İLGİ, HAMİLELİKTE BAŞLAMALI
Ceninin sinir sisteminin gelişimi, annenin hamileliği süresince yaptığı şeyler doğrultusunda iyi veya kötü yönde etkilenir.
• Hamilelikte sigara, alkol, uyuşturucu kullanımı cenin beyninin gelişimini kötü yönde etkiler ve çocuğun ilerde öğrenme zorluğu ve davranış problemleri yaşama riskini artırır.
• Yine hamilelik süresince anne adayı için sağlıklı ve dengeli beslenme önemlidir. Somon ve ton balığı yemek, omega -3 yağı almaları açısından şarttır. Yine tam tahıl ve undan yapılmış gıdalar elzemdir.
• Annenin düşünce ve duyguları da bebeğin gelişimini etkileyebilir. Bu yüzden anne adayı stresli ve sıkıntılı değil, neşeli ve güleryüzlü olmalıdır. Gülücükler saçan ve mutlu olan, bebeğini sevinçle bekleyen anne adayında endorfin denilen mutluluk hormonu salgılanır, bu da anneyi ve bebeği rahatlatır. Gelişine böyle mutlu olunan ve sevgi dolu ortama doğan bebekler dünyaya büyük bir ilgi besler, etraflarına merakla bakar, kendilerini güvende hisseder ve anne babalarıyla köklü ilişkiler kurabilirler.
ANNE SÜTÜ ZEKİLEŞTİRİR
Araştırmalar emzirilen bebeklerin daha zeki olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda daha iyi gelişmekte ve ilkokul çağında da daha iyi dereceler yakalamaktadırlar.
Annelerince emzirilen çocukların zihinsel avantajlı olmasının sebepleri:
• Anne sütü bir çeşit omega - 3 yağ asidi olan ve beynin gelişiminde çok büyük rol oynayan DHA yağı içerir. DHA, beyin dokusunu geliştirip güçlendiren önemli bir besindir.
• Yine bebeklerin beyin dokusu gelişimi açısından kolesterole ihtiyaç duyar. Bebek mamaları hemen hemen hiç kolesterol içermezken, anne sütü kolesterolden oldukça zengindir.
• Anne sütündeki temel şeker olan laktoz, emzirilen bebeklerin daha zeki olmalarının bir diğer sebebidir.
• Anne sütü hızla hazmedildiği için emzirilen bebekler daha sık beslenirler ve böylece anneleriyle daha sık etkileşimde bulunurlar. Emziren anneler de bebeklerinin ihtiyaçlarına karşı çok daha hassas olurlar. Bir anne her emzirmede bebeğin ne kadar süt içtiğini ölçmeyeceği için, bebeğinin acıkıp acıkmadığını sürekli gözlemek zorundadır. Böylece anne, bebeğin başka sinyal ve mimiklerinin de farkına varır, evlâdını daha iyi anlar. Anne ne derece ilgili, hevesli ve duyarlı olursa, bebeğin çevreye ilgisi de bir o kadar artar.
• Emzirilen bebekler sürekli anneleriyle vücut teması yaşarlar ve çoğu gecelerini anneleriyle aynı yatakta geçirirler.
• Emzirmenin sağladığı sıcaklık ve rahatlık, biberonla beslemenin veremeyeceği bir duygusal tatmin sağlar.
Çocuğumuzu bu müthiş avantajdan mahrum etmeyelim. En az 6 ay, mümkünse 2 yıl anne sütü verelim.
BEBEĞİ ANNESİNDEN AYIRMAYALIM
Yeni doğan bebeği annesinin yanında tutmalıdır. Annesiyle beraber yatan bebek, vücut ısısını, metabolizmasını, hormon ve enzim seviyesini, kalp ritmini ve nefes alış verişini dengeler. Anne ve bebeğin birbirinden ayrılması, fiziksel yoksunluklara ve duygusal boşluğa sebep olur.
Çünkü anne bebek ilişkisi karşılıklı, iç içe ve büyülüdür. Bebeğin ağlaması, yer yüzünde bebekler için en iyi besin olan anne sütünü tetikler. Doğumdan sonra emzirmek, plasentanın atılmasına yardımcı olduğu gibi, annenin kanama geçirmesine de engel olur. Ayrıca bebeğin bakışları ve dokunuşu, annelik için gerekli duygu ve melekelerin oluşmasını sağlar. Bebekler, annelerinin sesini duymalı, kokusunu hissetmeli, uyku düzenini ve yüz ifadelerini öğrenmelidir. Annelerinin iyi olduklarından emin olma ihtiyacındadırlar.
Bu yüzden bebek yeni doğduğunda yatağı anne ve babaya yakın olmalı, yattığı sepet veya beşik mümkün olduğunca anneye yakın konmalıdır. Ebeveyn ihtiyaç duyduğu anda bebeğe dokunabilmeli, anne her zaman bebeğin hafifçe soluk almasını duyabilmelidir.
BEBEĞİ YANIMIZDA TAŞIYALIM,
ONUNLA KONUŞALIM
Bebeğimizle mümkün olduğu kadar çok vakit geçirmenin birçok avantajı vardır. Hatta doğum esnasında özel olarak gösterilen ufacık bir ilginin dahi büyüme, sağlık ve öğrenmede farklılıklar oluşturduğu biliniyor.
Bebeğimizi doğumdan sonra yanımızdan ayırmamak, sarılmak, kucaklamak, emzirmek, renkleri göstermek, etrafı ellemesini, görmesini sağlamak ve normal yetişkin sohbetlerinin olduğu mekânlarda beraber olmak gerekir. Tabi gürültülü patırtılı ortamlar bebeğimize mahzurludur, ama huzurlu ebeveynlerin yanı en uygun yerdir.
Bebekle doğumdan hemen sonra iletişime girmeli ve ona ilgi göstermelidir. Daha çok ilgi gören bebekler daha çabuk kilo alır, daha çok uzar, yön kabiliyetleri daha gelişir, hafıza ve öğrenme yeteneği artar, kendilerini daha iyi ifade ederler. Ayrıca kendilerini daha çok güvende hissederler.
Bu yüzden bebeğimize, onu aktive eden bir ortam sağlayalım. Günlük işlerimizi yaparken yanımızda bulundurarak ona görme, işitme ve anlama becerilerini geliştirmek için muhtaç olduğu uyarımı vermiş oluruz.
Anneye yakın olmak ve onun yürürken hareketlerini hissetmek, bebeği sakinleştirir. Onunla bulaşık yıkarken, kitapçıda gezerken, alışveriş yaparken sürekli konuşmalıdır.
Duyarlı ebeveynler çocuklarıyla oluşturdukları erken iletişimden büyük zevk alırlar ve bunu yaşamak için de ellerinden geleni yaparlar.
Bebekler ağladıklarında veya çeşitli hareketler yaptıklarında, sevgi ve ilgi ile karşılık vermeliyiz. Bu yüzden:
• Bebeğimizle göz teması kuralım.
• Seslerini taklit edelim.
• Ona ismi ile seslenelim.
• Konuşmayı basit tutalım. İki veya üç kelimelik kısa cümleler kullanalım.
• El, kol ve beden hareketleriyle konuşmamızı destekleyelim.
• Sorular soralım.
• Bebeğimizin günlük bakımını yaparken (üstünü giydirirken, banyo yaptırırken, altını değiştirirken) ne yaptığımızı anlatalım.
• Ona şarkılar, ilahiler söyleyelim.
• Çocuğun başlattığı kelimelere eklemeler yapalım. Bunun iyi bir dil öğrenim aracı olduğunu bilelim.
KİTAP OKUYALIM
Çocuklarımıza kendileri okuyabileceklerinden çok önce kitap okursak kitaba ilgilerini artırmış oluruz. Hikâyeyi çocuğun ilgi seviyesine ve dikkatine göre ayarlayalım. Sözümüzü kesmelerine, sorularına ve paylaşmaya izin vermezsek hikâye okumamıza ilgileri azalacaktır. Hedefimiz hikâyenin sonunu getirmek değildir, tartışmalar açmak daha çok değer taşır. Olumlu tutumları beslemek için çocuğun kişisel tepkilerini kabul edelim.
Çocukları küçüklükten başlayarak kitapçıya, öykü saatlerine götürelim. Yaşları geldiğinde kitaplıkları için adlarını taşıyan kâşe hazırlatalım.
Araştırmalar, küçükken ebeveynleri tarafından kitap okunarak büyütülen çocukların, okumayanlara kıyasla okulda daha başarılı olduklarını göstermektedir.
Beraber kitap okumak, hem ebeveynler hem de çocuklar açısından çok zevkli bir faaliyettir. Aynı zamanda da çocuğun bilgi gelişimini ve sonucunda gelen başarıyı sağlar.
HAYAL DÜNYASINI BESLEYELİM
Gerçek dışı hikâyeler, masallar, düşler yetişkinlere saçma gibi gelebilir. Ama bunları bir yana atmayalım, besleyip geliştirelim. Çocukluğunda “Küçük Prens” , “Bremen Mızıkacıları”, “Güliver Devler veya Cüceler Ülkesinde” türünde kitaplar okuyanlar, çocukluk fantezilerinin ve düşlerinin çok güzel, çok önemli bir bölümünü yaşarlar.
Çocuğun hayal gücünü sadece kitaplarla değil, çocuğa masal anlatarak ve onun bize masal anlatmasını isteyerek de geliştirmeye yardımcı olmalıyız. Çocuğa masal kitabı okumakla masal anlatmak arasında önemli bir fark vardır. Ona masal anlattığımız zaman kendisinin de bir masal uydurabileceği inancını yerleştirmiş oluruz.
Çocuklar, bizim çocukluğumuza, özellikle onların yaşında olduğumuz dönemlere ait hatıralarımızı dinlemekten hoşlanırlar. Bunları anlatırken, olayları çocuk için daha ilginç kılmak amacıyla bazen gerçekleri bozmaktan abartmaktan dahi kaçınmayalım. Çocuğa masal veya hikâye anlatırken anlatış şeklimizde monotonluğa düşmeyelim. Yer yer konuşma tempomuzu hızlandıralım, yer yer çok ağır konuşalım. Bazen sesimizi yükseltelim, bazen fısıltıyla anlatalım.
Bu arada birtakım sesleri taklit etmeye de önem verelim. Otomobilin kornasını, koyunun melemesini, trenin cufcufunu taklit etmemiz çocuğun hoşuna gidecek ve ilgisini artıracaktır.
Çocuğun hikâye uydurmasına yardımcı olabilecek bir yol da resimlerdir. Bir kitap, dergi veya gazeteden resim seçelim. Bununla ilgili bir hikâye uyduralım. Sonra bir başka resim seçerek, çocuğumuzdan bununla ilgili bir hikâye anlatmasını isteyelim.
Çocuğun hayal gücünü besleyecek bir başka yol da, masalın başını anlatmamız ve sonunu onun bitirmesini istememiz olacaktır.
OYUN OYNAMASINI TEŞVİK EDELİM
Bırakalım çocuklar oyun oynasınlar, çünkü onlar bu şekilde öğrenirler. Çabuk öğrenme becerisinin gelişimini sağlamak için ebeveynlerle beraber olmak çocuklar için çok önemlidir. Ancak tek başına, oyuncaklarıyla etrafı dağıtması ve çevresini güvenli bir şekilde gözden geçirip incelemesi de önemlidir.
Henüz okula başlamamış çocuklar evde rahatça koşup zıplayabilmelidir. Ancak ev çocuk için güvenli hale getirilmeli, ona zarar vermeyecek ortam oluşturulmalıdır. Böylelikle “dikkatli ol” , “dokunma” gibi ikazlar almadan çocuk serbestçe oynar.
Bilelimki oyun, çocuklar için en doğal gelişim ve en aktif öğrenme ortamıdır. Oyun içinde yapılan koşma, atlama, sıçrama gibi sportif aktiviteler; dolaşım, solunum, sindirim ve boşaltım sistemlerine olumlu etki sağlayarak metabolizmayı geliştirir. Ayrıca oyun sırasında tekrarlanan hareketler, çocukların kas gelişimini de hızlandırır.
Çocuklar oyun oynayarak hem sağlıklı bir bünyeye kavuşurlar, hem de fiziksel gelişimlerini tamamlarlar.
OYUN ORTAMI OLUŞTURALIM
Oyun oynamak çocuğun işidir. Bir bebeğin, hayatında ilk defa eline çıngırak almasından, bir gencin bilgisayar oyununun şaşırtıcı karmaşıklığıyla yüz yüze gelmesi aşamasına kadar çocuklar oyun sayesinde sonuca varmayı, konsantrasyonu, motor, sosyal ve dil becerilerini öğrenirler.
Oyun oynarken çocuklarını izleyen ebeveynler onları tanıma fırsatı bulurlar.
Anne babalar çocuklarının daha iyi oynayabilmeleri için ortam oluşturmalıdırlar. Bir çocuk ne kadar değişik oyun oynarsa, gelişiminin hangi aşamasında olursa olsun öğrenme becerisi bir o kadar zenginleşir. Oyunla çocukların işitme, hissetme, görme gibi duyuları harekete geçer. Oyun değişik seçenekler, imkânlar ve problem çözme becerisi kazandırır. Çocuklar gerçek dünyada olmayacak şeyleri oyunlarında gerçeğe dönüştürebilirler. Bu onlar için bir çeşit güç kaynağıdır.
Bu yüzden:
Bebeğimizle oynayalım. Bebekler ebeveynlerinin kendileriyle oynamalarına bayılırlar ve oyunlarını şekillendirmeyi isteyen yetişkinlere daha büyük çocuklardan çok daha mutlu ve olumlu karşılık verirler.
Oyunlarına katılalım. Akıllı ebeveynler çocuklarına bebekliklerinden gençliklerine kadar beraber oynamak için zaman ayırırlar. Böylelikle çocukla aradaki bağı güçlendirir, onun kendine güvenini artırmış oluruz.
UYGUN OYUNCAKLAR SEÇELİM
Oyuncaklar çocuklara sadece dünyayı öğretmekle kalmaz, ebeveynlere de çocukları hakkında bir çok şeyi fark etme fırsatı tanırlar.
Bu yüzden oyuncaklar:
• Her şeyden önce tehlikesiz olmalıdır. Keskin kenarlı, sivri uçlu olmamalı ve kolayca kırılmamalıdır.
• Dayanıklı olmalıdır.
• Mümkün olduğunca çok duyuyu harekete geçirebilmelidir.
• Oyunun oyuncakla çocuk tarafından yürütülüyor olması lâzımdır. Düğmeye bir kez basıldığında harekete geçen ileri teknoloji ürünü oyuncaklardan uzak durmalıdır. Bu tip oyuncaklar çocukların üreticiliklerini yok edecekleri gibi dikkat toplama sürelerini de kısaltırlar. Oysa çeşitli biçimlere sokulabilecek tahta küplerle oynayan çocuk, oyunu kendisi sürdürür. Bu tip oyuncaklar, çocuğun kendine güvenini ve yaratıcılığını geliştirirler.
• İyi oyuncak eğlendirici oyuncaktır.
• Yine oyuncak, çocuğun yaşına ve gelişme dönemine uygun olmalıdır.
ARKADAŞ ÖNEMLİ
Çocuk için arkadaş seçimi ne kadar zor ise, arkadaşlıkların koparılması da o kadar zordur. Öncelikle arkadaş seçiminde titiz olmak gerekmektedir.
Arkadaş seçerken bazı noktalar önemlidir:
• Arkadaş yalnızca alıcı veya verici değil devamlı paylaşımcı olmalıdır. Bu paylaşım maddi ve manevi her konuyu kapsamalıdır.
• Arkadaş kin ve kıskançlıkla hareket etmemelidir. Aksine arkadaşını her zaman daha iyiye, daha doğruya yönlendirmelidir.
• Arkadaş arkadaşını zararlı alışkanlıklardan, israftan, toplum içinde gülünç duruma düşmekten korumaya çalışmalıdır.
• Arkadaş, sırdaş olmalıdır. Bu sırlar yayılmamalı ve arkadaşının zararına kullanılmamalıdır.
• Arkadaş, uyarıcı ve doğruya yönlendirici olmalıdır. Yanlış harekette birbirlerini uyarmalıdırlar.
• Birbirlerinin başarısından mutluluk duymalıdırlar.
Çocuğumuz sınıfta çocukların tümü ile arkadaşlık kurabilmelidir. Tabi her birinin derecesi değişik olacak, bazıları ile çok samimi olabilecektir.
Anne babalar çocuklarının arkadaş seçiminde bu kurallar doğrultusunda yönlendirici olmalı, arkadaşlık ilişkilerini yakından izlemeli ve gözlemelidir. Yanlış ilişkilere izin vermemelidir.
ÇOCUĞUMUZ DÜZENLİ VE DERLİ
TOPLU OLMALI
Çocuklarımızın düzenli ve derli toplu olmasını sağlamak için, bu konuda çok küçük yaşlardan itibaren kararlı davranmamız, taviz vermememiz gerekir. Küçük yaşlarda edinilen alışkanlıklar okuldaki sorumluluklara da yansıyacağı için, çocuklar düzenli olmayı öğrenmelidir. Çocuklarımızın pasaklı ve özensiz ödevler vermesine razı olmayalım. Sorumsuzca davranmalarına izin vermenin onları sevmemek ve geleceklerine aldırmamak anlamına geldiğini sakin ve kararlı bir ifadeyle anlatalım.
Bilelimki çocuğumuzun odası ve işleri karışık, düzensiz ve bakımsızsa derslerdeki başarısı da bundan olumsuz etkilenir. Aksine tertipli ve düzenliyse zihni daha berrak, anlayışı daha kıvrak olacaktır.
ÖĞRETİRKEN ISRAR VEYA CEZADAN
KAÇINALIM?
Okul öncesi çocuklar, ilgilerini kısa sürelerle bir konu üzerinde toplayabilirler. O sebeple oynayacağımız oyunların ortalama süresi beş dakikayı aşmamalıdır. Ama 5 dakikadan sonra çocuk oyunu sürdürmeyi ilgiyle istiyorsa, zaman doldu diye oyunu kesmeyelim. Onun ilgisi bizim için en iyi ölçü olacaktır.
Çocuğa bir şey öğretirken, kesinlikle cezadan kaçınalım. Ona öğretmeye çalıştığımız şeyi anlamadı veya yanlış yaptı diye çocuğu azarlamak, cezalandırmak, bu konuda yapacağımız en büyük yanlıştır. Çocuk kendisine gösterdiğimiz şeyi hemen kavrayıp anlamıyorsa, ya bu iş için daha ufaktır veya konuyu anlayacağı şekilde sunmamışızdır.
Böyle bir durumda ısrar etmeyelim, bir başka konuya geçelim. Çocuğa öğrettiklerimizin eğitici veya zihnini geliştirici şeyler olduğu kanaatini uyandırmak yerine, bunları ona bir eğlence, bir oyun olarak öğretelim. Ona ilginç ve eğlenceli gelmesini, sıkılmamasını gözetelim.
