyonun bozulması, kafa karışıklığı, çevredeki olaylara reaksiyon göstermeme, çocuğun moralinde gün içinde sık değişiklik olması. Psikolojik belirtilerUzmanlara göre depresyonun psikolojik belirtileri şöyle: ''Mutsuzluk, ağlama, kendisi hakkında olumsuz duygular, ilişkileri ve arkadaşlıkları hakkında olumsuz duygular. Gelecek konusunda olumsuz duygular, öfke patlamaları, sosyal çekingenlik, suçluluk duygusu, günlük aktivitelere karşı olan ilginin ve alınan zevkin azalması, oyundan keyif almama, oyun oynamak istememe, derse isteksizlik, okula gitmek istememe. Detaylara takılma, (özellikle ergenliğe yaklaşırken) intiharla ve ölümle ilgili düşünceler ve teşebbüsler."
www.ailem.com
19.
217-
EGZERSİZİN FAYDALARI nelerdir
Kilo kaybı sağlayan, yaşlanmayı geciktiren, uykuyu düzenleyen fiziksel aktivitelerin yararları saymakla bitmiyor. Günlük yaşamdaki pek çok hareket de egzersiz sayılıyor. Araştırmalara göre diyet ile egzersiz birlikte uygulandığında, sadece diyete dayanan programlara göre daha fazla kilo kaybı görülüyor. Uzun dönemde de, verilen kilonun korunabilmesi için egzersiz vazgeçilmez.
Yararlardan yarar beğen!
Egzersizin yararları şöyle özetlenebilir: Her şeyden önce egzersizle kalori harcanır. Kan basıncı, serum kolesterolü, vücut kompozisyonu, kalp ve solunum sistemi üzerinde olumlu etkileri vardır. Egzersiz, obez kişinin psikolojik durumunu iyileştirir, bazal metabolizma hızında artışa sebep olur, karbonhidrat oranı yüksek olan tatlı, çikolata, hamur işlerine karşı isteği azaltır, uyku düzenini olumlu etkiler, doğal yaşlanmayı geciktirir, erkeklerde prostat kanseri riskini, kadınlarda osteoporozu durdurur.
Egzersiz haftada en az 3 kez, 30 dakika süresince ter atacak kadar yapılmalıdır. Egzersiz yoğunluğu ve süresi yavaş yavaş artırılmalıdır.
Düzenli aktiviteye genç yaşta başlamak, kilo kontrolünün yanı sıra kronik hastalıklara yakalanma riskini de azaltır.
Ev işleri de birer egzersiz
Birçok kişiye göre egzersiz, jimnastik salonlarında yapılan hareketlerdir. Oysa kısa mesafelerde araba kullanmamak, asansöre binmemek, hızlı tempoyla yürümek, ev işlerini kendi kendine yapmaya çalışmak da egzersiz yerine geçebilir.
Fiziksel aktivite eksikliği, hastalık ve erken ölümlere neden olma bakımından, sigaradan sonra 2. sırada. Sağlıklı yaşam için en iyi koşullar ise haftada 500-1000 kalori harcayan aktivitelerde.
Fazlası zarar
Sporun fazlası da sakıncalıdır, 3 saatten uzun süreli yoğun egzersizler serbest radikal oluşumuna ve böylece erken yaşlanmaya neden olur. Dokuların zorlanması sonucu sakatlanmalar da görülebilir. Aşırı spor, hormonal dengede sorunlara, bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden olabilir.
Suda koşun, yürüyün
Fiziksel egzersizlerin en kolay ve etkilileri arasında yüzme ve yürüyüş gelir. Her gün yarım saat ya da haftanın 3-4 günü, 1 saatlik tempolu yürüyüşler oldukça etkilidir. Yüzme ise kalbi güçlendirir, fiziksel görünümü değiştirir, kan dolaşımını düzenler, varis gibi hastalıklarda faydalıdır, kilo kontrolunu sağlar. Bel seviyesine kadar girilen suda yapılan yürüyüş veya koşu da, karadakinden daha etkili bir egzersizdir. Boyun seviyesindeki suda 20 dakika veya daha uzun süreyle yapılacak aerobik hareketler, kalp damar sistemini güçlendirir. Su içinde yapılacak pedal çevirme hareketi ve kolları açıp kapama hareketleri de faydalıdır.
www.hekimce.com
218-
Enerji Veren Doğal Besinler nelerdir.
Yorucu şartlarda kendinizi iyi hissetmeniz için sağlık reçeteleri...SOĞAN: Soğanın içerisinde yer alan aliin maddesi vücutta kan akışını hızlandırır, nabzımızı düzenler. Vücudumuzdaki bu değişimler bizim kendimizi daha genç hissetmemizi sağlar.
SARIMSAK: Yüzyıllardır Avrupa'dan Mısır'a eski Roma'dan Çin'e ve Japonya'ya kadar birçok ülkede tedavi amaçlı kullanılan sarmısak mide asidini düzenler sindirime yardımcı olur ve kan akışını hızlandırır.
SAFRAN: İçerdiği maddeler sayesinde derinin kendini yenilemesini hızlandırır sağlıklı ve canlı bir görüntüye sahip olmamızı sağlar.
MİDYE: Midye demir ve çinko bakımından çok zengin bir besin maddesidir. Demirin vücuttaki görevi oksijeni hücrelere taşımaktır. Çinko ise metabolizmanın gelişmesini sağlayan ana elementlerden biridir. Ayrıca midye 18 mikrogram B12 içerir. ÇİKOLATA: Çikolata çok çabuk enerji veren ve insanın psikolojik durumunu çok çabuk değiştiren bir maddedir. 2 adet alkoloid içerir. Teogramin ve kafein içeren çikolata insanlarda rahatlık hissinin yanı sıra hafif bir gevşeme ve olaylara daha olumlu bakma hissi uyandırır. Çikolatanın içerisinde amfetamin düzeyinde bağımlılık yapabilecek phenylethylamine (PEA) bulunur. Aşırıya kaçmadan yeteri kadar yenilmelidir.
.
219-Epilepsiye yol açabilen nedenler varmıdır
Çoğunlukla epilepsinin bir açıklamasının bulunamaz. Çocuklarda epilepsiye en sık yol açan nedenleri şöyle özetleyebiliriz.