ZENGİN BİR ÇEVRE SUNALIM
Beyin gelişiminde ve zihinsel performansın daha üst seviyelere ulaştırılmasında çocuğa renkli ve zengin bir çevre sunmanın önemi büyüktür. Yani müzeler, hayvanat bahçeleri, parklar, ormanlar ve kırlar gibi değişik yerlere götürülen; resim, yüzme, satranç gibi kurslara devam ettirilen; meselâ yaz aylarında kamp ve benzeri faaliyetlere gönderilen çocuklar daha zeki olmaktadır.
Ayrıca çocukluk döneminde ailelerinden sevgi ve destek gören çocukların da zekâ kapasitelerinin arttığı belirlenmiştir.
ÇOCUĞUMUZ UYKUSUNU ALMALI
Uyku; yemek, içmek ve soluk almak gibi fizyolojik bir ihtiyaçtır. Sadece bedenimizi değil zihnimizi de uyumakla dinlendiririz.
Hayatımızın üçte biri uyku ile geçer. Uykunun önemi, uykusuz geçen bir geceden sonra anlaşılır. Hayatın tadı kalmaz; bütün gün asabi, uykusuz bir şekilde ortalarda dolaşır, kendimizi hiçbir işe gereğince veremeyiz.
Bu yüzden çocuğumuzun uyku saatlerine ve süresine dikkat etmeliyiz. Yetersiz alınan uyku, ders çalışma performansını düşürecektir.
İşte uyku ile ilgili dikkat edilecek noktalar:
• Uyku süresi yeterli olmalı, yaşına göre en az 7 – 8 saat uyumalıdır.
• Daha çok uyuyan, daha çok dinlenir diye erkenden yatağa göndermemiz uygun olmaz. Zoraki bir dinlenme, çocuğu sinirli yapabilir.
• Fazla uyku da doğru değildir. Hem vakit kaybıdır, hem de tembelliğe alıştırır.
• Uykuyu geceye kaydırmak lâzımdır. Bu yüzden erken kalkıp, o sessiz ortamda dersin başına oturmasıyla verimi artar.
• Çocuğumuza uykuyu kaçıracak kafeinli gıdaları (çay, kahve, çikolata, kola) akşamları vermeyelim.
• Yine akşamları ağır yemek yemesinler. Yatağa aç da girmesinler. Acıktılarsa, bir bardak süt içsinler veya yoğurt yesinler.
BESLENMEYE DİKKAT
Çocuğumuzun zihinsel faaliyette başarılı olması için beslenmelerine dikkat edelim, aşırı yemekten ve şişmanlıktan uzak durmalarını sağlayalım.
Bu gerekçe ile:
• Beyaz şekerli ve beyaz unlu gıdaları (her türlü tatlı ve pastalar, kekler, beyaz ekmek, kola, hamur işleri gibi) diyetimizden çıkaralım veya asgariye indirelim. Bu tür yiyecekler hem gereksiz kalori yükler, hem de kan şekerinde dalgalanmalara yol açarak öğrenmeyi zorlaştırırlar.
• Meyve ve sebzeye ağırlık verelim. Tatlı ihtiyacını meyveyle gidermesine alıştıralım. Gazlı içecekler yerine, taze sıkılmış meyve suyunu tercih edelim.
• Yine zihin açıklığına sebep olan bal, ceviz, havuç, kuru üzüm, muz gibi gıdaları soframızdan eksik etmeyelim.
• Balık zihinsel performansı artırır. Evimizde sık yenmelidir.
• Yine lahana, limon, soğan ve çilek de öğrenmeyi kolaylaştıran yiyeceklerdir.
• Kuru yemişleri özellikle de cevizi ihmal etmeyelim.
• Doyunca hattâ doymadan sofradan kalkalım ve karnımızı fazla doldurmayalım. Bu yüzden porsiyonlar az olmalıdır. Yemek için yaşamadığımızın, aksine yaşamak için yediğimizin şuuruna çocuğumuzu vardıralım.
• Ayakta değil oturarak yiyelim. Lokmalarımızı iyice çiğneyerek, tadını hissederek yutalım ve çocuğumuzu buna alıştıralım.
• İşlemden geçmiş olanları değil doğal gıdaları tercih edelim.
SEBZE VE MEYVEYİ BOL YEDİRELİM
İyi protein, karbonhidrat ve yağ kaynaklarını seçmek sağlıklı beslenme açısından önemlidir. Ancak çocukların beslenmesinde gerçekten eksik olan meyve ve sebzelerdir. Onların ve bizim beslenmemize daha fazla sebze meyve katmaya çalışırsak, hastalık risklerini azaltabilir, daha uzun ve sağlıklı yaşama şansımızı artırabiliriz.
Sebze ve meyvelerin çocuğun beslenmesinin büyük kısmını oluşturmasını sağlayalım.
Meyveyi meyve suyu veya püresi şeklinde değil, bütün olarak yedirelim.
Meyve ve sebzelerde çeşitliliğe gidelim. Yeni yiyecekleri önüne koyup denemelerini sağlayarak daha zengin bir damak tadı geliştirmelerini teşvik edelim.
Ancak patatesi fazla vermeyelim. Bazı vitamin ve mineralleri içerir ve keyifli, tatmin edici bir besindir. Ancak patatesin faydasının büyük bölümü kabuğundadır. Kabuğu olmadan beyaz ekmeğin etkisini gösterir.
KAHVALTI ŞART
Kahvaltının bir adı da “başarı yemeğidir”. İyi bir kahvaltı ile bütün günümüz daha güzel geçer. Proteinler beynimizi canlandırırken, kompleks karbonhidratlar da bizi yatıştırıp sakinlik verir. Bu iki besinin dengelendiği bir kahvaltı, gün boyunca etkin ve doğru davranış açısından çocuğumuza yardımcı olur.
Sabahları kahvaltı eden çocuk daha yüksek notlar alır, dikkatini daha kolay toplar ve karmaşık problemleri çözmekte çok zorlanmaz. Öğrenme becerisi daha yüksek olur.
Ayrıca kahvaltı yaptığında gün boyu düzensiz ve abur cubur beslenmeden de korunmuş olur.
Yine kahvaltıda daha çok süt, meyve, taze meyve suyu, tahıllı kahvaltı gevrekleri tüketir. Bunların tümü de ihtiyaç duydukları besinleri sağlamakta, ona katkıda bulunur.
SOFRAYA DAVET
Çocukların daha düzenli ve özenli yemek yeme tarzını teşvik etmenin bir yolu sofradır. Başarılı çocuklar yetiştiren ailelerde ebeveynler ve çocuklar, ailece oturulan sofraları çok severler.
3 yaşındaki çocukların yerlerinde 10 yaşındakiler kadar uzun süreli duramadıklarını bilelim. Kıpır kıpır hareketli olurlar, ama zamanla daha çok sofra başında otururlar.
Yine bilelim ki yemeği ailece yemek, aile fertlerini birbirine bağlar, evde sıcak ve sevgi dolu bir ortam hazırlamaya yardım eder, ailenin birliğini ve mutluluğunu artırır.
Ailece sofra başına oturduğumuzda kişi olmaktan çıkıp bütünleşiriz ve fiziki, hissi ve ruhi bakımdan güçleniriz. Birlikte yenilen yemeklerde kalpler birleşir, alınan gıdalar bereketlenir, aile bağları güçlenir.
Yalnız sofra başındayken sadece yemek yenmeli ve sohbet edilmelidir. Televizyon seyrederek, gazete okuyarak yemek yenmekten uzak durmalıdır.
EGZERSİZE TEŞVİK EDELİM
Egzersiz yani hareketli olmak ve spor yapmak; yeme, içme ve uyku kadar vücut için zorunludur. Çünkü kol ve bacaklardaki kasların hareketi kan dolaşımının hızlı ve dengeli olmasını sağlar, damarların kalbe kanı kolay ulaştırmasına destek olur. Böylelikle kaslar güçlenir, eklemler hareketli olur, vücuda esneklik ve zindelik gelir.
Spor yapan kişinin canlılığı ve ders çalışma performansı daha yüksek olur. Düzenli spor ayrıca gerginliği, üzüntüyü ve stresi ortadan kaldırır.
Hergün bir saatini yürümeye, spor yapmaya, egzersize ayıran öğrencilerin sınavlarda daha başarılı oldukları görülmüştür.
Böyle faydaları saymakla bitmeyen egzersizi çocuğumuz ihmal etmesin. Yürüyebilir, merdiven çıkabilir. Yine futbol, yüzme, bisiklet, ip atlama, tenis, voleybol, basketbol gibi sporlar da tavsiye edilir.
Çocuğumuz ders çalışırken yorulduğunda egzersizle çalışmaya ara verirse en uygun yoldur. Hem dinlenir, hem de bedenine ve zihnine enerji katar. Öğrenme isteği artar, zihni açılır.
ANNE BABA KARARLI OLMALI
Anne baba, çocuklarıyla eğitim veya başka sorumluluklar konusunda tartışmaya girmemelidir. Tartışmak yalnızca anne babanın pozisyonunu zayıflatır ve çocuğun sorumluluktan sıyrılma konusundaki kararlılığını pekiştirir.
Ebeveyn kararlı, serinkanlı ve kesin bir tavırla çocuğa gereken çabayı göstermek zorunda olduğunu belirtmeli, sonda da çocuğun karşılık vermesini beklemeden yanından ayrılmalıdır.
Meselâ çocuk “asla yapmayacağım” gibi şeyler söyleyerek anne babanın peşinden gelirse, yine sakince haklı beklentiyi tekrarlayarak çocuğun bu sorumluluğu yüklenmesinin sonuçlarına katlanması gerekeceği anlatılmalıdır.
Çocuklar istediklerini yaptırmak için bazı hileli sözlere başvurabilirler. Biz sakin olur, kararımızı değiştirmezsek, çocuklar sözümüzün bir anlamı olduğunu ve bundan vazgeçmeyeceğimizi anlayacaklardır. Artık sınırlarını kesin olarak öğrenmişlerdir. Aslında bu davranışımız onların güven duygusunu da güçlendirmiştir.
ÖĞRENME ZEVKİ AŞILAYALIM
Öğrenme araştırma isteğidir ve hayattan zevk almanın bir yoludur. Ancak, asla zorlama ile olmaz. Öğrenme; bilgi olarak donanmaktan çok, bilgilerin beceri olarak faaliyete geçme halidir. İnsan için öğrenmenin hayati özelliği vardır. İnsan yaşamak için öğrenmek zorundadır.
İşte öğrenmenin zevkli olduğu çocuklukta kavranır. 3 - 4 yaş civarındaki çocuk merak ettiği her şeyi sorar. Sorularına istekle cevap verilmeli, bıkkınlık gösterilmemelidir.
Yine çocuk sorgular ve bilinmeyenle deneyler yapar. Ondaki bu nitelikleri engellemeyip aksine merak ateşini artırmak, anne – babanın sorumluluğudur. Çocuk merak etmenin bir yararı olduğunu bilmelidir.
Çocuksu meraklara saygı gösterelim. Araştırma, öğrenme ve bilme isteklerini destekleyelim. Onları “benim yeteneğim var, ben yapabilirim” inancı ile yetiştirelim.
SİGARA İÇMEYELİM
Sigaranın sağlığımıza zararlarını biliyoruz. Ama çocuklarımızın sağlığını da olumsuz etkilediğini göz önüne almamız şarttır.
Hamilelikleri boyunca sigara içen annelerin bebekleri beyin hasarlı olarak doğmaktadır. Bu çocuklar öğrenme bozuklukları, hiperaktivite, davranış problemleri, gelişmemiş zekâ (IQ) ve okul başarısında düşüklük riskleriyle daha çok karşılaşırlar.
Yine bebeklik süresince sigara dumanına maruz kalmak da çok tehlikelidir.
Unutmayalım ki sigarada bebeklerin büyüme ve gelişimlerine zarar veren 4000 farklı kimyasal zehirli gaz vardır.
Sigara içiyorsak kendimiz için olmasa bile çocuğumuzun hatırı ve geleceği için bırakalım. Böylelikle ona güzel bir örnek de oluruz.
GEZMEK VE GÖRMEK ÖNEMLİ
40’ın üzerinde ülkeyi gezdim. Şehirlerimizden çoğunu gördüm. Şunu söyleyebilirim ki, istediğiniz kadar ansiklopedi karıştırın, belgeseller izleyin, hiçbiri görmek ve gezmek kadar öğretici olmuyor.
Çocuğumuzu elimizden geldiği kadar gezdirelim. Hayvanat bahçesine götürelim, hayvanları tanısın. Köylere, kırlara götürelim, oranın yaşantısını ve sayısız bitkileri, hayvanları gözleriyle görsün. Müzelere, şenliklere beraber gidelim.
Danimarka’da öğrenciler liseyi bitirdikten sonra bir yıl öğretime ara verir, adeta hayat stajı yaparlarmış. Nasıl mı? Seyahat ederek. Gruplar halinde geziler yapar, işledikleri konulardaki bilgilerini derinleştirirlermiş. Ne faydalı eğitim.
ÇOCUKLARIMIZA ÖRNEK OLALIM
Çocuklarımıza öğrenme ve çalışma hevesi verebilmek için örnek olmalıyız:
• Okumaktan, çalışmaktan ve eğitim veren bazı kurslara katılmaktan hoşlandığımızı gösterelim.
• Üstümüze aldığımız işlere konsantre olalım, uygulama sırasında özen gösterelim, sorumluğumuzu yerine getirerek çocuklarımıza örnek olalım.
• Yapılacak işlerin listesini hazırlayalım.
• Dengeli bir hayat için çalışalım.
• İşlerimizi serinkanlılıkla, telaş etmeden yapalım.
• Düzenli ve derli toplu olalım.
• Sinirli ve çabuk öfkelenen biri olmayalım.
• Bilgilerimizi ve tutkularımızı çocuklarımızla paylaşalım.
• İhtiyacımız olduğu zaman yardım isteyelim.
Çocuklarımızın anne babalarını her zaman haklı gördükleri için onları taklit ettiğini bilelim. Biz öğrenme tutkusu sergiliyorsak onları teşvik ediyoruz demektir.
TELEVİZYON VE BİLGİSAYARA DİKKAT!
Televizyon ve bilgisayar karşısında çokça vakit geçiren çocukların hem zamanı boşa geçer hem de derslere konsantre olmakta zorlanırlar. Ayrıca televizyon aşırı izlendiğinde kişiyi pasifize eder.
Ancak normal seviyede televizyon izlemek kötü de değildir. Kötü olan programlarda seçici olmamak veya televizyonu çocuk bakıcısı olarak kullanmaktır. Öğretici ve eğitici kanallar aksine öğrenmeyi destekleyebilir.
Çocukların ne kadar süre ile televizyon karşısında durabilmelerine gelince:
2 yaşına kadar hiç seyretmemelidirler. 2 ilâ 5 yaş arası günde yarım saat. Daha büyüklerde ise günde bir saati geçmemelidir.
Bilgisayar için de benzer şeyler sözkonusudur. Çocuğun erken yaşlardan itibaren bilgisayarla fazlasıyla haşır neşir olması gelişim açısından uygun değildir.
Bilgisayarın iyi yönü çocuğun istediği bilgiye çabucak ulaşmasını eğlendirici ve renkli sunumlarla vermesi; çocukların dikkatlerini konuya daha uzun süreli toplanmalarını sağlamasıdır. Kötü yön ise çocuklar öğrenmeyi eğlenceyle eşdeğer tutmaya başlarlar ve öğrenmenin şartı olan sıkı çalışmayı ve zahmet çekmeyi reddederler.
Doğru olanı tv seyretme saatlerini kısıtlamak yerine, meşgul olacağı faaliyetlerin sayısını artırmaktır.
Tahta bloklar, legolar, plastik askerler, bebekler, kalem, pastel, suluboya gibi malzemeler varken tv çekiciliğini kaybedecek ve tv seyretme süresi kendiliğinden azalacaktır.
Tabi bu arada tv’nin çocuğumuzun kelime haznesine ve konuşma yeteneğine yaptığı katkılara da dikkat etmemiz gerekir.
ÇEVRENİN FARKINA VARMASINI
SAĞLAYALIM?
Çocukların ilk beş yılı duygusal gelişimleri ve kişiliklerinin oluşumu açısından olduğu kadar zekâ gelişiminde de en önemli dönemidir.
Bu yüzden okul dönemine kadarki olan sürede ona baskı yapmaksızın, zorlamaksızın uyarmamız çocuğumuzun daha zeki olmasına yol açacaktır. Çocuğun çevresindeki nesneleri ellemesine, bunlar arasındaki farkı dokunarak algılamasına, çeşitli sesleri dinlemesine, bunları ayırt etmeyi öğrenmesine, çevrenin “farkına varmasına” yardımcı olarak çocuğun baktığı şeyi gerçekten görmesini sağlamalıyız.
Çiçeklerin renklerini, saplarının ve yapraklarının şeklini, ağaç kabuklarının düz veya pütürlü olduğunu, tabiatın çeşitliliğini algılamasına yardımcı olmalıyız. Meselâ “çiçek mis gibi kokuyor” dediğimizde, çocuğun atlayabileceği bir hissiyatın farkına varmasını sağlayabilir.
Çocuklara çevrenin farkına varmayı öğretmeye başlamanın zamanı, okul öncesi dönemidir. Duyular kanalıyla dünyayı algılamak, düşüncenin en temel başlangıcıdır.
Çocuklara duyularıyla algılama imkânlarının yanı sıra birtakım malzemeler de sağlamamız gerekir. Kâğıt, renkli kalemler, sulu boyalar, ucu sivri olmayan kâğıt makası, eski dergiler, çeşitli boy ve şekillerde karton parçaları, kara tahta ve renkli tebeşirler, çeşitli boylarda tahta bloklar, evcilik oyununda giyebileceği giysiler, teyp, çocuğun çalmasında mahzuru olmayan ucuz kasetler, parçaların bir araya getirilmesinden oluşan oyuncaklar, kil, kitaplar, plastik veya mıknatıslı harfler çocuğun düşünce gelişiminde katkıda bulunacak araçlardır.
Çocuğumuzla müzelere gidelim, hayvanat bahçesini gezelim, uzun gezintiler yapalım. Ona kitaplar, kasetler, filmler alalım. Beraberce televizyonda belgeseller izleyelim.
Bu yaptıklarımız okul ve hayat başarısına hazırlıktır, unutmayalım.
DENEYLER YAPTIRALIM
Çocuğumuzun soyut düşünceye somut deneylerden varmasını sağlayalım. Çocuğun matematik soyutlaması için temel olarak eğitici oyuncaklar alalım.
Sözgelimi çocuğumuza mavi ile sarının karıştırılmasıyla yeşil elde edilir demek yerine, ona bu iki renk boyayı verelim ve karıştırınca ortaya hangi rengin çıkacağını soralım. Çocuk yeşili bulduğu zaman coşkuyla düşünmeye başlayacaktır.
Çocuğumuzla birtakım eğitici ve eğlendirici oyunlar oynayabiliriz. Meselâ kâfiye oyunu. “Sana iki kelime söyleyeceğim, kâfiyeli bir kelime de sen bulacaksın” diyelim.
Bu oyun düşünmesini sağlayacaktır. Mantık oyunları, şehir bulma vs de olabilir.
Çocuğumuzun boya, kâğıt, kil, tahta küpler, kum, çamur, hamur vb. malzemeyle oynaması çok yararlı ve gereklidir. Bu malzemelerden bir şekle veya kurguya varırsak üretici zekâsı gelişecektir.
Yine çocukların kendilerine ait uğraşlar, el sanatları, aletler ve bahçeleri, kendi dünyaları hakkında daha çok şey öğrenmelerine yardım eder.
Denemeler ve keşiflere daima yer açalım. El altında bulunan başvuru malzemesi (sözlük, atlas, ansiklopedi, dünya küresi), büyüyen zihinler için önemli kaynaklardır.
Çocukların bildiği yerlerin haritalarını yapmak ve harita oyunları oynamak, coğrafyayı gerçeğe dönüştürür.
Çocuğumuz bir soru sorduğunda “git araştır” diyelim. Cevapları birlikte aramak, danışma alışkanlığı iyice yerleşene kadar öğrenmeyi daha çekici yapar. Ayrıca çektiği zahmet, öğrendiğinin daha kalıcı olmasını sağlar.
EVDE HUZURLU ORTAM OLMALI
Ailede sükûnet, sevgi ve şefkat hâkim olduğunda çocuk psikolojik olarak ders çalışmaya uygun hale gelecektir. Böylece öğrencinin dikkati dağılmaz, aklı çeşit çeşit düşüncelere dalmaz, konsantre olmakta zorluk çekmez.
Yüksek akademik başarı elde etmiş kişilerin öğrenme sevgileri, en çok ailelerin öğrenmeye verdikleri değerden etkilenir. Araştırmalar bu başarılı kişilerin evlerinin diğerlerine göre daha sakin ve sessiz olduğunu, yüksek sesle televizyon ve müzik dinlenilmediğini gösteriyor. Gürültülü evlerde büyüyen çocuklar, dil öğrenmekte ve diğer becerilerde daha zayıf kalıyorlar.
Ebeveynler arasında uyum ve bağ olan çocukların kendilerini daha güvenli hissettikleri, sonuçta da okulda daha başarılı oldukları biliniyor. Yine aileleri ile birlikte sofraya oturan çocukların da daha ileri düzeyde akademik başarı elde etmeleri göz önüne alınması gereken bir başka husus.
Buna karşı aile fertleri (özellikle anne baba) arasında sürekli kavga ve çekişmeler olduğunda veya anne baba, çocuklarına karşı sevgi ve güvenle muamele etmediği zaman durum tersine dönmektedir. Bu durum çocuğa üzüntü vermekte, herşeye tepkili davranmakta, sürekli zihnini bununla meşgul etmektedir. Dolayısıyla derslerini düşünmekten ve öğrenimine odaklanmaktan uzaklaşmaktadır.
ANAOKULUNA GÖNDERELİM
Çocuğumuzu iyi bir anaokuluna göndermeliyiz. Anaokulu çocukların duygusal ve entelektüel gelişmesine çok büyük katkılarda bulunur; sadece zekâsını geliştirmeye değil okula hazırlanmaya da yardımcı olur.
Anaokulu, çocuğun öğrenmeye karşı tutumunun ve zekâsının şekillendiği çok önemli bir kurumdur.
Kardeş sayısının azaldığı, çocukların güvenli bir şekilde oynayabilecekleri mekânların pek olmadığı günümüzde anaokulları aynı zamanda sosyalleşmenin ve faydalı oyunların oynandığı ortamlardır.
OKULDA OLANLARDAN HABERİMİZ OLSUN
Okulda olanları öğrenmekten çekinmeyelim. Bunu yaparak çocuğumuza eğitimin ne kadar önemli olduğunu gösterebiliriz. Ona neler öğretilmekte olduğunu takip edelim.
Okulda başarılı çocukların çoğu, eğitimlerine ilgi duyan faal ebeveynlere sahipler. Bu anne babalar okulda görev alır, çocuklarının öğretmenlerini yakından tanır, veli toplantılarına katılır, ev ödevlerinde çocuğunu yönlendirir ve derslerde neler olup bittiğini yakından takip ederler. Böylelikle çocuklarına cesaret ve destek mesajları verirler.
BAŞARIYA CESARETLENDİRELİM
Çocuğumuza cesaretlendirici mesaj vermemiz önemlidir. Bunun için söz ve kelimeler kadar vücut dilimizi de kullanabiliriz. Yaptığı resimleri överken beğenme hareketleri yapabiliriz.
Öğrencinin zihinsel yeteneğine olan güveni ona yaratıcılık ruhu verir, küllenmiş enerjilerini ortaya çıkarır, önünü imkân ve fırsatlarla doldurur, “her türlü başarıya ulaşabilirim” inancı doğurur. Bu sebeple anlayamama veya kavrayamama korkusu, özgüven karşısında yok olup gider.
ÖĞRETMENİN TUTUMU ÖNEMLİ
Çoğu çocuk için öğretmen etkili bir örnektir. Empati kurabilen, gerekli zamanı ve ilgiyi vermekten çekinmeyen şefkatli bir öğretmenin sıkıntılı bir öğrenciye çok büyük faydaları dokunabilir. Öğrencilerine sevgi ve ilgi gösteren öğretmenler genellikle unutulmazlar ve öğrencilerin kalbinde özel bir yere sahip olurlar.
Benim ilkokul 5’te öğretmenim değişmişti. Sami Çağlı adlı hocam gerçekten sempatisiyle ve özel ilgisi ile derslerde sivrilmemi sağlamıştı. O zamana kadar vasat bir öğrenci iken, sınıfın çalışkanları arasına girmiştim.
Eğer öğretmen kendine güvensiz ise, bu çocuklara olumsuz yansır. Bu yüzden uyumsuz davranışlarını gördüğümüz öğretmeni uygun şekilde uyaralım. Amacımız, öğretmeni yargılayıp eleştirmeden, çocuğumuzu sıkıntıya sokan problemi ortaya koymaktır.
ÖĞRETMENLERE DEĞER VERELİM,
DİYALOG HALİNDE OLALIM
Çocuklarımızın okuluyla yakından ilgilenelim, aynı zamanda öğretmenlerini araştıralım ve onlara değer verelim.
Sık sık okuluna gidelim. Çocuğumuz okul ortamında aile bireylerince izlendiğini bilmelidir.
Öğretmenin çocukla ilgili karşılaştığı bir problem hakkında anne – babaya kolay ulaşacağını bilmesi önemlidir. Böylelikle sorun büyümeden halledilir.
Sonra ebeveyn, çocuğuyla ilgiliyse ve öğretmene değer veriyorsa, bu öğretmen de o çocuğun üzerinde daha çok duracak, adeta titreyecektir.
DERS ÇALIŞIRKEN PROGRAM YAPALIM
Okuldan gelen çocuğumuz ödevlerin çokluğundan yakınıyorsa yapacakları işlerin listesini yapıp, önceliklerine göre sıralamalarına yardım edelim. Dersi bitirdikçe listeden o kısmı silmenin keyfine varsınlar.
Çocuklar programlı çalışmaya alıştıkça zamanın değerini ve ayarlamasını öğreneceklerdir.
Bazen anne – baba ve çocuklar, ödevler tamamlandıktan sonra daha fazla çalışmaya gerek olmadığına inanır. Halbuki çalışmak, sadece ödev yapmak değil yeni konuları keşfetmek, değişik bilgi alanlarına ulaşmak anlamına gelir. Çocuktaki doğal öğrenme merakını koruyan ve devam ettiren çalışma şekli esas budur. Anne – baba bu tip çalışmayı benimsemişse ve bir şeyleri çocuklarıyla birlikte araştırıyorsa, çocuklar da aynı öğrenme tutkusuyla bilginin peşine düşebilecektir.
SESSİZ BİR ODA AYARLAYALIM
Mümkünse bunun müstakil bir oda olması iyi olur. Yoksa küçük de olsa bir çalışma köşesi ve bir çalışma masası sağlanmalıdır.
Şu noktalara dikkat edilmelidir:
• Çalışma masası pencere kenarında olmamalıdır. Yoksa dikkati dağılabilir.
• Çalışma alanı, havalandırmaya uygun olmalıdır. Öğrenme işi beyin eylemidir. Bol oksijen için havanın temiz olması gerekir.
• Yatarak veya uzanarak çalışma, verimi düşürür.
• Çalışma ortamı sessiz olmalıdır. Çünkü öğrenme bir dikkat, beynin yoğunlaşma faaliyetidir. Öğrenme sürecine etkili olacak her dış faktör (ses, görüntü, ışık vs) dikkati dağıtacaktır. Bu yüzden müzik dinleyerek ders çalışılmayacağını bilelim.
• Oda mümkün olduğunca sade ve düzenli olmalıdır. Masanın üzerinde sadece dersle ilgili materyal bulunmalı, dikkati dağıtacak eşyaları kaldırmalıyız.
ÇOCUĞUMUZ ELİNDEN GELENİ YAPMALI
Çocuklarımızdan elinden geldiği kadarını isteyelim. Onların okul başarıları için çok çalışmalarına, çaba sarf etmelerine önem verelim.
Başarılı çocukların ebeveynleri, en önemli noktanın çocuğun aldığı ders notları değil, onun herhangi bir konuda en iyisini yapmak için gösterdiği gayret olduğunu bilirler. Bu yüzden de gerçek dışı beklenti içine girmezler. Bütünü pekiyi olan karne yerine gösterdiği performansı ölçü alırlar. Çocuklarının her zaman ellerinden geleni yapacaklarına yürekten inanır, onlardan bunu beklerler.
Çocuğumuz 10 üzerinden 6 almışsa ve bunu çalışarak, elinden geleni yaparak elde etmişse diyeceğimiz bir şey olmamalıdır. Fakat 6’yı baştan savma ve dikkatsiz çalışmasıyla almışsa, bundan memnun kalmadığımı söylerim. Onun aldığı nottan çok, harcadığı çabadan dolayı mutlu olduğumu bilmesini isterim.
BEKLENTİMİZ GERÇEKÇİ OLSUN
Anne baba ve öğretmen olarak çocuklardan beklentilerimizi onların gelişim düzeylerine uygun plânlamamız gerekir. 2 yaşındaki bir çocuktan çok düzgün konuşmasını, 4 yaşında yazı yazmasını beklememeliyiz. Çünkü çocuklar bu görevleri yapabilecek gelişim seviyelerine henüz erişmemişlerdir.
Her bireyin kapasitesi farklıdır. Çocuğumuzun kapasitesini doğru tanımalı, aşırı beklentiden kaçınmalıyız.
Ancak yapabilecekleri konusunda da onlara güvendiğimizi söylemeliyiz. Çocuklarımıza karşı yüksek beklentiler beslememiz, onların kendilerini yetenekli, becerikli ve hoşa giden birisi olarak hissetmelerini sağlar. Onlara “yapmayı seçtiğiniz şeyi en iyi şekilde yapın” diyelim.
Yoksa gerçekdışı yüksek standartlara ulaşması için baskı yapmayalım.
Çocuklarımız özgün bireyler olsunlar ve bizim beklentilerimizi, arzularımızı yerine getirmek için yaşamasınlar.
Notunu 2’den 3’e yükselten bir çocuğa neden 4 alamadığını sormayalım, tebrik edelim.
Bu yapıdaki anne babalar çocuklarına, isterlerse hep daha iyiyi başarabileceğini söylerler. Maalesef çocuk ne kadar çalışırsa çalışsın, anne – babanın gözünde ve kendine göre hep başarısız olur. Bunun sonucunda acı dolu hayal kırıklıkları ve değersizlik hissi yaşanır. Çocuk, anne babasının beklentilerine yetişemediği için çabalarıyla çok nadiren övgü kazanır. Buna bağlı olarak, daha fazla emek harcamak istemeyebilir. “Zaten beceremiyorum ne diye uğraşayım ki?” gibi düşüncelere kapılabilir.
Anne babaların elbette çocuklarından beklentileri olacaktır. Bu sayede çocuklar yeni hedeflere yönelirler ve bu da onların gelişimini olumlu yönde etkiler. Ancak aşırı derecede yüksek veya düşük, katı yada gerçek dışı beklentiler, çocukların uyumsuz olmasına veya bozuk bir gelişim sürecinden geçmesine sebep olmaktadır.
TEKRAR YAPMAYI ÖĞRETELİM
Çocuğumuza izah edelim ki bir konu;
• Yalnızca derste dinlenirse, bu konunun yüzde 20’si öğrenilir.
• Konu dinlendikten sonra bir de kitaptan okunursa yüzde 40’ı öğrenilir.
• Konunun yazılı özeti de çıkarılırsa öğrenilen oran yüzde 60’a yükselir.
• Konu sesli olarak bir başkasına (arkadaş, anne – baba, kardeş veya gerektiğinde kendi kendine) anlatılırsa yüzde 80’i kavranır.
• Bu oran, konu tekrar edilerek yüzde 90’a çıkabilmektedir.
Bu bilimsel gerçeklerin farkında olalım ve çocuğumuzu buna alıştıralım.
EV ÖDEVİNE ALIŞTIRALIM
Çocuğumuza her gün “aynı saatte aynı yerde” fikrini aşılayarak kusursuz çalışma alışkanlıkları geliştirmesi için yardım edelim. Küçük çocukların mutfak veya oturma odasındaki bir masada çalışmaları daha uygundur. Yaşları daha büyük çocuklar için ise sessiz bir çalışma alanı uygun olacaktır.
Çocuğumuz okuldan gelince bir süre dinlenmeli, sonra zamanında ev ödevlerine başlamalıdır.
Öğrencilik bir çocuğun, çocukluk yılları boyunca temel meşguliyeti olduğu için, ev ödevlerini bitirdiğinde onu takdir edelim. Böylece özsaygısını geliştirmiş, ders çalışmayı sevdirmiş oluruz.
Bu yüzden çocuklar ödevlerini yaparken, yardıma hazır olduğumuzu belirtelim, arada bir yanlarına gidip övgü dolu cesaret verici sözler söyleyelim, hattâ bir ikramda bulunalım. Ev ödevi bittikten sonra anne veya babanın çocuğun gayretlerini kontrol etmesi, performansını övmesi, bundan sonra çabalarını nerede yoğunlaştırması gerektiğini söylemesi önemlidir.
Ödevini bitirdikten sonra sevdiği bir faaliyete izin vermemiz de uygun olacaktır.
Bazı çocuklar ev ödevi yapmayı sevmezler. Onların gerçek hayatla ev ödevleri arasında bağlantı kurmalarına yardımcı olmalıyız. Ayrıca çocuğun duygularını da dikkate alarak, ev ödevlerini yapmaktan hoşlanmayabileceğini, fakat onları yapmak zorunda olduğunu söyleyelim.
BİR PROBLEME TAKILDIYSA...
Çocuğumuz ev ödevini yaparken bir probleme takılıp cesareti kırılır veya tıkanırsa, cevabı kendimiz bilmesek bile destek sunalım. Onunla beraber çözüme ulaşana kadar araştıralım.
Yalnız konuyu iyice anlayıp anlamadığını soralım. Soruyu anlamakla, istenilenin ne olduğunu bilmekle, problemin yarısını çözmüş demektir. Konuyu biz izah etmeyelim, onun düşünerek doğruyu bulmasına ışık tutalım.
Bizim ötemizde bir desteğe ihtiyaç varsa o zaman özel öğretmene veya dışarıdan yardıma başvuralım.
KAPASİTELERİNİN OLDUĞUNU BİLELİM
Çocuklara anne baba olarak şu mesajı iletmeliyiz: “Sınırsız kapasiten var, hangi bilgi alanına yönelirsen yönel, kolayca öğreneceksin”.
Halbuki biz bu mesajı vermek yerine onları genelde olumsuz yaftalamalarla engelliyoruz.
Okulda başarı gösteremeyen bir çocuğun zeki olmadığını ileri sürmek, zekâya çok dar bir açıdan bakmak olur. Okulda başarısız olan çocuk, spor alanında gösterdiği muazzam yetenekle veya mekanik bir objeyi söküp takmadaki ustalığıyla çevredekileri şaşkına çevirebilir.
Sosyo – ekonomik seviyesi düşük ortamdan gelen çocukların başarısızlığına yol açan bazı faktörler:
• Anne - babanın öğrenmeye karşı olumsuz veya dışlayan tavrı.
• Anne – babanın öğrenme tutkusu konusunda kötü örnek olması.
• Duyusal uyarıların sınırlı olması.
• Eğitim araçlarına (kitap, eğitici oyuncaklar ve oyunlar) ulaşamama.
• Yoksulluk.
• Evin kalabalık olması.
Daha yüksek sosyo – ekonomik şartlardan gelen çocuklarda başarıyı engelleyen faktörlere gelince:
• Özgüveni eğitim başarılarına endeksleme.
• Başarıyı aşırı vurgulamak, aşırı hırs.
• Yanlışları ve başarısızlıkları cezalandırmak, eleştirmek.
• Çocukları “tembel”, “aptal” veya “ahmak” diye etiketlemek.
• Çocuklardan gerçekçi olmayan akademik performans beklemek.
• Eğitimde çabayı değil, performansı vurgulamak.
• Çocukları başka çocuklarla kıyaslamak ve aşağılamak.
• Edinilmiş bilgiyle, entelektüel yeteneği karıştırmak.
• Eğitimsel davranışla çocuğun kişiliğini birbirinden ayırmamak
Ailede anne baba arasında çatışma ve duygusal ihmal varsa, bu şartlar çocukların eğitimini fazlasıyla etkiler.
ÖĞRENMEYİ OLUMLU HALE GETİRELİM
Çocuklar öğrenmeye duydukları istek ve merakı kaybetmemelidirler. Pek çok insan okul günlerine dönüp baktığında, öğretmenin yanında eleştirildiğini, iğnelendiğini, bedensel ceza aldığını, aşağılandığını, azarlandığını vs hatırlar.
Öğrenmeyi olumlu kılmak için en başta aşağılamayı, başkalarıyla kıyaslamayı, cezalandırmayı ortadan kaldırmamız gerekir. Daha sonda ise çocuğu sevmek, yüreklendirmek, övmek, onaylamak, kapasitesine inanmak, eğlence ortamı oluşturmak, olumlu ama kararlı ve tutarlı davranmak gelir.
Bu yüzden:
• Çocuklarımızla şartsız ve sevecen bir ilişkimiz olmalıdır.
• Onlarla birebir konuşalım.
• Emir vermeyelim, rica edelim.
• Çocuklarımızı dinleyelim.
• Onlarla ilişkimize her zaman öncelik verelim.
• Çocuklarımızla çatışma yaşamayalım.
• Hata yaptığımızda özür dilemesini bilelim.
• Hatalarımızı, başarısızlıklarımızı, eksiklerimizi kabul edelim.
• Özgüvenin öğrenme üzerindeki etkisinin farkına varalım.
• Kendi kimlik sorunlarımızı çocuklarımızın eğitimsel gelişiminin dışında tutalım.
Anne babanın kendi eksikliğinin bilincinde olması gerekli ve önemlidir. Çünkü çoğu zaman yetişkinler kendi hayal kırıklıklarının acısını çocuklardan çıkarır. Bu yüzden çabuk sinirlenmeyelim, sabırsızlık ve mükemmeliyetçilikten kaçınalım, hatalara hoşgörülü davranalım, çocuklarımızı başkalarıyla kıyaslamayalım, aşağılamaktan uzak duralım.