Doğuştan gelen hastalıklar: Kromozom hastalıkları, yapım maddeleri ile ilgili değişiklikler içeren metabolik hastalıklar, bazı enzim eksiklikleri gibi doğuştan gelen nedenler.
Gebelikte bebeğin beyin gelişimini etkileyen mikrobik hastalıklar, annenin ilaç ve alkol alımı.
Doğum sırasında meydana gelebilecek beyin zedelenmesi, kanaması ve beynin oksijensiz kalması.
Doğum sonrası menenjit, beyin iltihabı.
Kazalara bağlı beyin zedelenmesi.
Beyin tümörleri.
Uzun süren ateşli havaleler.
Bazen nöbetler, olaydan yıllar sonra ortaya çıkabilir. Bir çok vakada da nöbetlerin nedenlerini en modern araştırma yöntemleri ile dahi bulabilmek mümkün olmayabilir.
Epilepsi çocuğunuza sizden mi geçmiştir? Bir çocuğunuz daha olursa onda da epilepsi gelişme ihtimali var mıdır? Her iki soruya da verilebilecek cevap büyük oranda hayır olacaktır. Ancak hem anne hem de babanın ailesinde epilepsi olduğuna dair bulgu, ya da tek bir tarafta epilepsi hikayesi ile birlikte anne-baba akrabalığı varsa ve özel bazı epilepsi türlerine sahiplerse kalıtımın rolü olduğu söylenebilir. Bu konuda her hastanın kendi içinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu yüzden bu konuda daha fazla bilgi almak için doktorunuzla görüşmeniz tavsiye edilir.
220-Epilepsi nöbetleri nasıldır?
Elektriksel bozukluk eğer beynin sadece bir kısmını etkilerse “parsiyel nöbet” dediğimiz nöbet tipi oluşur. Parsiyel nöbetlerin en sık görülen türü şuur kaybı ile birlikte olan “kompleks parsiyel” nöbetlerdir. Kişi sersemlemiş ve şaşkın bir haldedir, gözlerinin önünde benekler görebilir, kulakları çınlayabilir, mide bulantısı olabilir, elbiselerini çekiştirebilir, ellerini kollarını anlamsızca oynatır ve yaptıklarının farkında değildir. Genellikle nöbet geçtikten sonra da olanları hatırlamaz.
Başka bir parsiyel nöbette belli bir kas grubunu (örn: bir kolu veya yüz yarısını) kontrol eden beyin bölgesinin etkilenmesi ile olur. Nöbet esnasında sadece o kas grubu etkilenir ve kontrol edilemeyen hareketler yapmaya başlar, bu olaydan başka hiçbir kas grubu etkilenmez ve şuur kaybolmaz (basit parsiyel, fokal motor nöbetler).
Bütün beyin etkilendiğinde ise sonuç jeneralize nöbettir. Jeneralize nöbetin bir çeşidi jeneralize tonik-klonik nöbettir (grand-mal). Grand-mal nöbet geçiren bir kimse aniden şuurunu kaybeder ve yere düşer, kasları kasılır sonrada bütün vücudu sarsılmaya başlar, ağzından köpük gelebilir, dilini ısırabilir, idrar ve kakasını kaçırabilir, dudaklarında, yüzünde, ellerinde morarma olabilir. 1-5 dakika sonra çırpınma hareketi durur, arkadan bazen uyuklama veya yorgunluk dönemi başlar, bundan sonra kalkıp daha önce yaptığı işine devam eder.
Başka bir jeneralize nöbet tipi dalma (absans, petit-mal) nöbeti olarak bilinenidir. Bu nöbet o kadar kısadır ki, hissedilmeden geçebilir. Absans nöbeti geçirenler hayal kuruyormuşcasına çevrelerine birkaç saniye anlamsız gözlerle baktıktan sonra yaptıkları işlerine devam ederler. El kol hareketi yoktur, kişi kısa bir zaman için şuurunu yitirmiştir. Tedavisiz kalırsa bir gün içinde defalarca tekrarlayabilir. Bu tip nöbetler çok kısa süreli olduğundan aile tarafından pek önemsenmeyebilir veya farkedilmeyebilir.
Nöbetlerin peşpeşe gelmeleri haline “status epileptikus” denir. Hayati tehlikesi olan bu durumda hastanın acilen hastaneye kaldırılması gerekir.
Her epilepsi nöbetinde şuur kaybı olmayabilir. Bazı nöbetler de sadece uykuda görülebilir. Burada anlatılanlar en sık görülen nöbet tipleridir. Epilepsinin başka tipleri de vardır.
221-Hastalığın teşhis sürecinde neler yapılmaktadır
En ideali hastanın nöbetini doktorun görmesidir. Ancak çoğunlukla bu mümkün olamaz, bu nedenle doktorunuz önce nöbeti gören kişiler ve anne-babadan nöbetin başlangıcı, sıklığı ve özellikleri hakkında ayrıntılı bilgi alır. Ayrıca gebelik, doğum, çocuğun gelişimi ve diğer aile bireylerinde nöbet olup olmadığı konusunda bilgi isteyecektir. Ayrıntılı bir nörolojik muayeneden sonra bazı laboratuvar tetkiklerine ihtiyaç doğabilir. Bunların başında elektroensefalografi (EEG) gelir. Bunun yanısıra beyin tomografisi (CT), manyetik rezonans (MRI), uzun süreli EEG-video monitorizasyon ve çeşitli biyokimyasal ve metabolik tetkikler (kanda, idrarda ve beyin-omurilik sıvısında) gerekli olabilir. Bu tetkiklerin hiçbirisinin hasta açısından önemli bir tehlikesi yoktur. Aksine bu nöbetlerin nedenini bulmak, epileptik olmayan diğer bazı nöbetlerden ayırdedebilmek için gereklidir.
Doktorunuz epilepsi teşhisini kesin bazı deliller olmadan koymaz. Uzun süreli en az 4-5 yıllık, belki de ömür boyu sürecek ciddi ve zahmetli bir tedaviyi gerektirdiğinden teşhisi koyarken çok dikkatli davranmalıdır. Bu aşamada doktor aile işbirliğinin çok büyük önemi vardır.