“ÇOCUĞUM ZEKİ, AMA ÇALIŞMIYOR”
Pek çok anne babadan bu sözleri sık duyarız. Gerçekten yüksek zekâ katsayısı, zorunlu olarak yüksek başarı veya motivasyon anlamına gelmez. Okulda alınan notlar, doğuştan gelen bir yetenekten çok, derslere ve öğrenmeye karşı merak, ilgi ve isteği gösterir.
Sözgelimi Ahmet 120’lik zekâ katsayısıyla, IQ’su 140 olan Selim’i geride bırakabilir. Çünkü onun ateş gibi merakı ve öğrenme tutkusu, yeteneğini kullanmaya itmişken, Selim yararsız faaliyetlerle uğraşmaktadır. Önemli olan bir çocuğun ne kadar zeki olduğu değil, daha çok, sahip olduğunu iyi değerlendirmesidir.
Yani IQ (zekâ) aslında bizim yeteneklerimizden ortaya çıkar ve yeteneklerimiz de bize doğuştan atfedilmiş olan melekelerdir. Biz doğuştan gelen bu melekeleri, disiplinli bir şekilde üstünde durarak geliştiririz.
Bir kimsenin IQ’suna bakarak onun başarılı olup olmadığını söyleyemeyiz. Önemli olan bu genetik yetenekleri en yüksek seviyeye çıkarabilmek için var gücüyle çalışmaktır.
SEVGİMİZİN PERFORMANSA BAĞLI
OLMADIĞINI BİLSİNLER
Çocuklarımızı elbette ders çalışmaya ve öğrenmeye teşvik etmeliyiz, ancak sevgimizin gösterdikleri performansla değil çocuğumuz olmasıyla ilgili olduğunu da bildirmeliyiz.
Sevilmek ve kabul görmek için çabalamak bir çocuk için çok zor bir görevdir, çoğu çocuk da buna isyan eder. Ebeveyn beklentileri gerçekçi değilse, çocuk ya başarısız olur veya yanlış şeyler yapar. Bu da onu hayat boyu olumsuz etkiler.
Performansı ne olursa olsun onu sevdiğimiz mesajını verelim. Tabiî ki ondan yapabileceğinin en iyisini beklediğimizi bildirelim. Başarısını başka arkadaşlarıyla kıyaslamadan kutlayalım.
Sözlerimiz ve davranışlarımızla çocuğumuza, onu yapabildikleri için değil, kendisi olduğu için sevdiğimizi hissettirdiğimizden emin olalım. Başarısı ne olursa olsun onu seveceğimizi ona ifade edelim. Ama yapabileceğinin en iyisini yapmasını (ne daha az, ne de daha fazla ) beklediğimizi de anlamalıdır.
OKUL BAŞARISINI ÖDÜLLENDİRELİM
Çocuğumuzun okuldaki başarılarının artması için özellikle derse karşı gösterilen sıradan sayılan başarılarını (meselâ sınıfta söz alma, dersin birinden alınan yüksek not gibi) bile anne baba olarak desteleyelim, övgü dolu sözlerle karşılayalım. Bunlar çocuğun derse karşı ilgisini artıracaktır.
Yine sadece derste değil başka olumlu bir aktivitesi halinde de çocuğumuzu cesaretlendirelim, teşvik edelim.
Ancak desteği anne baba olarak birlikte sağlayalım. Ders konusunda hem anne hem babanın ilgilenmesi çocuğun bu konuda daha dikkatli olmasını sağlar.
Başarı için çocuğumuzu başkalarıyla kıyaslamak çok yanlıştır. Çünkü her bireyin ayrı kabiliyet, beceri, zekâ ve kendine has vasıflarının olduğunu unutmamak gerekir. Başkalarının kopyası olmaya zorlamak çocuğa karşı saygısızlıktır.
DERS ALDIRALIM MI?
En iyi öğrenme, kişisel gayret ve meraka bağlı olarak harekete geçmekle, çalışmakla olur.
Öyleyse öğrenci çalıştığı derse karşı aktif ve faal bir tavır içinde olmalıdır. Sürekli okumalı, düşünmeli, anlamlar çıkarmaya çalışmalı, uygulamasını yapmalı, özetlemeli, konuları soru haline getirip cevabını vermeli, kendine veya bir arkadaşına anlatmalıdır.
Ayrıca mecbur kalmadıkça, anlaşılmayan konuları anlamak için başkasından yardım istememelidir.
Son yıllarda moda olan özel dersler öğrencinin kendine güvenmesine engel olup onu sürekli başkasına dayanmaya alıştırmakta, dolaylı olarak özgüvensizlik ruhu vermektedir. Çünkü ders alan öğrencinin durumu, aktif bir rol üstlenmeden ve hiçbir çaba sarf etmeden hep başkasını dinleme konumudur.
Öte yandan özel ders alan öğrenci, konuyu anlamak için ders dışında da bir imkâna sahip olduğunu düşünerek derse dikkatini verme ve kendini yorma çabası içine girmeyebilir. Bu da onda gizli bir sorumsuzluk ve meseleyi küçümseme, anlayamadıklarını özel derste anlama ümidiyle kendini konuya verememe alışkanlığı doğurabilir.
Ayrıca öğrencinin çalıştığı dersi özetlemesi, bilgileri zihnine yerleştirmesinde ve kolayca hatırlamasında yardımcı olur. Çünkü önce pasif alıcı konumundayken, kendine dayanıp özet çıkarınca artık aktif öğretici konumuna geçmiştir. Bu öğrenci sürekli bir düşünce faaliyeti içindedir. Konuyu düşünür, anlamaya çalışır. Güzel olan budur.
Yoksa zoraki ders aldırmak, çocuğun az olan ilgisini, istikrarsızlığını, okul çalışmalarındaki eksikliğini giderme isteğini, çalışması gereken konulara karşı iştahını engeller. Şikâyetlere ve sızlanmalara sebep olur.
Ancak öğrenci elinden geleni yaptığı halde, bazı anlamadığı konular, çözemediği problemler olursa özel ders burada gerekli hale gelir.
Ama okulda rehber ve öğretmen nezaretindeki eğitim böyle değildir. Evde tek başına çalışan öğrenci, birçok konuyu anlamayabilir ve bu durum dersi iyice kavrayıp öğrenmesini engelleyebilir.
Sonra okulda dersler belli bir programa uygun olarak kolaydan zora doğru ilerler, çocuk sindirerek öğrenir.
Bu yüzden evde çalışırım deyip okula gitmemek yanlıştır. Sınıfta sorarak öğrenmesi, anlayışının yükselmesi ve zihnin gelişmesi mümkün olur.
OKUL HER ŞEY DEĞİL
Bazı aileler çocuklarının okula verince tam anlamıyla eğitileceklerini düşünürler ve kendileri devreden çekilirler. Bu yanlıştır.
Günümüzde aile çocukla yine yakından hattâ eskisinden de çok ilgilenmelidir. Çocuk, yalnızca okul ortamında değil, okul dışı zamanlarda da ilgiyi, yönlendirmeyi beklemektedir. Buna muhtaçtır.
Şu da var: Çocuğumuzun okul dışında yetenekleri de olabilir. İyi koşuyordur. El işi veya resim yapabiliyordur. Yüzmesi veya sesi güzeldir.
Onun yeteneklerini keşfedip takdir ettiğimizi ona gösterelim, geliştirmesine ve ortaya çıkarmasına yardımcı olalım.
Çocuğumuzun gelecekteki hayatında başarılı olmak için en başta kendine güvene ihtiyacı vardır. Ve biz bunu, daima yanında olduğumuzu ona göstererek sağlayabiliriz.
Ayrıca öğrenen bir kişi çok yönlü olmak zorundadır. Çünkü karşılaştığımız birçok problemin çözümünün ipuçları çok yönlü bir altyapının içinde saklıdır.
Bu yüzden çocuğumuzun değişik konularla ilgilenmesini ve merakını teşvik etmeliyiz.
KIRIK KARNEYE NE YAPMALI?
Olumsuz tepki gösterdiğimizde akademik başarılarının olumsuz yönde etkileneceğini bilelim. Hata bulmaya çalışmak yerine yapıcı yaklaşır, olumlu destek verirsek, düşük notlar zamanla daha iyiye gidip düzelecektir.
Bir çocuğu zayıf performansından ötürü eleştirmek, çocuğun daha iyi çalışmasını sağlamadığı gibi üzerinde ters etkiye yol açacak bir baskı oluşturur.
Bu yüzden çocuğumuzun niçin böyle bir karne getirdiğini araştırmak, sebeplerini bulmak ve giderme yollarını aramak gerekir. Bunu da soğukkanlı bir şekilde yapmalıyız. Öfkenin, hele kaba kuvvetin faydası olmayacaktır.
Çocuğunuza karne almasıyla ilgili verebileceğimiz en önemli mesaj, onu koşulsuz sevdiğimiz ve kabul ettiğimizdir. Karnede gördüğümüz eksikliklerle ilgili onunla konuşalım, ama onu mahkûm etmeyelim. Ona güvendiğimizi tekrarlayalım. Ona karnedeki zayıf notlarla ilgili fikrini soralım ve bu sorunu gidermeyle ilgili onunla sohbet edelim. Gördüğümüz eksiklikleri uygun bir dille aktaralım ve her türlü desteğe hazır olduğumuzu anlatalım.
“Sen hep başarısızsın. Asla yapamazsın. Çalışmadan olacağı buydu.” gibi cümleler sadece öfkemizi geçici olarak azaltabilir, problemi çözmez. Aksine, çocuğumuzla iletişimimizi engeller.
Sonra karnedeki notlar onun hayatta başarısız bir kişi olduğunu değil, sadece o derslerle ilgili meselesi olduğunu gösterir. Çocuğun kişiliğini değil, problemini konuşalım.
BEDENSEL ÖZÜRLER BAŞARIYI
ENGELLEYEBİLİR
Çocukta bir öğrenme problemi ortaya çıktığında daima önce bedensel arıza araştırılmalıdır. İşitme zorluğu veya göz bozukluğu, nörolojik özürler, hormon dengesizlikleri ya da olgunlaşmanın gecikmesi çocuğun öğrenme verimini etkiler.
Bu yüzden çocuğumuz başarısızsa kulaklarını, görmesini kontrol ettirelim. Veya hormonlarla ilgili bir bozukluğu mu var diye araştıralım.
Yine ders başarısını engelleyen büyük etkenlerden biri de çocuğun zekâ kapasitesidir. Bunu da hesaba katalım.
SORULARA CEVAPLAR
Soru: Ev ödevlerine her zaman aynı saatte mi başlamalıdır?
Cevap: Hayır, fakat günün akışı içinde belli bir zamanda başlanır. Böylece öğrenme motivasyonunda bir otomatikleşme sağlanır. Hergün aynı saatte çalışma, çocukta alışkanlık haline gelir ve daha iyi öğrenir.
Soru: Çocukların okuldan geldikten sonra bir süre dinlenme molası vermeleri gerekli mi ve bu ne kadar sürmelidir?
Cevap: Çocuklar bireysel olarak farklıdır. Bazı çocuklar okuldan sonra doğrudan derslerini yapmaya başlar ve durdurulamazlar. Hemen bu konuyu kafalarından atmak isterler. Bazıları bir dinlenme molasına ihtiyaç duyar.
Her çocuğun en verimli çalışma zamanı değişebilir ve biz bunu gözlemle anlayabiliriz. Aslında en doğru olanı, öncelikle ev ödevini yapması ve sonrasında dersini bitirmenin huzuruyla üzerinde baskı olmadan günü rahat geçirmesidir.
Soru: Çalışma masasında rahat çalışması için çocuğumun neye ihtiyacı var?
Cevap: Çalışma için ihtiyacı olan her şey muntazam toplanmış olmalı ve kullanıma hazır durmalı, fakat çalışma sahasını daraltmamalıdır. Defter ve kitaplarını renkli kâğıtlarla kaplarsak çocuk daha zevkle çalışır.
Ayrıca gereksiz eşyaların erişim mesafesinde bulunmaması gerekir. Böylelikle dikkati dağılmaz.
Soru: Çocuklarım ille de ben yanlarında oturunca ders çalışabiliyor. Ne yapmalıyım?
Cevap: Çocuklarımız ders çalışırken yanlarında oturup onların her yaptığını dikkatle gözlediğimiz zaman hata yapmalarını önlemeye yardımcı oluruz. Kendi başlarına hata yapma ihtimali artar.
Ancak hata yapma da öğrenmek için bir fırsattır. Arada yalnız bırakarak kendi başlarına çaba göstermek konusunda güvenlerinin pekişmesine fırsat tanıyalım.
Biz yakınlarındaysak güven içinde gayret gösterirler. Ancak yanlarından ayrıldığımız zaman endişeler başlar ve yaptıkları işi bırakabilirler. Derse nasıl başlayacaklarını, önce ne yapacaklarını sorarsak, yanlarındayken de bağımsız davranmalarını sağlayabiliriz. Böylece gerçekten yardım etmemiz gerekip gerekmediğini de anlamış oluruz.
Çocuklar bir süre çalıştıktan sonra yaptıkları kadarını göstermelerini isteyelim. Doğru yolda olup olmadıklarını kontrol etmiş oluruz. Hem hata yapmış olsalar da çok ilerlemediklerinden düzeltmek için çok zaman harcamaları gerekmeyecektir. Biz de yanlışı kısa yoldan nasıl düzeltecekleri konusunda fikir veririz.
Soru: Sürekli okul ve öğretmen değiştirmek yanlış mıdır?
Cevap: Elbette doğru değildir. Çocuk alıştığı arkadaşları ve öğretmeni arayacaktır. Yeni sınıfında tekrar çevre oluşturmak, kemikleşmiş arkadaş gruplarına kendini kabul ettirmek gayretine girecektir.
Soru: Anne baba özellikle akşamları televizyon seyrederken çocuğa dersin var veya konu senin için uygun değil diye yasaklıyor. Çocuğa karşı bu tutum ne kadar adil olur?
Cevap: Tabiî ki adil değildir ve yanlıştır. Çocuk zahmet içinde ders çalışmaya uğraşırken aklı televizyonda kalacaktır. Böylelikle de anne babasına kızgınlık duyacak, dersi iyi vakit geçirmesine engel bir faaliyet olarak görüp soğuyacaktır.
Anne babanın televizyonu kapatarak seyretmediklerini göstermeleri, çocuğun derse hevesini ve sevgisini artıracaktır. Bu fedakârlığı çocuğumuz için yapalım.
Soru: Çocuklara kural konduğu halde uymuyorsa, ceza versen de yapmayacağım diyorlarsa ne yapalım?
Cevap: Çocuklar böyle kurallara karşı çıkarak hem güçlerini, hem de anne babanın tutarlı olup olmadığını ölçerler.
Öncelikle kural koyarken dikkatli olalım. Gerçekten böyle bir kurala ihtiyaç var mı ? Varsa uygulanması için titiz davranalım ve disiplinli bir şekilde takip edelim. Çocuk bizim katı olduğumuzu anladığında kurala uyacak ve bize de, kendine de güveni artacaktır.
Ama bir kez kuralı çiğnedi mi devamı gelir ve disiplin işe yaramaz olur.
Soru: 9 yaşında bir kızım var. Odasında televizyonu var. Ders çalışırken televizyon izlemeyi tercih ediyor. Ders notları ise 4 -5 arası. Daha ciddi ders çalışmasını sağlamak için ne yapmalıyız?
Cevap: Aldığı notlar zekâsının yüksek oluşuna ve sınıfta dersi dinlemesine bağlı olabilir. Bu, fazla ders çalışmasa da iyi not alabilir demektir. Ama ileriki sınıflarda durum böyle olmaz.
Hemen televizyonu çocuğun odasından çıkarın. Dersle birlikte tv. izlemek olmaz. Çocuk dikkatini ya derse ya da televizyona yöneltir. Bu yüzden ders verimi düşer.
Soru: Kızım düşük not aldığında kızarım korkusuyla söylemiyor. Onun güvenini kazanıp doğruyu söylemesi için ne yapabilirim?
Cevap: Kendisine kızmayacağımız konusunda garanti verelim ve bundan emin olmasını sağlayalım. Yardımcı olmak istediğimizi, düşük notlarını da bilmemiz gerektiğini izah edelim. Zamanla güveni gelişecektir.
Soru: Çocuğum çok çalışırsa sınavda daha başarılı olur mu?
Cevap: Ders çalışma süresi ile alınan not birbiriyle tam bağlantılı değildir. Sadece çok çalışmak değil verimli çalışmak gerekir.
Soru: Baskı verimli çalışmasını sağlar mı?
Cevap: Çok baskı ile çocuğun çok çalışacağını ve o kadar çok öğreneceğini düşünmek yanlıştır. Şunu bilelim, kendisi istemeden, sırf anne babasının baskısıyla çalışan öğrenci aslında çalışırmış gibi görünür ama verimli çalışamaz, iyi öğrenemez.
Soru: Başarısız çocuğumu ödülle derse zorlamalı mıyım?
Cevap: Çocuğumuzu rüşvete alıştırmayalım. Diyelim, sınıfı geçerse ona bisiklet almayı taahhüt ettik. Çocuktaki atılım duygusunu köreltmekten başka bir şeye yaramaz. Çocuk kendi kendini doyurmak için öğrenmek ve öğrendiklerinden olumlu bir kişilik edinmek yerine, dıştan gelecek bir ödüllendirme için, kendini öğrenmeye zorlar. Halbuki dersi severek çalışmalıdır, ödül için değil.
Soru: Anne babası dağınık olmadığı halde lise son sınıfa giden oğlumun dolabı, kitapları her şeyi dağınık. Orada burada bulunuyor. Ne yapsak değiştiremiyoruz. Önerileriniz nelerdir?
Cevap: Titizlikle takip edelim ve bıkmadan usanmadan düzenini kontrol edelim.
Odasını düzeltmezse harçlığını keselim. Toparladığında onu tebrik edelim, memnuniyetimizi bildirelim, tekrar düzenlenmesi için teşvik edelim.
Soru: Çocuğa ders konusunda aşırı yüklenme doğru mudur?
Cevap: Çocuğumuzla birlikte çalışırken veya çocuğumuzun derslerine yardım ederken öfkeleniyor ve kızıyorsak onu çok zorlamaya başlamışız demektir. Acaba öğrencilik hayatımız başarısız mı geçti? Çocuğumuzdan bunun rövanşını mı almasını istiyoruz?
Yok biz sakinliğimizi koruyor, ama çocuklarımız huzursuzsa şu konuları gözden geçirelim:
• Ondan yapmasını beklediğimiz şey çok mu zor?
• Biraz soluklanmak veya bir şeyler yemek ihtiyacında mı?
• Derse ara verilmesini mi istiyor ?
Bu durumda mola verelim. Bir süre istirahattan sonra yeniden çalışmaya başlayalım.
Soru: Başarıyı ve takdiri kolayca kazanmak için uydurmaya başlayan çocuk için ne yapmalıyız?
Cevap: Onunla açıkça konuşalım. Bu durumun farkında olduğumuzu, böyle yaparak bir yere varamayacağını söyleyelim. Ayrıca takdirde de aşırıya gitmeyelim.
Ceninin sinir sisteminin gelişimi, annenin hamileliği süresince yaptığı şeyler doğrultusunda iyi veya kötü yönde etkilenir.
• Hamilelikte sigara, alkol, uyuşturucu kullanımı cenin beyninin gelişimini kötü yönde etkiler ve çocuğun ilerde öğrenme zorluğu ve davranış problemleri yaşama riskini artırır.
• Yine hamilelik süresince anne adayı için sağlıklı ve dengeli beslenme önemlidir. Somon ve ton balığı yemek, omega -3 yağı almaları açısından şarttır. Yine tam tahıl ve undan yapılmış gıdalar elzemdir.
• Annenin düşünce ve duyguları da bebeğin gelişimini etkileyebilir. Bu yüzden anne adayı stresli ve sıkıntılı değil, neşeli ve güleryüzlü olmalıdır. Gülücükler saçan ve mutlu olan, bebeğini sevinçle bekleyen anne adayında endorfin denilen mutluluk hormonu salgılanır, bu da anneyi ve bebeği rahatlatır. Gelişine böyle mutlu olunan ve sevgi dolu ortama doğan bebekler dünyaya büyük bir ilgi besler, etraflarına merakla bakar, kendilerini güvende hisseder ve anne babalarıyla köklü ilişkiler kurabilirler.
ANNE SÜTÜ ZEKİLEŞTİRİR
Araştırmalar emzirilen bebeklerin daha zeki olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda daha iyi gelişmekte ve ilkokul çağında da daha iyi dereceler yakalamaktadırlar.
Annelerince emzirilen çocukların zihinsel avantajlı olmasının sebepleri:
• Anne sütü bir çeşit omega - 3 yağ asidi olan ve beynin gelişiminde çok büyük rol oynayan DHA yağı içerir. DHA, beyin dokusunu geliştirip güçlendiren önemli bir besindir.
• Yine bebeklerin beyin dokusu gelişimi açısından kolesterole ihtiyaç duyar. Bebek mamaları hemen hemen hiç kolesterol içermezken, anne sütü kolesterolden oldukça zengindir.
• Anne sütündeki temel şeker olan laktoz, emzirilen bebeklerin daha zeki olmalarının bir diğer sebebidir.
• Anne sütü hızla hazmedildiği için emzirilen bebekler daha sık beslenirler ve böylece anneleriyle daha sık etkileşimde bulunurlar. Emziren anneler de bebeklerinin ihtiyaçlarına karşı çok daha hassas olurlar. Bir anne her emzirmede bebeğin ne kadar süt içtiğini ölçmeyeceği için, bebeğinin acıkıp acıkmadığını sürekli gözlemek zorundadır. Böylece anne, bebeğin başka sinyal ve mimiklerinin de farkına varır, evlâdını daha iyi anlar. Anne ne derece ilgili, hevesli ve duyarlı olursa, bebeğin çevreye ilgisi de bir o kadar artar.
• Emzirilen bebekler sürekli anneleriyle vücut teması yaşarlar ve çoğu gecelerini anneleriyle aynı yatakta geçirirler.
• Emzirmenin sağladığı sıcaklık ve rahatlık, biberonla beslemenin veremeyeceği bir duygusal tatmin sağlar.
Çocuğumuzu bu müthiş avantajdan mahrum etmeyelim. En az 6 ay, mümkünse 2 yıl anne sütü verelim.
BEBEĞİ ANNESİNDEN AYIRMAYALIM
Yeni doğan bebeği annesinin yanında tutmalıdır. Annesiyle beraber yatan bebek, vücut ısısını, metabolizmasını, hormon ve enzim seviyesini, kalp ritmini ve nefes alış verişini dengeler. Anne ve bebeğin birbirinden ayrılması, fiziksel yoksunluklara ve duygusal boşluğa sebep olur.
Çünkü anne bebek ilişkisi karşılıklı, iç içe ve büyülüdür. Bebeğin ağlaması, yer yüzünde bebekler için en iyi besin olan anne sütünü tetikler. Doğumdan sonra emzirmek, plasentanın atılmasına yardımcı olduğu gibi, annenin kanama geçirmesine de engel olur. Ayrıca bebeğin bakışları ve dokunuşu, annelik için gerekli duygu ve melekelerin oluşmasını sağlar. Bebekler, annelerinin sesini duymalı, kokusunu hissetmeli, uyku düzenini ve yüz ifadelerini öğrenmelidir. Annelerinin iyi olduklarından emin olma ihtiyacındadırlar.
Bu yüzden bebek yeni doğduğunda yatağı anne ve babaya yakın olmalı, yattığı sepet veya beşik mümkün olduğunca anneye yakın konmalıdır. Ebeveyn ihtiyaç duyduğu anda bebeğe dokunabilmeli, anne her zaman bebeğin hafifçe soluk almasını duyabilmelidir.
BEBEĞİ YANIMIZDA TAŞIYALIM,
ONUNLA KONUŞALIM
Bebeğimizle mümkün olduğu kadar çok vakit geçirmenin birçok avantajı vardır. Hatta doğum esnasında özel olarak gösterilen ufacık bir ilginin dahi büyüme, sağlık ve öğrenmede farklılıklar oluşturduğu biliniyor.
Bebeğimizi doğumdan sonra yanımızdan ayırmamak, sarılmak, kucaklamak, emzirmek, renkleri göstermek, etrafı ellemesini, görmesini sağlamak ve normal yetişkin sohbetlerinin olduğu mekânlarda beraber olmak gerekir. Tabi gürültülü patırtılı ortamlar bebeğimize mahzurludur, ama huzurlu ebeveynlerin yanı en uygun yerdir.
Bebekle doğumdan hemen sonra iletişime girmeli ve ona ilgi göstermelidir. Daha çok ilgi gören bebekler daha çabuk kilo alır, daha çok uzar, yön kabiliyetleri daha gelişir, hafıza ve öğrenme yeteneği artar, kendilerini daha iyi ifade ederler. Ayrıca kendilerini daha çok güvende hissederler.
Bu yüzden bebeğimize, onu aktive eden bir ortam sağlayalım. Günlük işlerimizi yaparken yanımızda bulundurarak ona görme, işitme ve anlama becerilerini geliştirmek için muhtaç olduğu uyarımı vermiş oluruz.
Anneye yakın olmak ve onun yürürken hareketlerini hissetmek, bebeği sakinleştirir. Onunla bulaşık yıkarken, kitapçıda gezerken, alışveriş yaparken sürekli konuşmalıdır.
Duyarlı ebeveynler çocuklarıyla oluşturdukları erken iletişimden büyük zevk alırlar ve bunu yaşamak için de ellerinden geleni yaparlar.
Bebekler ağladıklarında veya çeşitli hareketler yaptıklarında, sevgi ve ilgi ile karşılık vermeliyiz. Bu yüzden:
• Bebeğimizle göz teması kuralım.
• Seslerini taklit edelim.
• Ona ismi ile seslenelim.
• Konuşmayı basit tutalım. İki veya üç kelimelik kısa cümleler kullanalım.
• El, kol ve beden hareketleriyle konuşmamızı destekleyelim.
• Sorular soralım.
• Bebeğimizin günlük bakımını yaparken (üstünü giydirirken, banyo yaptırırken, altını değiştirirken) ne yaptığımızı anlatalım.
• Ona şarkılar, ilahiler söyleyelim.
• Çocuğun başlattığı kelimelere eklemeler yapalım. Bunun iyi bir dil öğrenim aracı olduğunu bilelim.
KİTAP OKUYALIM
Çocuklarımıza kendileri okuyabileceklerinden çok önce kitap okursak kitaba ilgilerini artırmış oluruz. Hikâyeyi çocuğun ilgi seviyesine ve dikkatine göre ayarlayalım. Sözümüzü kesmelerine, sorularına ve paylaşmaya izin vermezsek hikâye okumamıza ilgileri azalacaktır. Hedefimiz hikâyenin sonunu getirmek değildir, tartışmalar açmak daha çok değer taşır. Olumlu tutumları beslemek için çocuğun kişisel tepkilerini kabul edelim.
Çocukları küçüklükten başlayarak kitapçıya, öykü saatlerine götürelim. Yaşları geldiğinde kitaplıkları için adlarını taşıyan kâşe hazırlatalım.
Araştırmalar, küçükken ebeveynleri tarafından kitap okunarak büyütülen çocukların, okumayanlara kıyasla okulda daha başarılı olduklarını göstermektedir.
Beraber kitap okumak, hem ebeveynler hem de çocuklar açısından çok zevkli bir faaliyettir. Aynı zamanda da çocuğun bilgi gelişimini ve sonucunda gelen başarıyı sağlar.
HAYAL DÜNYASINI BESLEYELİM
Gerçek dışı hikâyeler, masallar, düşler yetişkinlere saçma gibi gelebilir. Ama bunları bir yana atmayalım, besleyip geliştirelim. Çocukluğunda “Küçük Prens” , “Bremen Mızıkacıları”, “Güliver Devler veya Cüceler Ülkesinde” türünde kitaplar okuyanlar, çocukluk fantezilerinin ve düşlerinin çok güzel, çok önemli bir bölümünü yaşarlar.
Çocuğun hayal gücünü sadece kitaplarla değil, çocuğa masal anlatarak ve onun bize masal anlatmasını isteyerek de geliştirmeye yardımcı olmalıyız. Çocuğa masal kitabı okumakla masal anlatmak arasında önemli bir fark vardır. Ona masal anlattığımız zaman kendisinin de bir masal uydurabileceği inancını yerleştirmiş oluruz.
Çocuklar, bizim çocukluğumuza, özellikle onların yaşında olduğumuz dönemlere ait hatıralarımızı dinlemekten hoşlanırlar. Bunları anlatırken, olayları çocuk için daha ilginç kılmak amacıyla bazen gerçekleri bozmaktan abartmaktan dahi kaçınmayalım. Çocuğa masal veya hikâye anlatırken anlatış şeklimizde monotonluğa düşmeyelim. Yer yer konuşma tempomuzu hızlandıralım, yer yer çok ağır konuşalım. Bazen sesimizi yükseltelim, bazen fısıltıyla anlatalım.
Bu arada birtakım sesleri taklit etmeye de önem verelim. Otomobilin kornasını, koyunun melemesini, trenin cufcufunu taklit etmemiz çocuğun hoşuna gidecek ve ilgisini artıracaktır.
Çocuğun hikâye uydurmasına yardımcı olabilecek bir yol da resimlerdir. Bir kitap, dergi veya gazeteden resim seçelim. Bununla ilgili bir hikâye uyduralım. Sonra bir başka resim seçerek, çocuğumuzdan bununla ilgili bir hikâye anlatmasını isteyelim.
Çocuğun hayal gücünü besleyecek bir başka yol da, masalın başını anlatmamız ve sonunu onun bitirmesini istememiz olacaktır.
OYUN OYNAMASINI TEŞVİK EDELİM
Bırakalım çocuklar oyun oynasınlar, çünkü onlar bu şekilde öğrenirler. Çabuk öğrenme becerisinin gelişimini sağlamak için ebeveynlerle beraber olmak çocuklar için çok önemlidir. Ancak tek başına, oyuncaklarıyla etrafı dağıtması ve çevresini güvenli bir şekilde gözden geçirip incelemesi de önemlidir.
Henüz okula başlamamış çocuklar evde rahatça koşup zıplayabilmelidir. Ancak ev çocuk için güvenli hale getirilmeli, ona zarar vermeyecek ortam oluşturulmalıdır. Böylelikle “dikkatli ol” , “dokunma” gibi ikazlar almadan çocuk serbestçe oynar.
Bilelimki oyun, çocuklar için en doğal gelişim ve en aktif öğrenme ortamıdır. Oyun içinde yapılan koşma, atlama, sıçrama gibi sportif aktiviteler; dolaşım, solunum, sindirim ve boşaltım sistemlerine olumlu etki sağlayarak metabolizmayı geliştirir. Ayrıca oyun sırasında tekrarlanan hareketler, çocukların kas gelişimini de hızlandırır.
Çocuklar oyun oynayarak hem sağlıklı bir bünyeye kavuşurlar, hem de fiziksel gelişimlerini tamamlarlar.
OYUN ORTAMI OLUŞTURALIM
Oyun oynamak çocuğun işidir. Bir bebeğin, hayatında ilk defa eline çıngırak almasından, bir gencin bilgisayar oyununun şaşırtıcı karmaşıklığıyla yüz yüze gelmesi aşamasına kadar çocuklar oyun sayesinde sonuca varmayı, konsantrasyonu, motor, sosyal ve dil becerilerini öğrenirler.
Oyun oynarken çocuklarını izleyen ebeveynler onları tanıma fırsatı bulurlar.
Anne babalar çocuklarının daha iyi oynayabilmeleri için ortam oluşturmalıdırlar. Bir çocuk ne kadar değişik oyun oynarsa, gelişiminin hangi aşamasında olursa olsun öğrenme becerisi bir o kadar zenginleşir. Oyunla çocukların işitme, hissetme, görme gibi duyuları harekete geçer. Oyun değişik seçenekler, imkânlar ve problem çözme becerisi kazandırır. Çocuklar gerçek dünyada olmayacak şeyleri oyunlarında gerçeğe dönüştürebilirler. Bu onlar için bir çeşit güç kaynağıdır.
Bu yüzden:
Bebeğimizle oynayalım. Bebekler ebeveynlerinin kendileriyle oynamalarına bayılırlar ve oyunlarını şekillendirmeyi isteyen yetişkinlere daha büyük çocuklardan çok daha mutlu ve olumlu karşılık verirler.
Oyunlarına katılalım. Akıllı ebeveynler çocuklarına bebekliklerinden gençliklerine kadar beraber oynamak için zaman ayırırlar. Böylelikle çocukla aradaki bağı güçlendirir, onun kendine güvenini artırmış oluruz.
UYGUN OYUNCAKLAR SEÇELİM
Oyuncaklar çocuklara sadece dünyayı öğretmekle kalmaz, ebeveynlere de çocukları hakkında bir çok şeyi fark etme fırsatı tanırlar.
Bu yüzden oyuncaklar:
• Her şeyden önce tehlikesiz olmalıdır. Keskin kenarlı, sivri uçlu olmamalı ve kolayca kırılmamalıdır.
• Dayanıklı olmalıdır.
• Mümkün olduğunca çok duyuyu harekete geçirebilmelidir.
• Oyunun oyuncakla çocuk tarafından yürütülüyor olması lâzımdır. Düğmeye bir kez basıldığında harekete geçen ileri teknoloji ürünü oyuncaklardan uzak durmalıdır. Bu tip oyuncaklar çocukların üreticiliklerini yok edecekleri gibi dikkat toplama sürelerini de kısaltırlar. Oysa çeşitli biçimlere sokulabilecek tahta küplerle oynayan çocuk, oyunu kendisi sürdürür. Bu tip oyuncaklar, çocuğun kendine güvenini ve yaratıcılığını geliştirirler.
• İyi oyuncak eğlendirici oyuncaktır.
• Yine oyuncak, çocuğun yaşına ve gelişme dönemine uygun olmalıdır.
ARKADAŞ ÖNEMLİ
Çocuk için arkadaş seçimi ne kadar zor ise, arkadaşlıkların koparılması da o kadar zordur. Öncelikle arkadaş seçiminde titiz olmak gerekmektedir.
Arkadaş seçerken bazı noktalar önemlidir:
• Arkadaş yalnızca alıcı veya verici değil devamlı paylaşımcı olmalıdır. Bu paylaşım maddi ve manevi her konuyu kapsamalıdır.
• Arkadaş kin ve kıskançlıkla hareket etmemelidir. Aksine arkadaşını her zaman daha iyiye, daha doğruya yönlendirmelidir.
• Arkadaş arkadaşını zararlı alışkanlıklardan, israftan, toplum içinde gülünç duruma düşmekten korumaya çalışmalıdır.
• Arkadaş, sırdaş olmalıdır. Bu sırlar yayılmamalı ve arkadaşının zararına kullanılmamalıdır.
• Arkadaş, uyarıcı ve doğruya yönlendirici olmalıdır. Yanlış harekette birbirlerini uyarmalıdırlar.
• Birbirlerinin başarısından mutluluk duymalıdırlar.
Çocuğumuz sınıfta çocukların tümü ile arkadaşlık kurabilmelidir. Tabi her birinin derecesi değişik olacak, bazıları ile çok samimi olabilecektir.
Anne babalar çocuklarının arkadaş seçiminde bu kurallar doğrultusunda yönlendirici olmalı, arkadaşlık ilişkilerini yakından izlemeli ve gözlemelidir. Yanlış ilişkilere izin vermemelidir.
ÇOCUĞUMUZ DÜZENLİ VE DERLİ
TOPLU OLMALI
Çocuklarımızın düzenli ve derli toplu olmasını sağlamak için, bu konuda çok küçük yaşlardan itibaren kararlı davranmamız, taviz vermememiz gerekir. Küçük yaşlarda edinilen alışkanlıklar okuldaki sorumluluklara da yansıyacağı için, çocuklar düzenli olmayı öğrenmelidir. Çocuklarımızın pasaklı ve özensiz ödevler vermesine razı olmayalım. Sorumsuzca davranmalarına izin vermenin onları sevmemek ve geleceklerine aldırmamak anlamına geldiğini sakin ve kararlı bir ifadeyle anlatalım.
Bilelimki çocuğumuzun odası ve işleri karışık, düzensiz ve bakımsızsa derslerdeki başarısı da bundan olumsuz etkilenir. Aksine tertipli ve düzenliyse zihni daha berrak, anlayışı daha kıvrak olacaktır.
ÖĞRETİRKEN ISRAR VEYA CEZADAN
KAÇINALIM?
Okul öncesi çocuklar, ilgilerini kısa sürelerle bir konu üzerinde toplayabilirler. O sebeple oynayacağımız oyunların ortalama süresi beş dakikayı aşmamalıdır. Ama 5 dakikadan sonra çocuk oyunu sürdürmeyi ilgiyle istiyorsa, zaman doldu diye oyunu kesmeyelim. Onun ilgisi bizim için en iyi ölçü olacaktır.
Çocuğa bir şey öğretirken, kesinlikle cezadan kaçınalım. Ona öğretmeye çalıştığımız şeyi anlamadı veya yanlış yaptı diye çocuğu azarlamak, cezalandırmak, bu konuda yapacağımız en büyük yanlıştır. Çocuk kendisine gösterdiğimiz şeyi hemen kavrayıp anlamıyorsa, ya bu iş için daha ufaktır veya konuyu anlayacağı şekilde sunmamışızdır.
Böyle bir durumda ısrar etmeyelim, bir başka konuya geçelim. Çocuğa öğrettiklerimizin eğitici veya zihnini geliştirici şeyler olduğu kanaatini uyandırmak yerine, bunları ona bir eğlence, bir oyun olarak öğretelim. Ona ilginç ve eğlenceli gelmesini, sıkılmamasını gözetelim.
ZENGİN BİR ÇEVRE SUNALIM
Beyin gelişiminde ve zihinsel performansın daha üst seviyelere ulaştırılmasında çocuğa renkli ve zengin bir çevre sunmanın önemi büyüktür. Yani müzeler, hayvanat bahçeleri, parklar, ormanlar ve kırlar gibi değişik yerlere götürülen; resim, yüzme, satranç gibi kurslara devam ettirilen; meselâ yaz aylarında kamp ve benzeri faaliyetlere gönderilen çocuklar daha zeki olmaktadır.