Nöbet anında yapılması ve yapılmaması gerekenlere ilişkin bazı basit kurallar Büyük bayılma şeklinde nöbet geçirmekte olan çocuğunuza yapılacak şey onu olabilecek zararlardan korumak ile sınırlıdır.
Sakin olun, çocuğun yanından ayrılmayın, yardım gerekiyorsa bir başkasını bu işle görevlendirin.
Çocuğu yere yatırın, etrafındaki sivri maddeleri ortadan kaldırın.
Çocuğu yan döndürüp tükrüğünün dışarı akması ve daha rahat nefes alıp vermesi için başını hafif yana arkaya eğin. Elbiselerini gevşetin, şayet takıyorsa gözlüklerini çıkartın, hastanın dilini ısırmasını engellemek amacıyla elle veya bir cisimle çeneyi açmaya çalışmayın, ağzına hiçbir şey koymayın. Ancak ağızdaki yiyecek maddelerinin çıkartılması yararlı olur.
Üzerine su dökmeyin, zorla nefes aldırmaya çalışmayın, çocuğu sallayarak ya da yüzüne vurarak, bazı maddeler koklatarak uyandırmaya çalışmayın.
Nöbet esnasında ilaç vermeye çalışmayın, doktorunuzun önerileri dışında kendi kendinize nöbetin geçmesine yönelik hiçbir şey yapmayın.
Unutmayın ki nöbet sonrasında çocuk yorgun, ne yaptığını bilmez haldedir, bu aşamada elinizden geldiğince sakin bir şekilde teskin ederek bu durumun düzelmesini bekleyin, güven verici olun.
Nöbetler hakkında verebileceğiniz tüm bilgiler hem çocuğunuza, hem de doktorunuza yardımcı olacağından dikkatli bir gözlem daha sonra doktorunuzun sorularını cevaplamada çok işe yarayacaktır.
Akıllıca gözlemek akılsızca müdahele etmekten daha yararlı olacaktır.
Nöbet 10 dakikadan uzun sürerse ya da kısa bir süre sonra tekrarlarsa doktorunuza haber verip tavsiyelerine uyun ya da en yakın sağlık merkezine başvurun.
Unutulmamalıdır ki tehlikeli görünümüne rağmen epilepsi nöbeti öldürücü değildir.
222-Epilepsi tedavi edilmeli mi?
Epilepsi, mutlaka doktora başvurulmasını ve doktorun gerekli gördüğü sürece kontrol altında kalınmasını gerektiren bir hastalıktır. Bu epilepsinin ömür boyu devam edeceği şeklinde algılanmamalıdır. Epilepsinin bazı türleri hasta belli yaşlara geldiğinde kendiliğinden tamamen düzelebilirler ve bunlarda ilaç tedavisine gerek duyulmabilir, ancak bu kararı doktor vermelidir. Ülkemizde maalesef epilepsi hastalığı doktor olmayan kişiler tarafından tedavi edilmeye çalışılmaktadır. Nöbetlerin tekrarlaması ve status epileptikus hali, beyinde oksijensiz kalmaya bağlı bazı etkilere yol açabilir ve her nöbet bir sonra kinin ortaya çıkmasını kolaylaştırabilir. Tedavisiz kalan küçük nöbet türlerinin bir süre sonra büyük nöbetlere dönüşmesi olasıdır ve nöbet geçirme anında hastanın maruz kalabileceği tehlikeler vardır. Bunlar, merdivenden düşme, kişi sokakta ise trafik kazası, suda boğulma, vb.dir. Yukarıda sayılan tüm bu nedenlerle epilepsi mutlaka müdahale edilmesi gereken bir durumdur. Epilepsinin en önemli tedavi şekli ilaç tedavisidir. Epilepside kullanılan ilaçlar beyin hücrelerinin aşırı uyarılma durumunu baskılayarak nöbetlerin oluşunu engeller. Epilepsi ilaçları hergün, önerilen dozda ve saatlerde çok düzgün bir şekilde kullanılmalıdır. Anne-babaların sık yaptıkları yanlışlıklar; *örneğin sabah dozu unutulduğunda akşam her iki dozun birlikte verilmesi veya *dozların çok dakik verilebilmesi amacıyla çocuğun uyku düzeninin bozulması gibidir. Bu uygulamalar hastaya yarar sağlamaz. İlacın veriliş saatlerinde yapılacak 30-60 dakikalık oynamaların zararı yoktur.
Doktorunuz çocuğun yaşını, kilosunu, nöbet tipini göz önüne alarak ilaçları seçmiştir. İlaçları düzenli ve doktorunuzun tarif ettiği gibi kullanmanız çok önemlidir. Kullanılan bu ilaçların hastalığı tamamiyle geçirmediğini, ancak nöbet gelmemesini sağladığını ya da sayısını azalttığını bilmelisiniz. Bu nedenle aylardır nöbet olmuyor diye ilaç miktarını azaltmamalı ya da çocuğunuza vermekten vazgeçmemelisiniz. İlacın ne zaman kesileceğini ya da değiştirileceğini ancak doktorunuz bilir. Bazen kullanılan tek bir ilaç nöbeti kontrol altına alamayabilir. O zaman doktorunuz ikinci, bazen de üçüncü ilaç ilave edecektir. Çocuğunuzun geçirdiği nöbetlerle ve aldığı ilaçlarla ilgili kayıt tutarak doktorunuza yardımcı olabilirsiniz.
Epilepsi tedavisinin düzgün bir biçimde sürdürülmesi halinde de nöbetler devam edebilir. Tıbbın dev adımlarla ilerlediği dünyamızda hiçbir hekim epilepsili bir çocuğun anne-babasına tedavi ile nöbetlerin %100 kaybolacağını garanti edemez. Nitekim dünya istatistiklerine bakılacak olursa uygun tedavi şartlarında hastaların %60’ında nöbetlerin tümüyle ortadan kalktığı, %20’sinde tüm tedavi seçeneklerine rağmen nöbetlerin devam ettiği görülmektedir. Anne babanın hiç aklından çıkarmamaları gereken bir nokta, epilepsi çağdaş tıbbi tedavi yöntemleriyle yeterince kontrol altına alınamıyorsa orta çağın büyücülük yöntemleriyle hiç durdurulamaz.