Ayrıca çocukluk döneminde ailelerinden sevgi ve destek gören çocukların da zekâ kapasitelerinin arttığı belirlenmiştir.
ÇOCUĞUMUZ UYKUSUNU ALMALI
Uyku; yemek, içmek ve soluk almak gibi fizyolojik bir ihtiyaçtır. Sadece bedenimizi değil zihnimizi de uyumakla dinlendiririz.
Hayatımızın üçte biri uyku ile geçer. Uykunun önemi, uykusuz geçen bir geceden sonra anlaşılır. Hayatın tadı kalmaz; bütün gün asabi, uykusuz bir şekilde ortalarda dolaşır, kendimizi hiçbir işe gereğince veremeyiz.
Bu yüzden çocuğumuzun uyku saatlerine ve süresine dikkat etmeliyiz. Yetersiz alınan uyku, ders çalışma performansını düşürecektir.
İşte uyku ile ilgili dikkat edilecek noktalar:
• Uyku süresi yeterli olmalı, yaşına göre en az 7 – 8 saat uyumalıdır.
• Daha çok uyuyan, daha çok dinlenir diye erkenden yatağa göndermemiz uygun olmaz. Zoraki bir dinlenme, çocuğu sinirli yapabilir.
• Fazla uyku da doğru değildir. Hem vakit kaybıdır, hem de tembelliğe alıştırır.
• Uykuyu geceye kaydırmak lâzımdır. Bu yüzden erken kalkıp, o sessiz ortamda dersin başına oturmasıyla verimi artar.
• Çocuğumuza uykuyu kaçıracak kafeinli gıdaları (çay, kahve, çikolata, kola) akşamları vermeyelim.
• Yine akşamları ağır yemek yemesinler. Yatağa aç da girmesinler. Acıktılarsa, bir bardak süt içsinler veya yoğurt yesinler.
BESLENMEYE DİKKAT
Çocuğumuzun zihinsel faaliyette başarılı olması için beslenmelerine dikkat edelim, aşırı yemekten ve şişmanlıktan uzak durmalarını sağlayalım.
Bu gerekçe ile:
• Beyaz şekerli ve beyaz unlu gıdaları (her türlü tatlı ve pastalar, kekler, beyaz ekmek, kola, hamur işleri gibi) diyetimizden çıkaralım veya asgariye indirelim. Bu tür yiyecekler hem gereksiz kalori yükler, hem de kan şekerinde dalgalanmalara yol açarak öğrenmeyi zorlaştırırlar.
• Meyve ve sebzeye ağırlık verelim. Tatlı ihtiyacını meyveyle gidermesine alıştıralım. Gazlı içecekler yerine, taze sıkılmış meyve suyunu tercih edelim.
• Yine zihin açıklığına sebep olan bal, ceviz, havuç, kuru üzüm, muz gibi gıdaları soframızdan eksik etmeyelim.
• Balık zihinsel performansı artırır. Evimizde sık yenmelidir.
• Yine lahana, limon, soğan ve çilek de öğrenmeyi kolaylaştıran yiyeceklerdir.
• Kuru yemişleri özellikle de cevizi ihmal etmeyelim.
• Doyunca hattâ doymadan sofradan kalkalım ve karnımızı fazla doldurmayalım. Bu yüzden porsiyonlar az olmalıdır. Yemek için yaşamadığımızın, aksine yaşamak için yediğimizin şuuruna çocuğumuzu vardıralım.
• Ayakta değil oturarak yiyelim. Lokmalarımızı iyice çiğneyerek, tadını hissederek yutalım ve çocuğumuzu buna alıştıralım.
• İşlemden geçmiş olanları değil doğal gıdaları tercih edelim.
SEBZE VE MEYVEYİ BOL YEDİRELİM
İyi protein, karbonhidrat ve yağ kaynaklarını seçmek sağlıklı beslenme açısından önemlidir. Ancak çocukların beslenmesinde gerçekten eksik olan meyve ve sebzelerdir. Onların ve bizim beslenmemize daha fazla sebze meyve katmaya çalışırsak, hastalık risklerini azaltabilir, daha uzun ve sağlıklı yaşama şansımızı artırabiliriz.
Sebze ve meyvelerin çocuğun beslenmesinin büyük kısmını oluşturmasını sağlayalım.
Meyveyi meyve suyu veya püresi şeklinde değil, bütün olarak yedirelim.
Meyve ve sebzelerde çeşitliliğe gidelim. Yeni yiyecekleri önüne koyup denemelerini sağlayarak daha zengin bir damak tadı geliştirmelerini teşvik edelim.
Ancak patatesi fazla vermeyelim. Bazı vitamin ve mineralleri içerir ve keyifli, tatmin edici bir besindir. Ancak patatesin faydasının büyük bölümü kabuğundadır. Kabuğu olmadan beyaz ekmeğin etkisini gösterir.
KAHVALTI ŞART
Kahvaltının bir adı da “başarı yemeğidir”. İyi bir kahvaltı ile bütün günümüz daha güzel geçer. Proteinler beynimizi canlandırırken, kompleks karbonhidratlar da bizi yatıştırıp sakinlik verir. Bu iki besinin dengelendiği bir kahvaltı, gün boyunca etkin ve doğru davranış açısından çocuğumuza yardımcı olur.
Sabahları kahvaltı eden çocuk daha yüksek notlar alır, dikkatini daha kolay toplar ve karmaşık problemleri çözmekte çok zorlanmaz. Öğrenme becerisi daha yüksek olur.
Ayrıca kahvaltı yaptığında gün boyu düzensiz ve abur cubur beslenmeden de korunmuş olur.
Yine kahvaltıda daha çok süt, meyve, taze meyve suyu, tahıllı kahvaltı gevrekleri tüketir. Bunların tümü de ihtiyaç duydukları besinleri sağlamakta, ona katkıda bulunur.
SOFRAYA DAVET
Çocukların daha düzenli ve özenli yemek yeme tarzını teşvik etmenin bir yolu sofradır. Başarılı çocuklar yetiştiren ailelerde ebeveynler ve çocuklar, ailece oturulan sofraları çok severler.
3 yaşındaki çocukların yerlerinde 10 yaşındakiler kadar uzun süreli duramadıklarını bilelim. Kıpır kıpır hareketli olurlar, ama zamanla daha çok sofra başında otururlar.
Yine bilelim ki yemeği ailece yemek, aile fertlerini birbirine bağlar, evde sıcak ve sevgi dolu bir ortam hazırlamaya yardım eder, ailenin birliğini ve mutluluğunu artırır.
Ailece sofra başına oturduğumuzda kişi olmaktan çıkıp bütünleşiriz ve fiziki, hissi ve ruhi bakımdan güçleniriz. Birlikte yenilen yemeklerde kalpler birleşir, alınan gıdalar bereketlenir, aile bağları güçlenir.
Yalnız sofra başındayken sadece yemek yenmeli ve sohbet edilmelidir. Televizyon seyrederek, gazete okuyarak yemek yenmekten uzak durmalıdır.
EGZERSİZE TEŞVİK EDELİM
Egzersiz yani hareketli olmak ve spor yapmak; yeme, içme ve uyku kadar vücut için zorunludur. Çünkü kol ve bacaklardaki kasların hareketi kan dolaşımının hızlı ve dengeli olmasını sağlar, damarların kalbe kanı kolay ulaştırmasına destek olur. Böylelikle kaslar güçlenir, eklemler hareketli olur, vücuda esneklik ve zindelik gelir.
Spor yapan kişinin canlılığı ve ders çalışma performansı daha yüksek olur. Düzenli spor ayrıca gerginliği, üzüntüyü ve stresi ortadan kaldırır.
Hergün bir saatini yürümeye, spor yapmaya, egzersize ayıran öğrencilerin sınavlarda daha başarılı oldukları görülmüştür.
Böyle faydaları saymakla bitmeyen egzersizi çocuğumuz ihmal etmesin. Yürüyebilir, merdiven çıkabilir. Yine futbol, yüzme, bisiklet, ip atlama, tenis, voleybol, basketbol gibi sporlar da tavsiye edilir.
Çocuğumuz ders çalışırken yorulduğunda egzersizle çalışmaya ara verirse en uygun yoldur. Hem dinlenir, hem de bedenine ve zihnine enerji katar. Öğrenme isteği artar, zihni açılır.
ANNE BABA KARARLI OLMALI
Anne baba, çocuklarıyla eğitim veya başka sorumluluklar konusunda tartışmaya girmemelidir. Tartışmak yalnızca anne babanın pozisyonunu zayıflatır ve çocuğun sorumluluktan sıyrılma konusundaki kararlılığını pekiştirir.
Ebeveyn kararlı, serinkanlı ve kesin bir tavırla çocuğa gereken çabayı göstermek zorunda olduğunu belirtmeli, sonda da çocuğun karşılık vermesini beklemeden yanından ayrılmalıdır.
Meselâ çocuk “asla yapmayacağım” gibi şeyler söyleyerek anne babanın peşinden gelirse, yine sakince haklı beklentiyi tekrarlayarak çocuğun bu sorumluluğu yüklenmesinin sonuçlarına katlanması gerekeceği anlatılmalıdır.
Çocuklar istediklerini yaptırmak için bazı hileli sözlere başvurabilirler. Biz sakin olur, kararımızı değiştirmezsek, çocuklar sözümüzün bir anlamı olduğunu ve bundan vazgeçmeyeceğimizi anlayacaklardır. Artık sınırlarını kesin olarak öğrenmişlerdir. Aslında bu davranışımız onların güven duygusunu da güçlendirmiştir.
ÖĞRENME ZEVKİ AŞILAYALIM
Öğrenme araştırma isteğidir ve hayattan zevk almanın bir yoludur. Ancak, asla zorlama ile olmaz. Öğrenme; bilgi olarak donanmaktan çok, bilgilerin beceri olarak faaliyete geçme halidir. İnsan için öğrenmenin hayati özelliği vardır. İnsan yaşamak için öğrenmek zorundadır.
İşte öğrenmenin zevkli olduğu çocuklukta kavranır. 3 - 4 yaş civarındaki çocuk merak ettiği her şeyi sorar. Sorularına istekle cevap verilmeli, bıkkınlık gösterilmemelidir.
Yine çocuk sorgular ve bilinmeyenle deneyler yapar. Ondaki bu nitelikleri engellemeyip aksine merak ateşini artırmak, anne – babanın sorumluluğudur. Çocuk merak etmenin bir yararı olduğunu bilmelidir.
Çocuksu meraklara saygı gösterelim. Araştırma, öğrenme ve bilme isteklerini destekleyelim. Onları “benim yeteneğim var, ben yapabilirim” inancı ile yetiştirelim.
SİGARA İÇMEYELİM
Sigaranın sağlığımıza zararlarını biliyoruz. Ama çocuklarımızın sağlığını da olumsuz etkilediğini göz önüne almamız şarttır.
Hamilelikleri boyunca sigara içen annelerin bebekleri beyin hasarlı olarak doğmaktadır. Bu çocuklar öğrenme bozuklukları, hiperaktivite, davranış problemleri, gelişmemiş zekâ (IQ) ve okul başarısında düşüklük riskleriyle daha çok karşılaşırlar.
Yine bebeklik süresince sigara dumanına maruz kalmak da çok tehlikelidir.
Unutmayalım ki sigarada bebeklerin büyüme ve gelişimlerine zarar veren 4000 farklı kimyasal zehirli gaz vardır.
Sigara içiyorsak kendimiz için olmasa bile çocuğumuzun hatırı ve geleceği için bırakalım. Böylelikle ona güzel bir örnek de oluruz.
GEZMEK VE GÖRMEK ÖNEMLİ
40’ın üzerinde ülkeyi gezdim. Şehirlerimizden çoğunu gördüm. Şunu söyleyebilirim ki, istediğiniz kadar ansiklopedi karıştırın, belgeseller izleyin, hiçbiri görmek ve gezmek kadar öğretici olmuyor.
Çocuğumuzu elimizden geldiği kadar gezdirelim. Hayvanat bahçesine götürelim, hayvanları tanısın. Köylere, kırlara götürelim, oranın yaşantısını ve sayısız bitkileri, hayvanları gözleriyle görsün. Müzelere, şenliklere beraber gidelim.
Danimarka’da öğrenciler liseyi bitirdikten sonra bir yıl öğretime ara verir, adeta hayat stajı yaparlarmış. Nasıl mı? Seyahat ederek. Gruplar halinde geziler yapar, işledikleri konulardaki bilgilerini derinleştirirlermiş. Ne faydalı eğitim.
ÇOCUKLARIMIZA ÖRNEK OLALIM
Çocuklarımıza öğrenme ve çalışma hevesi verebilmek için örnek olmalıyız:
• Okumaktan, çalışmaktan ve eğitim veren bazı kurslara katılmaktan hoşlandığımızı gösterelim.
• Üstümüze aldığımız işlere konsantre olalım, uygulama sırasında özen gösterelim, sorumluğumuzu yerine getirerek çocuklarımıza örnek olalım.
• Yapılacak işlerin listesini hazırlayalım.
• Dengeli bir hayat için çalışalım.
• İşlerimizi serinkanlılıkla, telaş etmeden yapalım.
• Düzenli ve derli toplu olalım.
• Sinirli ve çabuk öfkelenen biri olmayalım.
• Bilgilerimizi ve tutkularımızı çocuklarımızla paylaşalım.
• İhtiyacımız olduğu zaman yardım isteyelim.
Çocuklarımızın anne babalarını her zaman haklı gördükleri için onları taklit ettiğini bilelim. Biz öğrenme tutkusu sergiliyorsak onları teşvik ediyoruz demektir.
TELEVİZYON VE BİLGİSAYARA DİKKAT!
Televizyon ve bilgisayar karşısında çokça vakit geçiren çocukların hem zamanı boşa geçer hem de derslere konsantre olmakta zorlanırlar. Ayrıca televizyon aşırı izlendiğinde kişiyi pasifize eder.
Ancak normal seviyede televizyon izlemek kötü de değildir. Kötü olan programlarda seçici olmamak veya televizyonu çocuk bakıcısı olarak kullanmaktır. Öğretici ve eğitici kanallar aksine öğrenmeyi destekleyebilir.
Çocukların ne kadar süre ile televizyon karşısında durabilmelerine gelince:
2 yaşına kadar hiç seyretmemelidirler. 2 ilâ 5 yaş arası günde yarım saat. Daha büyüklerde ise günde bir saati geçmemelidir.
Bilgisayar için de benzer şeyler sözkonusudur. Çocuğun erken yaşlardan itibaren bilgisayarla fazlasıyla haşır neşir olması gelişim açısından uygun değildir.
Bilgisayarın iyi yönü çocuğun istediği bilgiye çabucak ulaşmasını eğlendirici ve renkli sunumlarla vermesi; çocukların dikkatlerini konuya daha uzun süreli toplanmalarını sağlamasıdır. Kötü yön ise çocuklar öğrenmeyi eğlenceyle eşdeğer tutmaya başlarlar ve öğrenmenin şartı olan sıkı çalışmayı ve zahmet çekmeyi reddederler.
Doğru olanı tv seyretme saatlerini kısıtlamak yerine, meşgul olacağı faaliyetlerin sayısını artırmaktır.
Tahta bloklar, legolar, plastik askerler, bebekler, kalem, pastel, suluboya gibi malzemeler varken tv çekiciliğini kaybedecek ve tv seyretme süresi kendiliğinden azalacaktır.
Tabi bu arada tv’nin çocuğumuzun kelime haznesine ve konuşma yeteneğine yaptığı katkılara da dikkat etmemiz gerekir.
ÇEVRENİN FARKINA VARMASINI
SAĞLAYALIM?
Çocukların ilk beş yılı duygusal gelişimleri ve kişiliklerinin oluşumu açısından olduğu kadar zekâ gelişiminde de en önemli dönemidir.
Bu yüzden okul dönemine kadarki olan sürede ona baskı yapmaksızın, zorlamaksızın uyarmamız çocuğumuzun daha zeki olmasına yol açacaktır. Çocuğun çevresindeki nesneleri ellemesine, bunlar arasındaki farkı dokunarak algılamasına, çeşitli sesleri dinlemesine, bunları ayırt etmeyi öğrenmesine, çevrenin “farkına varmasına” yardımcı olarak çocuğun baktığı şeyi gerçekten görmesini sağlamalıyız.
Çiçeklerin renklerini, saplarının ve yapraklarının şeklini, ağaç kabuklarının düz veya pütürlü olduğunu, tabiatın çeşitliliğini algılamasına yardımcı olmalıyız. Meselâ “çiçek mis gibi kokuyor” dediğimizde, çocuğun atlayabileceği bir hissiyatın farkına varmasını sağlayabilir.
Çocuklara çevrenin farkına varmayı öğretmeye başlamanın zamanı, okul öncesi dönemidir. Duyular kanalıyla dünyayı algılamak, düşüncenin en temel başlangıcıdır.
Çocuklara duyularıyla algılama imkânlarının yanı sıra birtakım malzemeler de sağlamamız gerekir. Kâğıt, renkli kalemler, sulu boyalar, ucu sivri olmayan kâğıt makası, eski dergiler, çeşitli boy ve şekillerde karton parçaları, kara tahta ve renkli tebeşirler, çeşitli boylarda tahta bloklar, evcilik oyununda giyebileceği giysiler, teyp, çocuğun çalmasında mahzuru olmayan ucuz kasetler, parçaların bir araya getirilmesinden oluşan oyuncaklar, kil, kitaplar, plastik veya mıknatıslı harfler çocuğun düşünce gelişiminde katkıda bulunacak araçlardır.
Çocuğumuzla müzelere gidelim, hayvanat bahçesini gezelim, uzun gezintiler yapalım. Ona kitaplar, kasetler, filmler alalım. Beraberce televizyonda belgeseller izleyelim.
Bu yaptıklarımız okul ve hayat başarısına hazırlıktır, unutmayalım.
DENEYLER YAPTIRALIM
Çocuğumuzun soyut düşünceye somut deneylerden varmasını sağlayalım. Çocuğun matematik soyutlaması için temel olarak eğitici oyuncaklar alalım.
Sözgelimi çocuğumuza mavi ile sarının karıştırılmasıyla yeşil elde edilir demek yerine, ona bu iki renk boyayı verelim ve karıştırınca ortaya hangi rengin çıkacağını soralım. Çocuk yeşili bulduğu zaman coşkuyla düşünmeye başlayacaktır.
Çocuğumuzla birtakım eğitici ve eğlendirici oyunlar oynayabiliriz. Meselâ kâfiye oyunu. “Sana iki kelime söyleyeceğim, kâfiyeli bir kelime de sen bulacaksın” diyelim.
Bu oyun düşünmesini sağlayacaktır. Mantık oyunları, şehir bulma vs de olabilir.
Çocuğumuzun boya, kâğıt, kil, tahta küpler, kum, çamur, hamur vb. malzemeyle oynaması çok yararlı ve gereklidir. Bu malzemelerden bir şekle veya kurguya varırsak üretici zekâsı gelişecektir.
Yine çocukların kendilerine ait uğraşlar, el sanatları, aletler ve bahçeleri, kendi dünyaları hakkında daha çok şey öğrenmelerine yardım eder.