Halen ilaçla tedaviye cevap vermeyen belli epilepsi türlerinde ülkemizde cerrahi tedavi olanakları geliştirilmektedir.
223-Epilepsi tedavisinde kullanılan ilaçların yan etkileri var mıdır?
Evet, hastalıkların tedavisinde kullanılan tüm ilaçların olduğu gibi epilepsi tedavisinde kullanılan ilaçların da (özellikle uygun kullanılmadıkları zaman) hastada bazı yan etkileri olabilir. Unutulmamalıdır ki doktorunuz çocuğunuzun tedavi şemasını düzenlerken uygun gördüğü ilaçların yan etkilerini en az düzeye indirecek şekilde belirler.
Bazı epilepsi ilaçları tedavinin başlangıcında uyku hali, sersemlik, dengesizlik, ciltte döküntüler gibi yan etkilere neden olabilir. Doktorunuz bu tür yan etkilerin görülmemesi için ilaçları küçük dozlarda kullanmaya başlayarak zaman içinde doz artırmayı tercih edecektir. Bazen de tedavinin ilerleyen yıllarında iştah artışı, şişmanlama, saç dökülmesi, diş etlerinde kabarma, aşırı hareketlilik, kıllanma vb. gibi yan etkiler görülebilir. Doktorunuz, kullanılan ilacın çocuğunuzda yarattığı yan etkileri ve onun epileptik nöbetler üzerindeki etkisini yakından ve bilinçli olarak izleyen kişi olduğundan uygun aralıklarla muayene ve gerekli laboratuvar tetkikleri ile çocuğunuzu koruyacak önlemleri alacaktır. Bu durum "komşu çocuğuna iyi gelen ilacın" sizin çocuğunuz için kullanılmaması gerekliliğini anlatan en önemli sebeplerden biridir.
224-Epilepsi tamamen geçer mi?
Bu soruya kesin bir cevap vermek imkansızdır. Çoğu vakada bu durum ergenlik çağına gelindiğinde geçebilir. Diğer vakalarda ise nöbetler maalesef hayat boyu sürer. Her bir birey için gelecekteki durumu şimdiden tahmin etmek mümkün değildir. Eğer çocuğunuzda nöbetler arka arkaya 2-4 yıl görülmezse, doktorunuz yapacağı genel bir durum değerlendirilmesinden sonra vereceği kararla ilacı 6-8 ay gibi uzun bir sürede kesebilir. Böylece olayın tekrarlanıp tekrarlanmayacağı beklenebilir. Nöbetler tekrarlamayabilir, ancak tekrarladıkları takdirde yeniden ilaç tedavisine geçilecektir.
225-Epilepsi çocuğun hayatını etkiler mi?
Epilepsi kesinlikle utanılacak bir hastalık olmadığından çocuğunuzla çok sık görüşen ya da birlikte vakit geçiren insanların durumu bilmelerinde hiç bir sakınca yoktur. Önemli olan çocuğunuzun epileptik olması dışında hiçbir farkın bulunmadığının bilinmesidir. Çocuğunuzun sorumluluğunu sizlerle birlikte paylaşan öğretmeni, okul hemşiresi, servis sürücüsü, antrenörü vb. gibi büyüklerin ve çok yakın bazı arkadaşlarının da epilepsi konusunda hiç olmazsa genel bir bilgiye sahip olmaları gerekir. Ne olup bittiğini bilmeyen kişiler böyle bir nöbeti seyretmekle korkabilir ve çocuğunuza yardım edemeyebilirler.
Öncelikle vurgulanması gereken nokta epilepsinin ruh ve akıl hastalığı ile hiçbir ilgisi olmadığıdır. Epilepsili çocukların çoğu normal zekaya sahiptir. Bazıları okulda ortalamanın üzerine bile çıkarlar. Epilepsinin ağır beyin hasarı ile birlikte olduğu bazı durumlarda (%20) zihinsel gelişme bozulabilir.
Epilepsinin çocuğunuzun hayatını bazı konularda etkileyeceğini kabul etmelisiniz. Pilot olamaz, yükseklerde çalışamaz ama üniversite dahil olmak üzere istediği okula gidebilir. Doktor, avukat, iş adamı, profesyonel sporcu, balerin, fizikçi olmaması için hiçbir neden yoktur. Epileptik insanlar evlenebilir, çocuk sahibi olabilir ve normal bir hayat yaşayabilir. Gerçekten çocuğunuzun yapamayacağı çok az şey vardır.
Dünyanın tarihi gidişini değiştiren nice ünlü insan epileptikti. Örneğin Julius Sezar, Büyük İskender, Napoleon Bonaparte gibi generallerin bu tür kişilerden olduğuna inanırmıydınız? Bu kişiler o dönemde günümüzün tıbbi bilgilerine sahip olunmamasına rağmen pek çok iş başarmışlardır. Ayrıca Dostoyevski, Gustave Flaubert ve Dante gibi büyük yazarlar, adına ödüller verilen Alfred Nobel, Tchaikovsky, Van Gogh, Buddha ve St. Paul de epileptikti.
226-Dikkat edilmesi gereken hususlar var mı?
Epilepsili çocuğunuzun da herkes gibi dengeli beslenmeye gereksinimi vardır. Hastalığından dolayı fazladan vitamin ve mineraller almasına gerek yoktur. Kolalı ve alkollü içecekler, çikolata, boyalı şekerlemeler, çay, kahve aşırı miktarda alınmamalıdır. Işığa duyarlı epilepsi türlerinde çocukların çok yakın mesafeden karanlık odada televizyon seyretmesi, bilgisayar oyunları ile uzun süreli oynaması engellenmelidir. Diğer epilepsi türlerinde böyle bir kısıtlamaya gerek yoktur. Ayrıca aşırı uykusuzluk, ateşli hastalıklar, güneş altında uzun süre kalmak, uzun süren açlık ve kafaya gelebilecek darbeler gibi bazı durumlar nöbetin ortaya çıkmasını kolaylaştırabilir. Bunlardan kaçınılmalıdır.
227-E pilepsi rahatsızlığı olan kişiler Spor yapabilir mi?
Çocuğunuzun pozitif tarafının belirgin olmasına gayret ediniz. Her insanın bir kuvvetli tarafı vardır.
Çocuğunuzun o tarafını geliştirirseniz kendine güveni artar. Sporda, müzikte, resim çizmede ve benzer konularda yeteneği varsa, özendirilmelidir. Hastalığı bahane ederek, çocuğunuzun yapabileceği sporları ve işleri ihmal etmesine müsade etmeyiniz. Düzenli fizik faaliyet herkes için yararlıdır. Gerçekten de epilepsili hastalar spor faaliyetlerine katıldıkları zaman kendilerini daha iyi hissettiklerini ve daha az sayıda nöbet geçirdiklerini söylemektedir. Spor faaliyetlerine katılmakla sağlanan faydanın, yine aynı nedenle ortaya çıkabilecek tehlikelerden kat kat üstün olduğu açıktır.
Tehlike herkesin hayatında şu veya bu zamanda mevcuttur. Bu tehlike epilepsi hastasında zaman zaman sıradan bir hastanınkinden daha fazla olabilir ama, hastanın normal hayattaki faaliyetlere katılmasıyla sağlanacak fayda bu tehlikenin göze alınmasına yol açacak kadar fazladır. Özellikle çocuklarda olmak üzere hastanın diğer insanlarla karşılıklı ilişkiler kurması ve onların yaptıklarını yapması, onun diğerlerine ihtiyacı olmayan, üretken bir büyük olması yolunda atılacak çok önemli bir adımdır. Nöbetleri kontrol altındaki çocuklar gerekli, mantıklı önlemler alındığı takdirde spor yapabilirler. Aletli jimnastik, ağır fiziksel efora yol açan aktiviteler ve sık kafa darbelerine açık olan sporlar epilepsisi olan çocuklarda tercih edilmemelidir. Bisiklete trafiğin yoğun olmadığı alanlarda, mutlaka kask takarak binmelidir. Yüzme ve sörf türü sporlar ancak çocuğun durumunu bilen bir erişkinin gözetiminde yapılmalıdır. Tenis ve futbol, tramplen atlamadan daha güvenli sporlardır.
228-Araba kullanabilir mi?
Epilepsililerin trafik kazası yapma ihtimali az da olsa diğer normal sürücülerden fazladır. Ancak bu risk diabet gibi kronik hastalığı olanlardan daha fazla değildir. Amerika’da yapılan bir çalışmaya göre epilepsili sürücülerin sebep olduğu trafik kazalarının %27 sinin nöbetlerden ileri geldiği, geri kalan kazaların ise alkol ve uyuşturucu kullanımına bağlı olduğu belirlenmiştir. Çocuğunuzun nöbetleri en az 2 yıldır (bu süre ülkelere göre değişmektedir) kontrol altında ise doktorunuzdan alacağınız izin ile (18 yaşını bitirmişse ve ehliyeti varsa) araba kullanmasında sakınca yoktur.
229-
Anne-babalar epilepsi olan çocuklarına nasıl yardımcı olmalı
Çocuğunuzun durumunu değerlendirmede gerçekçi olmaya gayret ediniz. Çocuğunuza karşı anlayışlı olunuz. Çocuğun kendisini epileptik değil de epilepsisi olan (diabeti, hipertansiyonu, tüberkülozu olan vb.) bir kişi olarak görmesini sağlayınız.
Genellikle pek çok epilepsili çocuğu davranış ve kişilik açısından diğer çocuklardan ayırt etmek mümkün değildir. Epilepsi nöbetleri genellikle dış faktörlerden etkilenmezler ve ansızın ortaya çıkarlar. Çocuğun üzülmesi, isteğinin yerine getirilmemesi, iştahsızlık, çok terleme veya terli halde su içme gibi durumlar nöbetlerin oluşmasında rol oynamazlar. Bu nedenle anne-babanın kendilerini suçlamalarına ve aşırı koruyucu ve kollayıcı davranmalarına gerek yoktur. Bu tutum çocuktaki girişimciliği önler ve aşırı korunan bir çocuk toplum içinde anne-babası gibi koruyucular bulamayacağı için geçimsiz bir erişkin olmaya adaydır. Aşırı koruma epileptik çocuk için olduğu kadar, kardeşleri tarafından kıskanılmasına yol açacağından aile içi sorunlar da yaratacaktır. Epileptik çocuğunuza ilginiz, diğer çocuklarınıza olan ilginizden az veya çok olmamalıdır. Ona özel muamele yapmayın. Sevginizi, disiplin anlayışınızı, dikkat ve ihtimamınızı eşit bölüştürün. Birine bir sorumluluk verdiğiniz zaman, diğerlerine de ona benzer bir sorumluluk verin. Şüphesiz bu sorumluluklar yaşlarına ve yeteneklerine uygun olmalıdır. Epilepsisi olan çocuğunuza gereğinden fazla ilgi göstermeye gerek yoktur. Ailenin tüm fertleri bu durumu olgunlukla ve tebessümle karşılamalıdır. Çünkü koşulacak mesafe uzundur.
Çocuğunuz için her şeyin mükemmel olmasını isteyen sizler için epilepsi tanısı önceleri bu rüyanızı yıkan kabus gibidir. Çoğu anne-baba gibi siz de kendi kendinize “Neden benim çocuğumun epilepsisi var?” diye soruyor, bazen kızgınlık, bazen korku, bazen de suçluluk duyuyorsunuzdur. Bunları hissetmeniz gayet doğaldır. Hislerinizi yenmeye çalışmanız çocuğunuza yardım etmenizi kolaylaştıracak ve ailenin beraberce olgunlaşmasını ve yakınlaşmasını sağlayacaktır. Anne baba hislerini kendi aralarında açıkca konuşmalı ve gerekirse doktorundan yardım istemelidir.