Denemeler ve keşiflere daima yer açalım. El altında bulunan başvuru malzemesi (sözlük, atlas, ansiklopedi, dünya küresi), büyüyen zihinler için önemli kaynaklardır.
Çocukların bildiği yerlerin haritalarını yapmak ve harita oyunları oynamak, coğrafyayı gerçeğe dönüştürür.
Çocuğumuz bir soru sorduğunda “git araştır” diyelim. Cevapları birlikte aramak, danışma alışkanlığı iyice yerleşene kadar öğrenmeyi daha çekici yapar. Ayrıca çektiği zahmet, öğrendiğinin daha kalıcı olmasını sağlar.
EVDE HUZURLU ORTAM OLMALI
Ailede sükûnet, sevgi ve şefkat hâkim olduğunda çocuk psikolojik olarak ders çalışmaya uygun hale gelecektir. Böylece öğrencinin dikkati dağılmaz, aklı çeşit çeşit düşüncelere dalmaz, konsantre olmakta zorluk çekmez.
Yüksek akademik başarı elde etmiş kişilerin öğrenme sevgileri, en çok ailelerin öğrenmeye verdikleri değerden etkilenir. Araştırmalar bu başarılı kişilerin evlerinin diğerlerine göre daha sakin ve sessiz olduğunu, yüksek sesle televizyon ve müzik dinlenilmediğini gösteriyor. Gürültülü evlerde büyüyen çocuklar, dil öğrenmekte ve diğer becerilerde daha zayıf kalıyorlar.
Ebeveynler arasında uyum ve bağ olan çocukların kendilerini daha güvenli hissettikleri, sonuçta da okulda daha başarılı oldukları biliniyor. Yine aileleri ile birlikte sofraya oturan çocukların da daha ileri düzeyde akademik başarı elde etmeleri göz önüne alınması gereken bir başka husus.
Buna karşı aile fertleri (özellikle anne baba) arasında sürekli kavga ve çekişmeler olduğunda veya anne baba, çocuklarına karşı sevgi ve güvenle muamele etmediği zaman durum tersine dönmektedir. Bu durum çocuğa üzüntü vermekte, herşeye tepkili davranmakta, sürekli zihnini bununla meşgul etmektedir. Dolayısıyla derslerini düşünmekten ve öğrenimine odaklanmaktan uzaklaşmaktadır.
ANAOKULUNA GÖNDERELİM
Çocuğumuzu iyi bir anaokuluna göndermeliyiz. Anaokulu çocukların duygusal ve entelektüel gelişmesine çok büyük katkılarda bulunur; sadece zekâsını geliştirmeye değil okula hazırlanmaya da yardımcı olur.
Anaokulu, çocuğun öğrenmeye karşı tutumunun ve zekâsının şekillendiği çok önemli bir kurumdur.
Kardeş sayısının azaldığı, çocukların güvenli bir şekilde oynayabilecekleri mekânların pek olmadığı günümüzde anaokulları aynı zamanda sosyalleşmenin ve faydalı oyunların oynandığı ortamlardır.
OKULDA OLANLARDAN HABERİMİZ OLSUN
Okulda olanları öğrenmekten çekinmeyelim. Bunu yaparak çocuğumuza eğitimin ne kadar önemli olduğunu gösterebiliriz. Ona neler öğretilmekte olduğunu takip edelim.
Okulda başarılı çocukların çoğu, eğitimlerine ilgi duyan faal ebeveynlere sahipler. Bu anne babalar okulda görev alır, çocuklarının öğretmenlerini yakından tanır, veli toplantılarına katılır, ev ödevlerinde çocuğunu yönlendirir ve derslerde neler olup bittiğini yakından takip ederler. Böylelikle çocuklarına cesaret ve destek mesajları verirler.
BAŞARIYA CESARETLENDİRELİM
Çocuğumuza cesaretlendirici mesaj vermemiz önemlidir. Bunun için söz ve kelimeler kadar vücut dilimizi de kullanabiliriz. Yaptığı resimleri överken beğenme hareketleri yapabiliriz.
Öğrencinin zihinsel yeteneğine olan güveni ona yaratıcılık ruhu verir, küllenmiş enerjilerini ortaya çıkarır, önünü imkân ve fırsatlarla doldurur, “her türlü başarıya ulaşabilirim” inancı doğurur. Bu sebeple anlayamama veya kavrayamama korkusu, özgüven karşısında yok olup gider.
ÖĞRETMENİN TUTUMU ÖNEMLİ
Çoğu çocuk için öğretmen etkili bir örnektir. Empati kurabilen, gerekli zamanı ve ilgiyi vermekten çekinmeyen şefkatli bir öğretmenin sıkıntılı bir öğrenciye çok büyük faydaları dokunabilir. Öğrencilerine sevgi ve ilgi gösteren öğretmenler genellikle unutulmazlar ve öğrencilerin kalbinde özel bir yere sahip olurlar.
Benim ilkokul 5’te öğretmenim değişmişti. Sami Çağlı adlı hocam gerçekten sempatisiyle ve özel ilgisi ile derslerde sivrilmemi sağlamıştı. O zamana kadar vasat bir öğrenci iken, sınıfın çalışkanları arasına girmiştim.
Eğer öğretmen kendine güvensiz ise, bu çocuklara olumsuz yansır. Bu yüzden uyumsuz davranışlarını gördüğümüz öğretmeni uygun şekilde uyaralım. Amacımız, öğretmeni yargılayıp eleştirmeden, çocuğumuzu sıkıntıya sokan problemi ortaya koymaktır.
ÖĞRETMENLERE DEĞER VERELİM,
DİYALOG HALİNDE OLALIM
Çocuklarımızın okuluyla yakından ilgilenelim, aynı zamanda öğretmenlerini araştıralım ve onlara değer verelim.
Sık sık okuluna gidelim. Çocuğumuz okul ortamında aile bireylerince izlendiğini bilmelidir.
Öğretmenin çocukla ilgili karşılaştığı bir problem hakkında anne – babaya kolay ulaşacağını bilmesi önemlidir. Böylelikle sorun büyümeden halledilir.
Sonra ebeveyn, çocuğuyla ilgiliyse ve öğretmene değer veriyorsa, bu öğretmen de o çocuğun üzerinde daha çok duracak, adeta titreyecektir.
DERS ÇALIŞIRKEN PROGRAM YAPALIM
Okuldan gelen çocuğumuz ödevlerin çokluğundan yakınıyorsa yapacakları işlerin listesini yapıp, önceliklerine göre sıralamalarına yardım edelim. Dersi bitirdikçe listeden o kısmı silmenin keyfine varsınlar.
Çocuklar programlı çalışmaya alıştıkça zamanın değerini ve ayarlamasını öğreneceklerdir.
Bazen anne – baba ve çocuklar, ödevler tamamlandıktan sonra daha fazla çalışmaya gerek olmadığına inanır. Halbuki çalışmak, sadece ödev yapmak değil yeni konuları keşfetmek, değişik bilgi alanlarına ulaşmak anlamına gelir. Çocuktaki doğal öğrenme merakını koruyan ve devam ettiren çalışma şekli esas budur. Anne – baba bu tip çalışmayı benimsemişse ve bir şeyleri çocuklarıyla birlikte araştırıyorsa, çocuklar da aynı öğrenme tutkusuyla bilginin peşine düşebilecektir.
SESSİZ BİR ODA AYARLAYALIM
Mümkünse bunun müstakil bir oda olması iyi olur. Yoksa küçük de olsa bir çalışma köşesi ve bir çalışma masası sağlanmalıdır.
Şu noktalara dikkat edilmelidir:
• Çalışma masası pencere kenarında olmamalıdır. Yoksa dikkati dağılabilir.
• Çalışma alanı, havalandırmaya uygun olmalıdır. Öğrenme işi beyin eylemidir. Bol oksijen için havanın temiz olması gerekir.
• Yatarak veya uzanarak çalışma, verimi düşürür.
• Çalışma ortamı sessiz olmalıdır. Çünkü öğrenme bir dikkat, beynin yoğunlaşma faaliyetidir. Öğrenme sürecine etkili olacak her dış faktör (ses, görüntü, ışık vs) dikkati dağıtacaktır. Bu yüzden müzik dinleyerek ders çalışılmayacağını bilelim.
• Oda mümkün olduğunca sade ve düzenli olmalıdır. Masanın üzerinde sadece dersle ilgili materyal bulunmalı, dikkati dağıtacak eşyaları kaldırmalıyız.
ÇOCUĞUMUZ ELİNDEN GELENİ YAPMALI
Çocuklarımızdan elinden geldiği kadarını isteyelim. Onların okul başarıları için çok çalışmalarına, çaba sarf etmelerine önem verelim.
Başarılı çocukların ebeveynleri, en önemli noktanın çocuğun aldığı ders notları değil, onun herhangi bir konuda en iyisini yapmak için gösterdiği gayret olduğunu bilirler. Bu yüzden de gerçek dışı beklenti içine girmezler. Bütünü pekiyi olan karne yerine gösterdiği performansı ölçü alırlar. Çocuklarının her zaman ellerinden geleni yapacaklarına yürekten inanır, onlardan bunu beklerler.
Çocuğumuz 10 üzerinden 6 almışsa ve bunu çalışarak, elinden geleni yaparak elde etmişse diyeceğimiz bir şey olmamalıdır. Fakat 6’yı baştan savma ve dikkatsiz çalışmasıyla almışsa, bundan memnun kalmadığımı söylerim. Onun aldığı nottan çok, harcadığı çabadan dolayı mutlu olduğumu bilmesini isterim.
BEKLENTİMİZ GERÇEKÇİ OLSUN
Anne baba ve öğretmen olarak çocuklardan beklentilerimizi onların gelişim düzeylerine uygun plânlamamız gerekir. 2 yaşındaki bir çocuktan çok düzgün konuşmasını, 4 yaşında yazı yazmasını beklememeliyiz. Çünkü çocuklar bu görevleri yapabilecek gelişim seviyelerine henüz erişmemişlerdir.
Her bireyin kapasitesi farklıdır. Çocuğumuzun kapasitesini doğru tanımalı, aşırı beklentiden kaçınmalıyız.
Ancak yapabilecekleri konusunda da onlara güvendiğimizi söylemeliyiz. Çocuklarımıza karşı yüksek beklentiler beslememiz, onların kendilerini yetenekli, becerikli ve hoşa giden birisi olarak hissetmelerini sağlar. Onlara “yapmayı seçtiğiniz şeyi en iyi şekilde yapın” diyelim.
Yoksa gerçekdışı yüksek standartlara ulaşması için baskı yapmayalım.
Çocuklarımız özgün bireyler olsunlar ve bizim beklentilerimizi, arzularımızı yerine getirmek için yaşamasınlar.
Notunu 2’den 3’e yükselten bir çocuğa neden 4 alamadığını sormayalım, tebrik edelim.
Bu yapıdaki anne babalar çocuklarına, isterlerse hep daha iyiyi başarabileceğini söylerler. Maalesef çocuk ne kadar çalışırsa çalışsın, anne – babanın gözünde ve kendine göre hep başarısız olur. Bunun sonucunda acı dolu hayal kırıklıkları ve değersizlik hissi yaşanır. Çocuk, anne babasının beklentilerine yetişemediği için çabalarıyla çok nadiren övgü kazanır. Buna bağlı olarak, daha fazla emek harcamak istemeyebilir. “Zaten beceremiyorum ne diye uğraşayım ki?” gibi düşüncelere kapılabilir.
Anne babaların elbette çocuklarından beklentileri olacaktır. Bu sayede çocuklar yeni hedeflere yönelirler ve bu da onların gelişimini olumlu yönde etkiler. Ancak aşırı derecede yüksek veya düşük, katı yada gerçek dışı beklentiler, çocukların uyumsuz olmasına veya bozuk bir gelişim sürecinden geçmesine sebep olmaktadır.
TEKRAR YAPMAYI ÖĞRETELİM
Çocuğumuza izah edelim ki bir konu;
• Yalnızca derste dinlenirse, bu konunun yüzde 20’si öğrenilir.
• Konu dinlendikten sonra bir de kitaptan okunursa yüzde 40’ı öğrenilir.
• Konunun yazılı özeti de çıkarılırsa öğrenilen oran yüzde 60’a yükselir.
• Konu sesli olarak bir başkasına (arkadaş, anne – baba, kardeş veya gerektiğinde kendi kendine) anlatılırsa yüzde 80’i kavranır.
• Bu oran, konu tekrar edilerek yüzde 90’a çıkabilmektedir.
Bu bilimsel gerçeklerin farkında olalım ve çocuğumuzu buna alıştıralım.
EV ÖDEVİNE ALIŞTIRALIM
Çocuğumuza her gün “aynı saatte aynı yerde” fikrini aşılayarak kusursuz çalışma alışkanlıkları geliştirmesi için yardım edelim. Küçük çocukların mutfak veya oturma odasındaki bir masada çalışmaları daha uygundur. Yaşları daha büyük çocuklar için ise sessiz bir çalışma alanı uygun olacaktır.
Çocuğumuz okuldan gelince bir süre dinlenmeli, sonra zamanında ev ödevlerine başlamalıdır.
Öğrencilik bir çocuğun, çocukluk yılları boyunca temel meşguliyeti olduğu için, ev ödevlerini bitirdiğinde onu takdir edelim. Böylece özsaygısını geliştirmiş, ders çalışmayı sevdirmiş oluruz.
Bu yüzden çocuklar ödevlerini yaparken, yardıma hazır olduğumuzu belirtelim, arada bir yanlarına gidip övgü dolu cesaret verici sözler söyleyelim, hattâ bir ikramda bulunalım. Ev ödevi bittikten sonra anne veya babanın çocuğun gayretlerini kontrol etmesi, performansını övmesi, bundan sonra çabalarını nerede yoğunlaştırması gerektiğini söylemesi önemlidir.
Ödevini bitirdikten sonra sevdiği bir faaliyete izin vermemiz de uygun olacaktır.
Bazı çocuklar ev ödevi yapmayı sevmezler. Onların gerçek hayatla ev ödevleri arasında bağlantı kurmalarına yardımcı olmalıyız. Ayrıca çocuğun duygularını da dikkate alarak, ev ödevlerini yapmaktan hoşlanmayabileceğini, fakat onları yapmak zorunda olduğunu söyleyelim.
BİR PROBLEME TAKILDIYSA...
Çocuğumuz ev ödevini yaparken bir probleme takılıp cesareti kırılır veya tıkanırsa, cevabı kendimiz bilmesek bile destek sunalım. Onunla beraber çözüme ulaşana kadar araştıralım.
Yalnız konuyu iyice anlayıp anlamadığını soralım. Soruyu anlamakla, istenilenin ne olduğunu bilmekle, problemin yarısını çözmüş demektir. Konuyu biz izah etmeyelim, onun düşünerek doğruyu bulmasına ışık tutalım.
Bizim ötemizde bir desteğe ihtiyaç varsa o zaman özel öğretmene veya dışarıdan yardıma başvuralım.
KAPASİTELERİNİN OLDUĞUNU BİLELİM
Çocuklara anne baba olarak şu mesajı iletmeliyiz: “Sınırsız kapasiten var, hangi bilgi alanına yönelirsen yönel, kolayca öğreneceksin”.
Halbuki biz bu mesajı vermek yerine onları genelde olumsuz yaftalamalarla engelliyoruz.
Okulda başarı gösteremeyen bir çocuğun zeki olmadığını ileri sürmek, zekâya çok dar bir açıdan bakmak olur. Okulda başarısız olan çocuk, spor alanında gösterdiği muazzam yetenekle veya mekanik bir objeyi söküp takmadaki ustalığıyla çevredekileri şaşkına çevirebilir.
Sosyo – ekonomik seviyesi düşük ortamdan gelen çocukların başarısızlığına yol açan bazı faktörler:
• Anne - babanın öğrenmeye karşı olumsuz veya dışlayan tavrı.
• Anne – babanın öğrenme tutkusu konusunda kötü örnek olması.
• Duyusal uyarıların sınırlı olması.
• Eğitim araçlarına (kitap, eğitici oyuncaklar ve oyunlar) ulaşamama.
• Yoksulluk.
• Evin kalabalık olması.
Daha yüksek sosyo – ekonomik şartlardan gelen çocuklarda başarıyı engelleyen faktörlere gelince:
• Özgüveni eğitim başarılarına endeksleme.
• Başarıyı aşırı vurgulamak, aşırı hırs.
• Yanlışları ve başarısızlıkları cezalandırmak, eleştirmek.
• Çocukları “tembel”, “aptal” veya “ahmak” diye etiketlemek.
• Çocuklardan gerçekçi olmayan akademik performans beklemek.
• Eğitimde çabayı değil, performansı vurgulamak.
• Çocukları başka çocuklarla kıyaslamak ve aşağılamak.
• Edinilmiş bilgiyle, entelektüel yeteneği karıştırmak.
• Eğitimsel davranışla çocuğun kişiliğini birbirinden ayırmamak
Ailede anne baba arasında çatışma ve duygusal ihmal varsa, bu şartlar çocukların eğitimini fazlasıyla etkiler.
ÖĞRENMEYİ OLUMLU HALE GETİRELİM
Çocuklar öğrenmeye duydukları istek ve merakı kaybetmemelidirler. Pek çok insan okul günlerine dönüp baktığında, öğretmenin yanında eleştirildiğini, iğnelendiğini, bedensel ceza aldığını, aşağılandığını, azarlandığını vs hatırlar.
Öğrenmeyi olumlu kılmak için en başta aşağılamayı, başkalarıyla kıyaslamayı, cezalandırmayı ortadan kaldırmamız gerekir. Daha sonda ise çocuğu sevmek, yüreklendirmek, övmek, onaylamak, kapasitesine inanmak, eğlence ortamı oluşturmak, olumlu ama kararlı ve tutarlı davranmak gelir.
Bu yüzden:
• Çocuklarımızla şartsız ve sevecen bir ilişkimiz olmalıdır.
• Onlarla birebir konuşalım.
• Emir vermeyelim, rica edelim.
• Çocuklarımızı dinleyelim.
• Onlarla ilişkimize her zaman öncelik verelim.
• Çocuklarımızla çatışma yaşamayalım.
• Hata yaptığımızda özür dilemesini bilelim.
• Hatalarımızı, başarısızlıklarımızı, eksiklerimizi kabul edelim.
• Özgüvenin öğrenme üzerindeki etkisinin farkına varalım.
• Kendi kimlik sorunlarımızı çocuklarımızın eğitimsel gelişiminin dışında tutalım.
Anne babanın kendi eksikliğinin bilincinde olması gerekli ve önemlidir. Çünkü çoğu zaman yetişkinler kendi hayal kırıklıklarının acısını çocuklardan çıkarır. Bu yüzden çabuk sinirlenmeyelim, sabırsızlık ve mükemmeliyetçilikten kaçınalım, hatalara hoşgörülü davranalım, çocuklarımızı başkalarıyla kıyaslamayalım, aşağılamaktan uzak duralım.
“ÇOCUĞUM ZEKİ, AMA ÇALIŞMIYOR”
Pek çok anne babadan bu sözleri sık duyarız. Gerçekten yüksek zekâ katsayısı, zorunlu olarak yüksek başarı veya motivasyon anlamına gelmez. Okulda alınan notlar, doğuştan gelen bir yetenekten çok, derslere ve öğrenmeye karşı merak, ilgi ve isteği gösterir.