Çocuğunuza karşı karşıya kaldığı sorunu anlatırken yaşını dikkate alın. Çocuğunuz nöbetlere yol açan bir hastalığı olduğunu bilmelidir. Olayın nedenlerini anlayabileceği kadar anlatın. Üç-dört yaşlarındaki çocuklar bile beynin vücudumuzun merkezi olduğunu ve değişik organlarımıza yapılmasını istediği şeyler hakkında emirler gönderdiğini anlayabilirler. Ancak bazen beynin gönderdiği acayip emre vücudumuz uymak istemese bile itaat etmek zorundadır. İşte kasılmaların nedeni budur. Ancak çocuğunuzun yaşı ne olursa olsun sorunun hem bugün hem de yarın geçmeyeceğini öğrendiği zaman hissedeceği olumsuz duygulara karşı onu rahatlatmak zorundasınız. Size "Neden ben?" diye soracaktır. Sizin olayı kabullenmedeki beceriniz, gerek kendi gerekse çocuğunuzun hislerini kontrol edebilmeniz, çocuğunuzun söz konusu duruma karşı reaksiyonunu çok etkiler. Bu aşamada kendisi gibi krizleri olan bir çocukla buluşturmanın kendisine güvenini artırması açısından büyük yararı olacaktır. Bir kez daha vurgulayalım: kızmak, suçluluk hissetmek veya gelecekten korkmak gayet doğaldır. Her sorununuzu doktorunuzla görüşünüz.
Epilepsi bir derttir, ancak dünyanın sonu demek değildir. Siz çocuğunuzdaki epilepsiyi yok saymaz, bundan ürkmez, bu durumu mutluluğunuzu alt üst eden bir felaket olarak görmezseniz çocuğunuzun ruhsal ve fiziksel sağlığı açısından gerekli temel koşulları oluşturabilirsiniz. Ancak bu koşullarda doktorunuz bilgi ve becerisini başarılı olarak uygulayabilir. Tıbbi durumunuzu konuşacağınız tek kişi doktorunuz olmalıdır. Her şeyi tek başınıza çözmeye çalışmak sizin için zor olacaktır. Böyle davranmak zorunda değilsiniz. Çevrenizde dostlarınız var. Ayrıca unutmayınız ki her çocuk gelecekte, toplum içinde kendi yerini alacaktır. Ona sorunu ile barışık yaşamayı öğretebilirseniz, topluma mutlu ve başarılı bir insan kazandırmış olursunuz.
www.hekimce.com
230-
Erkekler dikkat bu testleri yaptırsak mı acaba
Tonometre ile körlük engelleniyor Glokom, halk arasındaki adıyla ‘göz tansiyonu’, yaptığı sinir hasarı ile körlüğe neden olabilen bir göz hastalığı. İlaç tedavisi ve lazer ile körlüğün önüne geçiliyor ancak bu da erken teşhis ile mümkün. Körlük riskine karşı glokomun rutin muayenelerine en geç 40 yaşında başlanmalı. Ancak ailede glokom hastası varsa bu testler daha erken yaşlara alınmalı, da başlanmalı. Göz içi basıncında genel adı tonometre olan cihazlara başvuruluyor. Retina kontrolünde, gözün arka bölümünü görebilmek için gözbebeği damla formundaki ilaçlarla genişletiliyor. Göz içi basıncı, tonometre cihazından kontrollü bir şekilde hava püskürtülmesiyle ölçülüyor.
Eforla kalp sorunları belirleniyor Erkeklerin kalp ve dolaşım sistemi hastalıklarına yakalanma riski kadınların 4 katı. Bu nedenle 40 yaşını geçmiş her erkeğin yılda bir kez kardiyolojik check–up’tan geçmesi, kalp sağlığı açısından büyük önem taşıyor. Efor testi, bu yaşamsal önem taşıyan check-up’ta başvurulan yöntemlerden biri. Test, çoğunlukla koşu bandında uygulanıyor. Yaklaşık 10 dakika süren test sırasında kalp ve kalp kapaklarının durumu ile işleyişi hakkında bilgi veren EKG sürekli izleniyor, belirli aralıklarla damar basıncı ölçülüyor. Efor testi egzersizi ritim ve ileti bozukluklarını araştırmak amacıyla yapılıyor. Bu sayede kalp ve dolaşım sistemi hastalıkları da ciddi boyutlara ulaşmadan tedavi edilebiliyor.
Yılda bir kez cilt muayenesi kanseri önlüyor Her yıl düzenli olarak dermatoloji uzmanının kapısını çalmak da, sağlık için yaptırılması gereken testlerin bir parçası. Özellikle vücutta bulunan çok sayıda ben ve ailedeki cilt kanseri hikayeleri, muayenenin önemini daha da artırıyor. Çünkü benler, ölümcül bir kanser türü olan melanom riski taşıyor. Melanomda yen tanı yöntemi, dijital dermatoskopi. Bu yöntemde yağlanmış deri yüzeyi ışıklı bir büyütme sağlayan dermatoskop ile inceleniyor. Vücuttaki benlerin haritası oluşturularak noktasal lokalizasyonlar belirleniyor. Ardından her bir ben için dermatoskopik görüntü alınıyor ve kaydediliyor. Böylece bir sonraki kontrolde elde edilecek görüntüyle karşılaştırma şansı sağlanıyor. Bunların yanı sıra dijital dermatoskop, benlerde izlenen şüpheli değişiklikleri de gösteriyor. Bu test ile cilt üzerindeki değişiklikler, kanserleşmeden tespit edilebiliyor.
Kan tahlilleri sağlığı ele veriyor Düzenli olarak yaptırılan kan tahlilleri, genel sağlık durumu hakkında bilgi veriyor. Herhangi bir yakınma olmasa da, 35 yaşından itibaren 2 yılda bir kan tahlili yaptırılmasında yarar var. Damardan kan örneği alındıktan sonra laboratuarlarda alyuvar ve akyuvarların durumuna bakılıyor, lökositler inceleniyor. Testlerden alınan sonuçlara bakılarak vücutta enfeksiyon ve alerjik bir durum olup olmadığı tespit edilebiliyor. Kolesterol ve kan şeker değerleri hakkında bilgi ediniliyor.
Ağız ve diş sağlığı için tükürük testi Diş ve diş eti hastalıkları, dünyada ve Türkiye’de önemli sağlık sorunları arasında yer alıyor. Dişlerde ciddi bir sorunla karşılaşmamak için her yıl düzenli olarak diş hekimi ziyaret edilmeli. Diş ve diş eti problemlerinin tespitinde, doğal bir koruyucu olan tükürüğün teste dilmesi önemli. Bu test için tükürüğünüzün incelenmesi yeterli. Testte tükürüğün kimyasal ve mikrobiyolojik yapılarına bakılıyor. Bu sayede çürüklerin önemli bir sağlık sorununa neden olması önleniyor.