Sözgelimi Ahmet 120’lik zekâ katsayısıyla, IQ’su 140 olan Selim’i geride bırakabilir. Çünkü onun ateş gibi merakı ve öğrenme tutkusu, yeteneğini kullanmaya itmişken, Selim yararsız faaliyetlerle uğraşmaktadır. Önemli olan bir çocuğun ne kadar zeki olduğu değil, daha çok, sahip olduğunu iyi değerlendirmesidir.
Yani IQ (zekâ) aslında bizim yeteneklerimizden ortaya çıkar ve yeteneklerimiz de bize doğuştan atfedilmiş olan melekelerdir. Biz doğuştan gelen bu melekeleri, disiplinli bir şekilde üstünde durarak geliştiririz.
Bir kimsenin IQ’suna bakarak onun başarılı olup olmadığını söyleyemeyiz. Önemli olan bu genetik yetenekleri en yüksek seviyeye çıkarabilmek için var gücüyle çalışmaktır.
SEVGİMİZİN PERFORMANSA BAĞLI
OLMADIĞINI BİLSİNLER
Çocuklarımızı elbette ders çalışmaya ve öğrenmeye teşvik etmeliyiz, ancak sevgimizin gösterdikleri performansla değil çocuğumuz olmasıyla ilgili olduğunu da bildirmeliyiz.
Sevilmek ve kabul görmek için çabalamak bir çocuk için çok zor bir görevdir, çoğu çocuk da buna isyan eder. Ebeveyn beklentileri gerçekçi değilse, çocuk ya başarısız olur veya yanlış şeyler yapar. Bu da onu hayat boyu olumsuz etkiler.
Performansı ne olursa olsun onu sevdiğimiz mesajını verelim. Tabiî ki ondan yapabileceğinin en iyisini beklediğimizi bildirelim. Başarısını başka arkadaşlarıyla kıyaslamadan kutlayalım.
Sözlerimiz ve davranışlarımızla çocuğumuza, onu yapabildikleri için değil, kendisi olduğu için sevdiğimizi hissettirdiğimizden emin olalım. Başarısı ne olursa olsun onu seveceğimizi ona ifade edelim. Ama yapabileceğinin en iyisini yapmasını (ne daha az, ne de daha fazla ) beklediğimizi de anlamalıdır.
OKUL BAŞARISINI ÖDÜLLENDİRELİM
Çocuğumuzun okuldaki başarılarının artması için özellikle derse karşı gösterilen sıradan sayılan başarılarını (meselâ sınıfta söz alma, dersin birinden alınan yüksek not gibi) bile anne baba olarak desteleyelim, övgü dolu sözlerle karşılayalım. Bunlar çocuğun derse karşı ilgisini artıracaktır.
Yine sadece derste değil başka olumlu bir aktivitesi halinde de çocuğumuzu cesaretlendirelim, teşvik edelim.
Ancak desteği anne baba olarak birlikte sağlayalım. Ders konusunda hem anne hem babanın ilgilenmesi çocuğun bu konuda daha dikkatli olmasını sağlar.
Başarı için çocuğumuzu başkalarıyla kıyaslamak çok yanlıştır. Çünkü her bireyin ayrı kabiliyet, beceri, zekâ ve kendine has vasıflarının olduğunu unutmamak gerekir. Başkalarının kopyası olmaya zorlamak çocuğa karşı saygısızlıktır.
DERS ALDIRALIM MI?
En iyi öğrenme, kişisel gayret ve meraka bağlı olarak harekete geçmekle, çalışmakla olur.
Öyleyse öğrenci çalıştığı derse karşı aktif ve faal bir tavır içinde olmalıdır. Sürekli okumalı, düşünmeli, anlamlar çıkarmaya çalışmalı, uygulamasını yapmalı, özetlemeli, konuları soru haline getirip cevabını vermeli, kendine veya bir arkadaşına anlatmalıdır.
Ayrıca mecbur kalmadıkça, anlaşılmayan konuları anlamak için başkasından yardım istememelidir.
Son yıllarda moda olan özel dersler öğrencinin kendine güvenmesine engel olup onu sürekli başkasına dayanmaya alıştırmakta, dolaylı olarak özgüvensizlik ruhu vermektedir. Çünkü ders alan öğrencinin durumu, aktif bir rol üstlenmeden ve hiçbir çaba sarf etmeden hep başkasını dinleme konumudur.
Öte yandan özel ders alan öğrenci, konuyu anlamak için ders dışında da bir imkâna sahip olduğunu düşünerek derse dikkatini verme ve kendini yorma çabası içine girmeyebilir. Bu da onda gizli bir sorumsuzluk ve meseleyi küçümseme, anlayamadıklarını özel derste anlama ümidiyle kendini konuya verememe alışkanlığı doğurabilir.
Ayrıca öğrencinin çalıştığı dersi özetlemesi, bilgileri zihnine yerleştirmesinde ve kolayca hatırlamasında yardımcı olur. Çünkü önce pasif alıcı konumundayken, kendine dayanıp özet çıkarınca artık aktif öğretici konumuna geçmiştir. Bu öğrenci sürekli bir düşünce faaliyeti içindedir. Konuyu düşünür, anlamaya çalışır. Güzel olan budur.
Yoksa zoraki ders aldırmak, çocuğun az olan ilgisini, istikrarsızlığını, okul çalışmalarındaki eksikliğini giderme isteğini, çalışması gereken konulara karşı iştahını engeller. Şikâyetlere ve sızlanmalara sebep olur.
Ancak öğrenci elinden geleni yaptığı halde, bazı anlamadığı konular, çözemediği problemler olursa özel ders burada gerekli hale gelir.
Ama okulda rehber ve öğretmen nezaretindeki eğitim böyle değildir. Evde tek başına çalışan öğrenci, birçok konuyu anlamayabilir ve bu durum dersi iyice kavrayıp öğrenmesini engelleyebilir.
Sonra okulda dersler belli bir programa uygun olarak kolaydan zora doğru ilerler, çocuk sindirerek öğrenir.
Bu yüzden evde çalışırım deyip okula gitmemek yanlıştır. Sınıfta sorarak öğrenmesi, anlayışının yükselmesi ve zihnin gelişmesi mümkün olur.
OKUL HER ŞEY DEĞİL
Bazı aileler çocuklarının okula verince tam anlamıyla eğitileceklerini düşünürler ve kendileri devreden çekilirler. Bu yanlıştır.
Günümüzde aile çocukla yine yakından hattâ eskisinden de çok ilgilenmelidir. Çocuk, yalnızca okul ortamında değil, okul dışı zamanlarda da ilgiyi, yönlendirmeyi beklemektedir. Buna muhtaçtır.
Şu da var: Çocuğumuzun okul dışında yetenekleri de olabilir. İyi koşuyordur. El işi veya resim yapabiliyordur. Yüzmesi veya sesi güzeldir.
Onun yeteneklerini keşfedip takdir ettiğimizi ona gösterelim, geliştirmesine ve ortaya çıkarmasına yardımcı olalım.
Çocuğumuzun gelecekteki hayatında başarılı olmak için en başta kendine güvene ihtiyacı vardır. Ve biz bunu, daima yanında olduğumuzu ona göstererek sağlayabiliriz.
Ayrıca öğrenen bir kişi çok yönlü olmak zorundadır. Çünkü karşılaştığımız birçok problemin çözümünün ipuçları çok yönlü bir altyapının içinde saklıdır.
Bu yüzden çocuğumuzun değişik konularla ilgilenmesini ve merakını teşvik etmeliyiz.
KIRIK KARNEYE NE YAPMALI?
Olumsuz tepki gösterdiğimizde akademik başarılarının olumsuz yönde etkileneceğini bilelim. Hata bulmaya çalışmak yerine yapıcı yaklaşır, olumlu destek verirsek, düşük notlar zamanla daha iyiye gidip düzelecektir.
Bir çocuğu zayıf performansından ötürü eleştirmek, çocuğun daha iyi çalışmasını sağlamadığı gibi üzerinde ters etkiye yol açacak bir baskı oluşturur.
Bu yüzden çocuğumuzun niçin böyle bir karne getirdiğini araştırmak, sebeplerini bulmak ve giderme yollarını aramak gerekir. Bunu da soğukkanlı bir şekilde yapmalıyız. Öfkenin, hele kaba kuvvetin faydası olmayacaktır.
Çocuğunuza karne almasıyla ilgili verebileceğimiz en önemli mesaj, onu koşulsuz sevdiğimiz ve kabul ettiğimizdir. Karnede gördüğümüz eksikliklerle ilgili onunla konuşalım, ama onu mahkûm etmeyelim. Ona güvendiğimizi tekrarlayalım. Ona karnedeki zayıf notlarla ilgili fikrini soralım ve bu sorunu gidermeyle ilgili onunla sohbet edelim. Gördüğümüz eksiklikleri uygun bir dille aktaralım ve her türlü desteğe hazır olduğumuzu anlatalım.
“Sen hep başarısızsın. Asla yapamazsın. Çalışmadan olacağı buydu.” gibi cümleler sadece öfkemizi geçici olarak azaltabilir, problemi çözmez. Aksine, çocuğumuzla iletişimimizi engeller.
Sonra karnedeki notlar onun hayatta başarısız bir kişi olduğunu değil, sadece o derslerle ilgili meselesi olduğunu gösterir. Çocuğun kişiliğini değil, problemini konuşalım.
BEDENSEL ÖZÜRLER BAŞARIYI
ENGELLEYEBİLİR
Çocukta bir öğrenme problemi ortaya çıktığında daima önce bedensel arıza araştırılmalıdır. İşitme zorluğu veya göz bozukluğu, nörolojik özürler, hormon dengesizlikleri ya da olgunlaşmanın gecikmesi çocuğun öğrenme verimini etkiler.
Bu yüzden çocuğumuz başarısızsa kulaklarını, görmesini kontrol ettirelim. Veya hormonlarla ilgili bir bozukluğu mu var diye araştıralım.
Yine ders başarısını engelleyen büyük etkenlerden biri de çocuğun zekâ kapasitesidir. Bunu da hesaba katalım.
SORULARA CEVAPLAR
Soru: Ev ödevlerine her zaman aynı saatte mi başlamalıdır?
Cevap: Hayır, fakat günün akışı içinde belli bir zamanda başlanır. Böylece öğrenme motivasyonunda bir otomatikleşme sağlanır. Hergün aynı saatte çalışma, çocukta alışkanlık haline gelir ve daha iyi öğrenir.
Soru: Çocukların okuldan geldikten sonra bir süre dinlenme molası vermeleri gerekli mi ve bu ne kadar sürmelidir?
Cevap: Çocuklar bireysel olarak farklıdır. Bazı çocuklar okuldan sonra doğrudan derslerini yapmaya başlar ve durdurulamazlar. Hemen bu konuyu kafalarından atmak isterler. Bazıları bir dinlenme molasına ihtiyaç duyar.
Her çocuğun en verimli çalışma zamanı değişebilir ve biz bunu gözlemle anlayabiliriz. Aslında en doğru olanı, öncelikle ev ödevini yapması ve sonrasında dersini bitirmenin huzuruyla üzerinde baskı olmadan günü rahat geçirmesidir.
Soru: Çalışma masasında rahat çalışması için çocuğumun neye ihtiyacı var?
Cevap: Çalışma için ihtiyacı olan her şey muntazam toplanmış olmalı ve kullanıma hazır durmalı, fakat çalışma sahasını daraltmamalıdır. Defter ve kitaplarını renkli kâğıtlarla kaplarsak çocuk daha zevkle çalışır.
Ayrıca gereksiz eşyaların erişim mesafesinde bulunmaması gerekir. Böylelikle dikkati dağılmaz.
Soru: Çocuklarım ille de ben yanlarında oturunca ders çalışabiliyor. Ne yapmalıyım?
Cevap: Çocuklarımız ders çalışırken yanlarında oturup onların her yaptığını dikkatle gözlediğimiz zaman hata yapmalarını önlemeye yardımcı oluruz. Kendi başlarına hata yapma ihtimali artar.
Ancak hata yapma da öğrenmek için bir fırsattır. Arada yalnız bırakarak kendi başlarına çaba göstermek konusunda güvenlerinin pekişmesine fırsat tanıyalım.
Biz yakınlarındaysak güven içinde gayret gösterirler. Ancak yanlarından ayrıldığımız zaman endişeler başlar ve yaptıkları işi bırakabilirler. Derse nasıl başlayacaklarını, önce ne yapacaklarını sorarsak, yanlarındayken de bağımsız davranmalarını sağlayabiliriz. Böylece gerçekten yardım etmemiz gerekip gerekmediğini de anlamış oluruz.
Çocuklar bir süre çalıştıktan sonra yaptıkları kadarını göstermelerini isteyelim. Doğru yolda olup olmadıklarını kontrol etmiş oluruz. Hem hata yapmış olsalar da çok ilerlemediklerinden düzeltmek için çok zaman harcamaları gerekmeyecektir. Biz de yanlışı kısa yoldan nasıl düzeltecekleri konusunda fikir veririz.
Soru: Sürekli okul ve öğretmen değiştirmek yanlış mıdır?
Cevap: Elbette doğru değildir. Çocuk alıştığı arkadaşları ve öğretmeni arayacaktır. Yeni sınıfında tekrar çevre oluşturmak, kemikleşmiş arkadaş gruplarına kendini kabul ettirmek gayretine girecektir.
Soru: Anne baba özellikle akşamları televizyon seyrederken çocuğa dersin var veya konu senin için uygun değil diye yasaklıyor. Çocuğa karşı bu tutum ne kadar adil olur?
Cevap: Tabiî ki adil değildir ve yanlıştır. Çocuk zahmet içinde ders çalışmaya uğraşırken aklı televizyonda kalacaktır. Böylelikle de anne babasına kızgınlık duyacak, dersi iyi vakit geçirmesine engel bir faaliyet olarak görüp soğuyacaktır.
Anne babanın televizyonu kapatarak seyretmediklerini göstermeleri, çocuğun derse hevesini ve sevgisini artıracaktır. Bu fedakârlığı çocuğumuz için yapalım.
Soru: Çocuklara kural konduğu halde uymuyorsa, ceza versen de yapmayacağım diyorlarsa ne yapalım?
Cevap: Çocuklar böyle kurallara karşı çıkarak hem güçlerini, hem de anne babanın tutarlı olup olmadığını ölçerler.
Öncelikle kural koyarken dikkatli olalım. Gerçekten böyle bir kurala ihtiyaç var mı ? Varsa uygulanması için titiz davranalım ve disiplinli bir şekilde takip edelim. Çocuk bizim katı olduğumuzu anladığında kurala uyacak ve bize de, kendine de güveni artacaktır.
Ama bir kez kuralı çiğnedi mi devamı gelir ve disiplin işe yaramaz olur.
Soru: 9 yaşında bir kızım var. Odasında televizyonu var. Ders çalışırken televizyon izlemeyi tercih ediyor. Ders notları ise 4 -5 arası. Daha ciddi ders çalışmasını sağlamak için ne yapmalıyız?
Cevap: Aldığı notlar zekâsının yüksek oluşuna ve sınıfta dersi dinlemesine bağlı olabilir. Bu, fazla ders çalışmasa da iyi not alabilir demektir. Ama ileriki sınıflarda durum böyle olmaz.
Hemen televizyonu çocuğun odasından çıkarın. Dersle birlikte tv. izlemek olmaz. Çocuk dikkatini ya derse ya da televizyona yöneltir. Bu yüzden ders verimi düşer.
Soru: Kızım düşük not aldığında kızarım korkusuyla söylemiyor. Onun güvenini kazanıp doğruyu söylemesi için ne yapabilirim?
Cevap: Kendisine kızmayacağımız konusunda garanti verelim ve bundan emin olmasını sağlayalım. Yardımcı olmak istediğimizi, düşük notlarını da bilmemiz gerektiğini izah edelim. Zamanla güveni gelişecektir.
Soru: Çocuğum çok çalışırsa sınavda daha başarılı olur mu?
Cevap: Ders çalışma süresi ile alınan not birbiriyle tam bağlantılı değildir. Sadece çok çalışmak değil verimli çalışmak gerekir.
Soru: Baskı verimli çalışmasını sağlar mı?
Cevap: Çok baskı ile çocuğun çok çalışacağını ve o kadar çok öğreneceğini düşünmek yanlıştır. Şunu bilelim, kendisi istemeden, sırf anne babasının baskısıyla çalışan öğrenci aslında çalışırmış gibi görünür ama verimli çalışamaz, iyi öğrenemez.
Soru: Başarısız çocuğumu ödülle derse zorlamalı mıyım?
Cevap: Çocuğumuzu rüşvete alıştırmayalım. Diyelim, sınıfı geçerse ona bisiklet almayı taahhüt ettik. Çocuktaki atılım duygusunu köreltmekten başka bir şeye yaramaz. Çocuk kendi kendini doyurmak için öğrenmek ve öğrendiklerinden olumlu bir kişilik edinmek yerine, dıştan gelecek bir ödüllendirme için, kendini öğrenmeye zorlar. Halbuki dersi severek çalışmalıdır, ödül için değil.
Soru: Anne babası dağınık olmadığı halde lise son sınıfa giden oğlumun dolabı, kitapları her şeyi dağınık. Orada burada bulunuyor. Ne yapsak değiştiremiyoruz. Önerileriniz nelerdir?
Cevap: Titizlikle takip edelim ve bıkmadan usanmadan düzenini kontrol edelim.
Odasını düzeltmezse harçlığını keselim. Toparladığında onu tebrik edelim, memnuniyetimizi bildirelim, tekrar düzenlenmesi için teşvik edelim.
Soru: Çocuğa ders konusunda aşırı yüklenme doğru mudur?
Cevap: Çocuğumuzla birlikte çalışırken veya çocuğumuzun derslerine yardım ederken öfkeleniyor ve kızıyorsak onu çok zorlamaya başlamışız demektir. Acaba öğrencilik hayatımız başarısız mı geçti? Çocuğumuzdan bunun rövanşını mı almasını istiyoruz?
Yok biz sakinliğimizi koruyor, ama çocuklarımız huzursuzsa şu konuları gözden geçirelim:
• Ondan yapmasını beklediğimiz şey çok mu zor?
• Biraz soluklanmak veya bir şeyler yemek ihtiyacında mı?
• Derse ara verilmesini mi istiyor ?
Bu durumda mola verelim. Bir süre istirahattan sonra yeniden çalışmaya başlayalım.
Soru: Başarıyı ve takdiri kolayca kazanmak için uydurmaya başlayan çocuk için ne yapmalıyız?
Cevap: Onunla açıkça konuşalım. Bu durumun farkında olduğumuzu, böyle yaparak bir yere varamayacağını söyleyelim. Ayrıca takdirde de aşırıya gitmeyelim.
ZEKİ VE BAŞARILI
ÇOCUK YETİŞTİRMEK
SİZİN ELİNİZDE
Doç. Dr. Sefa Saygılı
ÇOCUK YETİŞTİRMEK
SİZİN ELİNİZDE
Doç. Dr. Sefa Saygılı