Kolon kanseri önlenebiliyor Kolon kanseri, en sık görülen kanser türleri arasında 3’üncü sırada yer alıyor. Sinsi tehlike, özellikle 50 yaş ve üzerindekileri tehdit ediyor. Kolon kanseri önlenebilir kanser türleri arasında. Ancak bunun için 50 yaşından sonra, 2 ila 5 yılda bir düzenli olarak kolonoskopi yönteminden yararlanılmalı. Kolonoskopiyle kalın bağırsağın tümü incelenebiliyor. Çekim sırasında hastalar tomografi cihazına yatırılıyor ve kalın bağırsağa hava verilerek iç bölgenin görülmesi sağlanıyor. İşlem sonunda verilen hava geri alınıyor. Kolonoskopi yöntemiyle hekim ileride tümöre dönüşebilecek polipleri teşhis edilebiliyor. Poliplerin cerrahi yöntemlerle alınması sayesinde, kolon kanseri oluşma riski önlenmiş oluyor.
Prostat kanserinde erken tanı önemli Prostat kanseri, erkeklerde ortaya çıkan kanser türleri arasında ikinci sırada yer alıyor. Prostat kanseri erken yakalandığında hastalıktan kurtulma şansı çok yüksek. Tanının geç konulması, hastalıkta ortaya çıkacak sorunlara ve beraberinde gelecek ölümlere zemin hazırlıyor. Hastalığın teşhisi kan PSA testi ile mümkün. Testi, 45 yaş sonrası erkeklerin yılda bir kez yaptırması, erken tanı ile birlikte kesin tedavi sürecini de hızlandırıyor.
Sigara içenler AC grifisi çektirmeli Akciğer kanseri erkeklerde ortaya çıkan kanser türleri içinde ilk sırada yer alıyor. Özellikle sigara içen erkeklerin içmeyenlere oranla bu hastalığa yakalanma riski, 13 ila 22 kat daha fazla. Çünkü sigaranın akciğer kanseri üzerindeki etkisi yüzde 95. Akciğer kanserini diğer türlerden ayıran bir başka özellik de, erken safhada belirti vermemesi. Hasta, yakınmalara başladığında genellikle çok geç kalınmış oluyor. Bu nedenle, sigaran içen 40 yaş üstü erkeklerin her yıl düzenli olarak AC grafisi çektirmeleri gerekli.Bu sayede akciğerlerde yakalanan tümör, erken evrede yok edilebiliyor.
Gırtlak kanseri için erken evre önemliErkeklerde sigara, kendini yalnızca akciğer kanseri ile göstermiyor. Sigara içen erkekler, içmeyenlere göre 16 kat daha fazla gırtlak kanseri tehdidi altında. Bunun için sigara içen erkeklerin, kulak burun boğaz uzmanı tarafından yapılacak olan larinks endoskopik görüntüleme yönteminden yararlanmaları gerekli. Her kanser türünde olduğu gibi, bu test sayesinde erken evrede yakalanan gırtlak kanserinin tedavi süreci de başarılı oluyor.
Karaciğer ve böbrek hastalıklarında ultrason önemli Yılda bir kez yapılan tüm batın ultrasonu, karaciğer ve böbrek hastalıklarında erken teşhis ve başarılı tedavi olanağı sağlıyor.
www.ailem.com
231-
Bayanlar dikkat bu tesleri yaptırmalımısınız
Mamografi ile meme kanserinde erken teşhis Özellikle meme kanseri, erken tanı ile ölümcül bir hastalık olmaktan çıktı. Bunun için kadınların 20 yaşından sonra her iki memesini de ayda bir kez kontrol etmesi ve 2-3 yılda bir doktor muayenesinden geçmesi gerekli. 40 yaşından itibaren de her yıl mamografi çektirmesi gerekiyor. Mamografide, düşük doz x-Ray, yani iyonizan radyasyon üreten bir tüp ile meme inceleniyor. İnceleme için hasta mamografi denilen röntgen cihazının önüne oturtuluyor. Meme x ışınına duyarlı bir levha üzerine yerleştirilerek sıkıştırılıyor. Ardından radyasyon verilerek, her iki memenin iç yapısının görüntüleri filmde oluşturuluyor. Mamografi, meme kanserini henüz ele gelen bir kitle olmadan, yani kireçlenme aşamasındayken tespit edilebiliyor. Bu sayede meme kanseri çok erken evrede tedavi edilebiliyor. Tonometre ile körlük engelleniyor Glokom, halk arasındaki adıyla ‘göz tansiyonu’, yaptığı sinir hasarı ile körlüğe neden olabilen bir göz hastalığı. İlaç tedavisi ve lazer ile körlüğün önüne geçiliyor ancak bu da erken teşhis ile mümkün. Körlük riskine karşı glokomun rutin muayenelerine en geç 40 yaşında başlanmalı. Ancak ailede glokom hastası varsa bu testler daha erken yaşlara alınmalı, da başlanmalı. Göz içi basıncında genel adı tonometre olan cihazlara başvuruluyor. Retina kontrolünde, gözün arka bölümünü görebilmek için gözbebeği damla formundaki ilaçlarla genişletiliyor. Göz içi basıncı, tonometre cihazından kontrollü bir şekilde hava püskürtülmesiyle ölçülüyor. Eforla kalp sorunları belirleniyor 40 yaşını geçmiş her kadın senede bir kez kardiyolojik Check-up’tan geçmeli. Ailede kalp krizi hikayesi bulunanlar için ise bu daha erken yaşlarda başlamalı. Efor testi, bu yaşamsal önem taşıyan check-up’ta başvurulan yöntemlerden biri. Test, çoğunlukla koşu bandında uygulanıyor. Yaklaşık 10 dakika süren test sırasında kalp ve kalp kapaklarının durumu ile işleyişi hakkında bilgi veren EKG sürekli izleniyor, belirli aralıklarla damar basıncı ölçülüyor.Efor testi egzersizi ritim ve ileti bozukluklarını araştırmak amacıyla yapılıyor. Bu sayede kalp ve dolaşım sistemi hastalıkları da ciddi boyutlara ulaşmadan tedavi edilebiliyor. Smear ile rahim ağzı kanserine son 18 yaşını aşmış ve aktif cinsel yaşamı olan her kadının yılda bir kez düzenli olarak pap smear testi yaptırmalı. Çünkü bu test sayesinde jinekolojik kanserler arasında 2. sırada yer alan rahim ağzı kanseri, çok erken safhada teşhis edilebiliyor. Muayene sırasında, özel bir fırça yardımıyla rahim ağzı bölgesinden hücre sürüntüsü alınıyor. Bu sürüntüler patoloji laboratuarlarında inceleniyor. İnce yayma tekniğiyle, rahim ağzı kanserine yol açan Human Papilloma virüsü tespit ediliyor. Yılda bir kez ultrason Kadın hastalılarında erken tanı için gerekli en önemli yöntemlerden biri de vajinal ultrason. Yakınması olsun veya olmasın her kadın yılda bir kez ultrason muayenesinden geçmeli. Vajinal yolla yapılan ultrasonda, iç organlar çok daha net bir şekilde izleniyor. Yumurtalıkları ve rahmi daha iyi görebilmek için ince bir sonda vajinaya yerleştiriliyor. Ekranda beliren görüntü, kadının sağlığı hakkında bilgi veriyor. Jinekolojik ultrason ile karın organları, özellikle de rahim, yumurtalıklar ayrıntılı bir şekilde değerlendiriliyor. Rahmin yapısı, pozisyonu, büyüklüğü, rahimden kaynaklanmış tümörler, miyomlar saptanabiliyor. Bunların yanı sıra rahim içi zarı, yani endometrium değerlendirmesi de yapılıyor. Aynı şekilde yumurtalıkların yapısı, yumurta geliştirme kapasiteleri, yumurtalık kistleri saptanabiliyor. Yılda bir kez cilt muayenesi kanseri önlüyor Her yıl düzenli olarak dermatoloji uzmanının kapısını çalmak da, sağlık için yaptırılması gereken testlerin bir parçası. Özellikle vücutta bulunan çok sayıda ben ve ailedeki cilt kanseri hikayeleri, muayenenin önemini daha da artırıyor. Çünkü benler, ölümcül bir kanser türü olan melanom riski taşıyor. Melanomda yen tanı yöntemi, dijital dermatoskopi. Bu yöntemde yağlanmış deri yüzeyi ışıklı bir büyütme sağlayan dermatoskop ile inceleniyor. Vücuttaki benlerin haritası oluşturularak noktasal lokalizasyonlar belirleniyor. Ardından her bir ben için dermatoskopik görüntü alınıyor ve kaydediliyor. Böylece bir sonraki kontrolde elde edilecek görüntüyle karşılaştırma şansı sağlanıyor. Bunların yanı sıra dijital dermatoskop, benlerde izlenen şüpheli değişiklikleri de gösteriyor. Bu test ile cilt üzerindeki değişiklikler, kanserleşmeden tespit edilebiliyor. Kan tahlilleri sağlığı ele veriyor Düzenli olarak yaptırılan kan tahlilleri, genel sağlık durumu hakkında bilgi veriyor. 35 yaşından itibaren 2 yılda bir kan tahlili yaptırılmasında yarar var. Damardan kan örneği alındıktan sonra laboratuarlarda alyuvar ve akyuvarların durumuna bakılıyor, lökositler inceleniyor. Testlerden alınan sonuçlara bakılarak vücutta enfeksiyon ve alerjik bir durum olup olmadığı tespit edilebiliyor. Kolesterol ve kan şeker değerleri hakkında bilgi ediniliyor. Menopozda kemik yoğunluğu ölçümü önemli Menopoz ile kendini gösteren kemik kırılmaları riski, osteoporoz tanısı ile konuyor. Özellikle ailede osteoporoz hastasının varlığı, kemik mineral yoğunluğu ölçümünün önemini artırıyor. Kemik mineral yoğunluk ölçümü, hiçbir hazırlık gerektirmeden, vücuda bir zarar vermeden, özel bilgisayar programı ve hassas ölçüm yapan dansitometri cihazlarıyla yapılıyor. Bu yöntemle vücudunuzdaki kemik yoğunluğu ölçülerek kemik erimesi riski tespit ediliyor. Erken teşhis sayesinde, ileri yaşlarda ciddi ve yaşamsal problemlere yol açan kırıkların oluşması önlenebiliyor. Ağız ve diş sağlığı için tükürük testi Diş ve diş eti hastalıkları, dünyada ve Türkiye’de önemli sağlık sorunları arasında yer alıyor. Dişlerde ciddi bir sorunla karşılaşmamak için her yıl düzenli olarak diş hekimi ziyaret edilmeli. Diş ve diş eti problemlerinin tespitinde, doğal bir koruyucu olan tükürüğün teste dilmesi önemli. Bu test için tükürüğünüzün incelenmesi yeterli. Testte tükürüğün kimyasal ve mikrobiyolojik yapılarına bakılıyor. Bu sayede çürüklerin önemli bir sağlık sorununa neden olması önleniyor. Kolon kanseri önlenebiliyor Kolon kanseri, en sık görülen kanser türleri arasında 3. sırada yer alıyor. Sinsi tehlike, özellikle 50 yaş ve üzerindekileri tehdit ediyor. Araştırmalar, kolon kanserinin önlenebilir olduğunu gösteriyor. Ancak bunun için 50 yaşından sonra, 2 ila 5 yılda bir düzenli olarak kolonoskopi yönteminden yararlanılmalı. Kolonoskopiyle kalın bağırsağın tümü incelenebiliyor. Çekim sırasında hastalar tomografi cihazına yatırılıyor ve kalın bağırsağa hava verilerek iç bölgenin görülmesi sağlanıyor. İşlem sonunda verilen hava geri alınıyor. Kolonoskopi yöntemiyle hekim ileride tümöre dönüşebilecek polipleri teşhis edilebiliyor. Poliplerin cerrahi yöntemlerle alınması sayesinde, kolon kanseri oluşma riski önlenmiş oluyor.
www.ailem.com